FATÄ°HLEÅžMELÄ°; MEMURLUKTAN KURTULMALIYIZ Dünya ve Avrupa

Güncelleme Tarihi:

FATİHLEŞMELİ; MEMURLUKTAN KURTULMALIYIZ Dünya ve Avrupa
OluÅŸturulma Tarihi: Haziran 25, 2001 00:00

FATÄ°HLEÅžMELÄ°; MEMURLUKTAN KURTULMALIYIZ Dünya ve Avrupa futbolunda bir zamanların "averaj takımı" olan Türkiye'den bir teknik direktör, Fatih Terim, dünyanın en seçkin, en pahalı takımlarından Milan'ın başına geçti. Hem de iki yıllığına! Ä°mza sonrasında Yavuz Donat'a yaptığı açıklamada nasıl baÅŸardığını şöyle açıkladı: "Türkiye'de moral bozucu bir söz var: 'Burası Türkiye, burada birÅŸey olmaz!' Bu sözü artık çöpe atalım, 'Burası Türkiye, burada herÅŸey olur!' Nitekim oldu…"Oldu, ama nasıl oldu? EriÅŸtiÄŸi makamlarda, zaten bir Türkiye standardı olan eyyamcılık yapmak ve "durumu idare etmek" yerine, Fatih genellikle alışık olmadığımız bir yolu seçti: Hedefini belirledi; Hedefe ulaÅŸmak için ne gerektiÄŸini, Bunlardan hangilerinin elinde ne kadar bulunduÄŸunu gerçekçi biçimde saptadı;Bir yandan elindekileri geliÅŸtirirken bir yandan da eksik olanları tamamladı;Harekete geçmek için önce elindekileri tamamlamayı beklemeden, bir yandan da uygulamaya giriÅŸti.Bizans entrikalarını aratmayan dedikoducu ortama karşın hem Galatasaray'ı, hem milli takımı düşlenemeyen baÅŸarılara ulaÅŸtırdı. GittiÄŸi ilk yılında Ä°talya'daki kısıtlı olanaklara sahip sıradan bir takımı, kupa finalisti yaptı. O ayrıldıktan sonra takımı kupayı da aldı…Gündemin Ä°lk MaddesiÄ°ÅŸte, Türkiye'de; ekonomik, siyasal, sosyal ve bireysel düzeyde gündemimizin ilk maddesi bu: ulus olarak memurluktan kurtulmak; üretkenlik ve verimlilik devrimi yapmak!Özellikle denizin bittiÄŸi, borç alarak yaÅŸadığımız ödünç refahın bedelini faiziyle ödemezsek, varlıklarımızın haczedileceÄŸi veya iflas masasını boylayacağımız dönemlerde, tartışma konusu hep "kimin sandalyesinin kalacağı, kimin tabağındaki pastaya dokunulmayacağı"dır. Oysa iÅŸin buralara varacağı en baÅŸta deÄŸilse de çok önceleri ortaya mutlaka çıkar. DüşeceÄŸini söyleyen Nasreddin Hoca'ya önce aldırmayan; sonra da "Bari ne zaman öleceÄŸimi de söyle ki, boÅŸuna çalışmayayım." diyen o bindiÄŸi dalı kesen adamın başına geldiÄŸi gibi.Rüzgardan sakınmakTürkiye'de de, hiç deÄŸilse altmış yıldır, rüzgara kapılmış gidiyoruz. Aklımıza hiç deÄŸilse bir kuytuya saklanıp, ilk krizin ardından, nasıl istediÄŸimiz yöne gidebileceÄŸimizi düşünmek, planlamak, uygulamak gelmiyor.Türkiye ekonomisini ancak birbuçuk, iki yıl sonra vuran 1930'ların Dünya Bunalımı döneminde, Bayar'ın önerileriyle gerçekleÅŸen ve ünlü altı okun arasına giren devletçilik, cumhuriyet tarihimizin en önemli ve etkili ekonomik politikası olmuÅŸtu. Tekstil, ÅŸeker, un, yaÄŸ, çimento ve demir çelik sanayilerimizin kuruluÅŸunu o politikaya borçluyuz. Bir daha asla o dönemdeki gibi, sosyo-kültürel boyutunu da, yaygın eÄŸitim boyutunu da gözeterek yurt çapına yayılmış kalkınma odakları üretmeyi baÅŸaramadık; eÄŸrisiyle, doÄŸrusuyla bugünkü sanayimizin, "sanayi kültürümüz"ün temelini de o politikaya borçluyuz.1946'dan itibaren bizzat kendisinin de saldırdığı bu politikaya ciddi bir alternatifi ne Bayar, ne Menderes getirebildi. "Her mahallede bir milyoner" sloganı, sınırlı ölçüde gerçekleÅŸti. Büyük kentlerimizdeki altyapı yatırımları nedeniyle, akıl almaz bir iç göç baÅŸladı. 1957'de deniz bir kez daha bitti.DPT'nin de kurulduÄŸu 1960'ların önemli politika deÄŸiÅŸimi, "ithal ikamesi modelinde sanayileÅŸme" idi; yani "montaj sanayii". Tüketim malları üretimi için dahi gereken teknolojik birikimi bu yolla edinip yavaÅŸ yavaÅŸ sanayimizin üreteceÄŸi katma deÄŸeri geliÅŸtirmek, ikinci büyük ve "düşünülüp tasarlanmış" politikamız oldu. 1930'ların altı ok döneminin "entegre" politikasının sosyal, kültürel, yaygın -okul sonrası, okul dışı-eÄŸitimsel anlayışının bulunmadığı bu dönem de baÅŸlangıç hedeflerini önemli ölçüde yerine getirdi: Ortaya ele gelir sabit sermaye yatırımları ve üretim kapasiteleri çıktı. 1960'ların sonu ve petrol ambargosunun yaÅŸandığı 1970'lerin başında, deniz yine bitti.Biter de biter1970'ler, Türkiye'de artık siyasetçilerin ekonomik, sosyal, kültürel politika üretmez, üretemez olduÄŸu; bu alanlardaki her sorunun kangrenleÅŸtiÄŸi bir dönem oldu. Bu durumu, 1960'ların ortasından itibaren yurt dışına çalışmaya gönderdiÄŸimiz göçmen işçilerimizin Türkiye'ye gönderdikleri "işçi dövizleri" bile kurtaramadı. Oysa en az yirmi yıl boyunca, işçi dövizleri giriÅŸi turizm gelirlerimizin üzerinde olmuÅŸtu.Demirel'in baÅŸ akıl hocası Özal'a -IMF yetkilileriyle birlikte hazırlattığı- 24 Ocak Kararları'nın '70'lerin demokrasi ortamında bile yürütülemeyeceÄŸi de açıktı. 12 Eylül döneminde, Özal'ın önce "ekonomiden sorumlu baÅŸbakan yardımcısı", 1983 seçimlerinden sonra baÅŸbakan ve cumhurbaÅŸkanlığına çıktıktan sonra da parti üzerindeki ağırlık ve denetimiyle "sınırsız sorumsuz" devlet baÅŸkanı olarak uyguladığı ekonomi politikası, beÄŸenelim, beÄŸenmeyelim, cumhuriyet tarihimizin üçüncü "derlice, topluca" tasarımı ve uygulaması oldu. Ama, uzun erimli çok önemli etkileri olacak büyük dönüşümlerin ne denli kısa erimli çözüm arayışları ya da kısa erimli özel amaçlar için çıkarıldığını henüz "tarihimiz" deÄŸilse de, gazete arÅŸivlerimiz yazıyor. 1990'lar da Özal'ın politikalarının ana çizgileriyle sürdürüldüğü bir hayhuy içinde tükendi. Deniz tekrar bitti. Yirmibirinci yüzyıla, yeni bir IMF reçetesi ile girdik. Bu arada, DPT'nin Sekizinci BeÅŸ Yıllık Kalkına Planı da Meclis'ten geçti. Yine "alacaklılarımızın baskısı" ile aile içi paylaşım çatışmalarına gömülmek üzereyiz.Bütün bu dönemlerin ortak bir özelliÄŸi, hiçbir zaman tutarlı ve kapsamlı bir tarım politikası hazırlanmamış ve uygulanmamış olmasıdır. Bir baÅŸkası ise, ekonomimizde her zaman büyük ağırlığı olan kamu sektörü payının, en yüksek düzeylere, en "liberal" olduÄŸunu savunan Menderes, Demirel ve Özal dönemlerinde eriÅŸtiÄŸidir. Size çarpıcı ve inanılmaz geldiyse, lütfen açıp DÄ°E verilerine bakın…Hiç deÄŸilse ÅŸimdi, artık bundan sonra "BindiÄŸimiz dalı nasıl kesmeyiz?" diye düşünmeliyiz. Çünkü bu gidiÅŸle, kesebileceÄŸimiz bir dal bile kalmayacak.Neden böyleKendimize sormamız ve yanıtını da mutlaka bulmamız gereken en önemli soru da, "Neden böyle oldu? Niye biz hep bindiÄŸimiz dalı kestik?" olmalı. Ben kendi payıma, temel sorunumuzun üretkenlik ve verimlilik kavramlarını her devirde gözardı etmiÅŸ olmamızdan kaynaklandığına inanıyorum. Ekonomimizin hem kamu, hem özel sektöründe; Meclis, partiler ve toplumumuzun her kesimindeki siyaset anlayışında; eÄŸitim sistemimizde; kentleÅŸmemizde; tarım politikalarımızda, istisnasız her alanda belki az ya da çok birÅŸeylere sahibiz; ama bu iki kavram hep eksik.Çünkü, bu kavramları dert edinenlerin başına olmadık ÅŸeyler geliyor: Pirinç üreticisi çalışıp didiniyor, birden, kararnameyle, iki hafta için pirinç ithalatından vergi kaldırılıyor. ÇaÄŸdaÅŸ anlayışa uygun kurulmuÅŸ bir et veya süt iÅŸletmesi, girdiÄŸi ihalede kalitesiz, hatta yenmeyecek ürün için kendisinden "daha iyi fiyat teklifi" veren rakibine karşı yitiriyor. Bankacı bu yıl için bütün hesaplarını en titiz tahminlerle hazırlamışken, geçen iki yıla yayılan yeni bir "vergi" yasası ile, yalnız bu yılın deÄŸil, geçmiÅŸ yılların artı dengelerinin bile bir anda eksiye dönüverdiÄŸini görüyor… Bu örnekleri her birimiz, hiçbir arÅŸiv karıştırmadan, beÅŸ dakika içinde iki kat çoÄŸaltabiliriz.Ya ekonomi kuralları, ya nüfuzÃœretkenlik ve verimliliÄŸin geçersiz olduÄŸu yerlerde, yalnızca nüfuz ticareti etkili olur. Devletin yatırım kararlarında, bankaların kredi kararlarında, sınai iÅŸletmelerin teknoloji seçiminde, tarım ürünlerinin taban fiyatları tesbitinde, gümrük ve vergi uygulamalarında, eleman seçiminde, bayındırlık kararlarında, eÄŸitimde…Oysa, hele ödünç aldığınız fonlarla iÅŸ yapıyorsanız, onlarla gerçekleÅŸtireceÄŸiniz üretimde, belirli bir dönem içinde, o fonun hem anapara, hem faiz borcunu ödeyebilecek kadar artı deÄŸeri, ürün fazlasını üretmiÅŸ olmanız gerekir. Aksi takdirde, "El atına binip caka satmanız" kısa sürer, çabucak attan iniverirsiniz. Türkiye çapında bir devlet için, bu sürenin on yılı aÅŸmadığını yakın tarihimiz söylüyor. Ãœstelik, borçlu devletse ve alacaklısı dünya yasalarına göre peÅŸine düşüyorsa, borçlu devlet ve ulus, bir Selim Edes'in, bir Halil Bezmen'in elde ettiÄŸi sefayı süremez…Kısa vadede, hiç deÄŸilse kiÅŸisel çıkarlara uygun görünen kararlar, uzun dönemde o kiÅŸisel çıkarları da sürükleyip götürür. Örnek mi? Haydi gelin, hep birlikte baÅŸlayalım, sonra ayrı ayrı sayıp dilediÄŸimiz kadar çoÄŸaltırız:Tarım ürünlerine dünya piyasalarından yüksek "taban fiyatları" verirsiniz; çiftçi mutlu olur. Sonra, ÅŸekeri, unu pancara, buÄŸdaya ödediÄŸiniz fiyatın yarısına ancak ihraç eder, zarara uÄŸrarsınız. Ãœreticiye borcunuzu bile ödeyemezsiniz.Çay, tütün, haÅŸhaÅŸ vb. ekim alanlarını geniÅŸletirsiniz. Ãœreticisi mutludur. Ama stok fazlası oluÅŸur; depolama maliyetine katlanmamak için, ürünü yakarsınız.Ä°malat sanayiini emekleme döneminde dış rekabetten korumak için yükselttiÄŸiniz gümrük duvarlarını, sektör "rüştünü ispat" ettiÄŸi zaman indirmezsiniz. Sanayici, karlıymış gibi büyür. Ä°mzaladığınız anlaÅŸmalarla o duvarların boyu kısalınca da, liberal iÅŸ adamı, devletin kendisini kurtarmasını, ya da fabrikasını "kamulaÅŸtırmasını" ister. Borcunu ödeyemeyip fabrikayı bankaya bırakmak da farklı deÄŸildir.Büyük gruplar kendi bankalarını kurar ya da edinir, daha ucuza, daha uzun süre fon saÄŸlar. Ama onun da önce bankası elinden gider, sonra da fabrikaları.Turizmci teÅŸviklerden yararlanıp "üç yıldızlık" otel yaptırır. Nüfuzunu kullanıp "beÅŸ yıldız" alır. Ama turisti o yıldızlara ikna edemeyince otel elden gider.Vasıfsız vatandaÅŸ, nüfuzlu tanıdık aracılığıyla bir kuruluÅŸa işçi veya memur olur, sonra aldığı aylığı beÄŸenmez. Ya da, bu kez kendi nüfuz ticareti yapar. Çünkü zamanın cumhurbaÅŸkanı, tüm memurlarının "iÅŸlerini bildiÄŸini" açıklamıştır.Ä°ktidardaki bir partiye üye, delege olur. Bir dikili aÄŸacı bile yokken sabit pazarda dükkan, han, hamam sahibi olur. Ä°ktidar deÄŸiÅŸince, ya parti deÄŸiÅŸtirir; ya yeni partililerin nüfuz ticaretinden yakınır.Köyden gelip iÅŸportacı olmuÅŸtur. Kamu veya özel araziye, bir "kondu" yapar. Evi ilk depremde yıkılır, ya da patlayan çöplüğün altında kalır…Senaryoların anafikriBu ve benzeri örneklerin ortak noktası, sizce de topyekun bir memur millet olduÄŸumuz deÄŸil mi? Çiftçiysek tarlamızda daha yüksek katma deÄŸer getirecek ürünler ekmeyi, ikinci, üçüncü ürün yetiÅŸtirmeyi düşünmüyoruz. Ä°ÅŸ adamıysak katma deÄŸerimizi yükseltebileceÄŸimiz sektörler arayıp girmiyoruz. Profesyonel bir meslek adamı isek, çalıştığımız kuruma bir üstünlük kazandırmaya uÄŸraÅŸmıyoruz. Zaten çalışmaya baÅŸlarken de, "bir iÅŸ yapmıyoruz", bir iÅŸe giriyoruz.Ama deniz yine bitti. BindiÄŸimiz dalı bir kez daha kestik. AÄŸaçta bundan baÅŸka çıkılıp kesilecek pek dal da kalmadı. Artık altmış yıllık rehaveti, alışkanlıklarımızı, nüfuz ticaretini kaldırıp bir kenara -bir daha çıkarmamak üzere- atalım. Bazı kesimlerde bu devrimin gerçekleÅŸtirilmesi için, yine "dış desteÄŸe" gerek var, evet, ama artık yaÅŸamımızı üretkenlik ve verimlilik üzerine kuralım. FatihleÅŸelim.Kurmak zorundayız. Yalnızca dünyanın, Avrupa BirliÄŸi'nin, çocuklarımızın önüne başımız dik çıkabilmenin deÄŸil, aynaya utanmadan bakabilmenin bile baÅŸka yolu yok.Ahmet ÃœNVER 25 Haziran 2001, Pazartesi Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!