Oluşturulma Tarihi: Haziran 22, 2003 00:00
Yeni dalgacılar arasında müstesna bir yeri olan yönetmen Francois Truffaut'nun, Fahrenheit 451 adlı şapşahane filminin mebzul miktarda kopyasını, bu ülkedeki bilumum sansür organına, savcılığa ve saireye postalamak lázım.Bilmeyenlere naçizane buradan ifşa edelim; Fahrenheit 451, ne okuyup okumayacağımıza karar verecek cüreti kendisinde bulabilen zihniyetin, kitap yakmak için gerek duyduğu derecedir. Anlayacağınız, káğıt, Fahrenheit 451'de erir.Truffaut'nun filminde, kitap okumanın yasaklandığı, zifiri zindan bir gelecek resmedilir. Gelin görün ki, gözünü sevdiğimiz evrimde çareler tükenmez. İtfaiye birliklerinin toplu kitap yakma ayinlerinden infernolar yükselirken, kurnaz kitap kurtları, düşünür taşınır ve bir formül geliştirirler: Her biri bir kitap ezberleyecek, ezberindekileri gelecek kuşaklara aktarabilmek üzere birer seyyar, ayaklı kitaba dönüşecektir.Ar mı? Haya mı?Biliyorsunuz; Marquis de Sade'ın 208 yıl önce kaleme aldığı ‘‘Yatak Odasında Felsefe’’ adlı eseri için toplatma kararı veren İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, yasaklara doyamamış olacak ki, şimdi de kitabın imhasına karar verdi. Mahkeme, kitabı, ‘‘Toplumun ar ve haya duygularını incitici, cinsi arzularını tahrik ve istismar edici’’ buldu. Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan kitap, Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurlu tarafından da; ‘‘Toplumun ahlak yapısıyla bağdaşmayan nitelikte, cinsi arzuları tahrik ve istismar edici’’ olması nedeniyle sakıncalı bulununca, Fahrenheit 451'e mahkûm edildi. Bu kitap, yayınevinin sahibi Ömer Faruk'un da ifade ettiği üzre, Avrupa üniversitelerinde, felsefe derslerinde okutuluyor, dünyada çevrilmediği lisan neredeyse kalmamış, internetten kolayca ulaşılabiliyor.Aynı yayınevinin daha önceden de Dragan Babic'e ait ‘‘Son Sürgün’’ adlı eserden dolayı bir ‘‘sabıkası’’ bulunuyor. Bunun yanında, Erje Ayden'in iki kitabı ve bu kitapların Türkiye'deki yayıncısı Bedri Baykam da aynı yasakçı mentalitenin kurbanları oldular. Onyıllardır New York'ta yaşayan, uluslararası çapta bir romancı olan Ayden'in ‘‘İkinci Cadde'nin Çılgın Yeşili’’ ve ‘‘Haupbanhauf'dan Bir Trene Bindim’’ adlı eserleri de yakılacak. (Bu arada; nası' yani? ‘‘İkinci Cadde'nin Çılgın Yeşili’’ yaklaşık iki yıldır, benimki de dahil, pek çok evin kütüphanesinde mevcut. Yarın bir gün evimi basıp muzır neşriyat arar mı bu ahlák kumkumaları acep?)FÜHRER AVRUPASIYakın babalar, yakın; yalnız hatırlatmak isteriz: Sizin girmek için didindiğiniz o AB, Führer dönemini geride bırakalı, onyıllar oluyor. Bu kakofonik yaklaşımınız da hiçkimseyi, hiçbir şeyden korumuyor.Sizin hükümranlığınız, bir görev dönemince sürerse sürer, bundan da acayip icraatlerinizin gazetelere düşmesi haricinde bir tek yakın çevreniz ve kapıkullarınız haberdar olur. Oysa o sözler, o anlamlar, ömürler, çağlar devirir; anlayacağınız topumuzu gömer...Eminönü kütüphanesi önünde, kafanızdan aşağı bir bidon benzin döküp kendinizi yaksanız bile, evrim şahidimizdir, amacınıza ulaşamazsınız...Yaranız mı var da gocunuyorsunuz? Beni bir gün bu milletin nafile hassasiyetleri öldürecek. Hamamda geçen bir banka reklamı yayınlanır, tellaklar ayaklanır. Bizimkiler dizisindeki Cafer rolü kanlarına dokunur, kapıcılar galeyana gelir. Seks kölesi bir sekreterin hikáyesini anlatan bir Fransız filmi vizyona girer, sekreterler isyan bayrağı açar! Buyrun, şimdi de doktorlarımızın protestosu geldi, tutmak ne mümkün! Biliyorsunuz, Asmalı Konak'ın Bahar'ının, Hodgkin Lenfoma, yani Lenf Kanseri'ne yakalandıktan sonra senaryo gereği tedavi amacıyla Amerika'ya uçması, yurdum doktorlarını birbirine kattı. Uzmanlar, ‘‘Bu tür kanserin öldürücü olduğuna ve memleket sınırları dahilinde tedavisi yapılmadığına’’ dair bir intiba uyandırıldığı için rahatsız. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı, durumun Türkiye'deki kanser hastalarını umutsuzluğa sürükleyeceği ve açıkça bir hastane reklamı yapıldığı gerekçesiyle diziyi RTÜK'e şikayet etti. Doktorlar bile bu kafayı güderse, bu memlekette elbette ki her türlü kitap,
film, şu bu yasaklanır. Yahu, dizidir bu. Senaryo icabı yani, mahsusçuktan... Hem nedir Allah aşkına? Belki Bahar Amerika'ya gidip bir Türk doktoruna görünecek; ne biliyorsunuz? Málûm, daha önce de yazdık, memleketteki en büyük beyin göçü, tıp sektöründe yaşanıyor. Yok, ısrarlıysanız, bu tutumunuzla bizi migrene ya da ülsere mahkûm etmeye kararlıysanız, istediğiniz gibi olsun: Bizi memleket sınırları dahilinde tedavi edin ki, hiç değilse öbür áleme göçtükten sonra adımız ‘‘yerli malı fındık’’ filan gibi, sevgi, iştah ve şehvetle yad edilsin!Bir sineklik terennüm ediyor:Ben sende tutuklu kaldım! Bunu da gördük ya, pes! Doğu'ya Sanat Köprüleri Festivali kapsamında Hakkari'de sahnelenen Gavara adlı oyunun dekorları arasında bulunan sineklik, renklerinden dolayı, ‘‘tutuklandı.’’ Hatta oyunda rol alan Mahir Günşiray'ın iddiasına göre: ‘‘İfadelerimizle birlikte sineklik de DGM'ye sevkedildi. Benimle birlikte dekoru asan kişilerin de ifadesi alındı. Tiyatro Oyunevi'ndeki herkes; 'Hepimiz astık' deyince, savcı 'O kadar kişi asmış olmayın, birkaç kişi asmış olsun,' dedi. Onun için Güven İnce ve Ece Eroğlu, bana yardım etmiş oldular. Sineklik savcının masasında duruyordu. Kendisi de tutanakta; 'Şu kadar eninde, bu kadar boyunda, yeşil, bordo, kırmızı, turuncu, sarı renklerin düzensiz sıralamasından oluşan dekor amaçlı sineklik' ifadesini kullandı.’’ Hakkari Cumhuriyet Başsavcısı Ali Yalçın, daha önce de kara yazı yazan ortaokul ve lise öğrencisi dört çocuk hakkında soruşturma başlatmış. Çocukların ayakkabıları incelenmek üzere laboratuvara, çocuklar ise kardaki ayak izleri alındıktan sonra, işledikleri suçun farkında olup olmadıkları anlaşılsın diye Van Devlet Hastanesi'ne sevkedilmişler.Yani neymiş: Kara basma iz olur, adalette nazar olur... Ayrıca cibinliğin beyazı makbuldür.Rüştü'nün ikrahı...İki kuruşluk ezberim vardı, o da tarumar... Bakar mısınız; bozkurt makamından ulumasına alışkın olduğumuz Rüştü Reçber'imizin, Barcelona'ya transfer olur olmaz verdiği röportajdaki beyanatlarına: ‘‘Sadece bir futbol takımına değil, başkaldırının sembolü olan bir kulübe gidiyorum. Bu takımın, diktatör Franco zamanında, Katalan halkının duygularını temsil ettiğini biliyorum. Ben böyle bir kültüre gidiyorum; bu kültüre hayranım.’’ Kaptanlığı henüz bırakmamış olduğu bir sezon öncesine dek, pazıbendinde üç hilal taşıyan Rüştü,
Fenerbahçe yönetiminin ve tribününün, en ufak bir hatayı bile affetmeyen; yıllar boyu kaleyi panter performansıyla koruyan kaptanını, hatalı bir gol yer yemez tekme-tokat-yumruk tartaklayan yaklaşımından ikrah getirmiş olacak ki maaşallah, hani işi gücü olmasa, kaleyi beklemesi gerekmese, dağlara çıkıp gerilla mücadelesine katılacak. Demek ki neymiş; İngilizler'in bir bildiği varmış. Demokrasi eğitimi, dayakla da verilebiliyormuş???
button