Güncelleme Tarihi:
Ali Baransel’in Demirel’le her dönemde görüştüğünü biliyordu ama...
İKİNCİ BİR EMRE KADAR MESAİ
12 Eylül döneminde, bir süre kimlik belgem olmadığı için kapıda askerler tarafından çevrildiğimi hatırlıyorum. Bu arada telefonla ya da yazılı emirler gelmeye başladı, ‘‘İkinci bir emre kadar mesaiye devam edilecek‘‘ şeklinde. Bizim idare amirini yangın araçlarının tatbikatı sırasında çan çalarken gördüğümde çok gülmüştüm.
Ali Baransel'i 25 yıl öncesinde tanıdığımda TRT'nin zarif, kibar, uzun favorili, uzun bıyıklı ve yakışıklı bir parlamento muhabiriydi. Sevgili Hüsamettin Çelebi'nin yanında geceyarılarına kadar bütçe görüşmelerini izler, metinleri ustalıkla özetleyerek radyodaki ‘‘Meclis Saati’’ ne yetiştirirdi. Meslekteki başarısına sıcak dostluğu, beyefendiliği ve dürüstlüğü de eklenince rahmetli Fahri Korutürk'ün çağrısıyla kendisini bir anda Çankaya Köşkü'nde buldu. O güne kadar kapılarını gazetecilere açmayan, olabildiğince uzak duran Çankaya 1974 Ocak ayından itibaren yavaş yavaş Baransel devrimlerine tanık olmaya başlayacaktı. Basın müşavirliğinden, sözcülüğe, hatta siyasi müşavirliğe kadar.
Ali Baransel berrak bir su damlası gibi Çankaya Köşkü'nde 16 koca yıl hizmet etti. Fahri Korutürk'ten İhsan Sabri Çağlayangil'e, Sırrı Atalay'dan Kenan Evren'e kadar. Birlikte çalıştığı Cumhurbaşkanı ve vekillerinin müşaviri değil, sırdaşı oldu. Tanıdığım yıllar boyunca şahidim ki, yalan söylemedi, saygısızlık etmedi, telefona çıkmaktan kaçınmadı. Kısa bir siyaset denemesi oldu, ardından RTÜK'e seçildi, kurumun başkanı oldu. Emekli olduktan sonra üç yıl Koç Grubu'nun Ankara temsilciliğini yaptı. Ve şimdi de TGRT'nin Genel Müdürü olarak yeni başarılara imza atmaya devam ediyor.
Benim bunca yıllık ‘‘gerçek dost’’ um sevgili Ali'yle günlerce geceli gündüzlü konuştuk. Rumelihisar'daki İskele'nin enfes balıklarını yiyip, ikamet ettiği Divan'da kahvelerimizi içtik, Çankaya'yı konuştuk. İnanıyorum ki, bu röportaj dizisi yakın tarihimize ışık tutacak, Ali Baransel de orada hakketiği yeri alacak. Değerli dostum Baransel'i anlatmaya kelimeler yetmez, en doğrusu sözü ona bırakmak.
‘‘Gazeteciliği Çankaya'ya taşımam çok zor oldu. Köşk o zamana kadar hep kapalı kalmış basına. Dokunulmazlık zırhı içinde basınla, halkla çok mesafeli ilişkiler yürütmüş. Cumhurbaşkanlığı'nın görüşleri Genel Sekreterlik tarafından ihtilal bildirisi gibi maddeler halinde açıklanıyor. İlk yaptığım iş Cumhurbaşkanlığı Sözcülüğü kurumu oldu. Bu köşte büyük devrim oldu, Genel Sekreter, rahmetli Fuat Bayramoğlu çok karşı çıktı. Uzun mücadelelerden sonra isteklerimi gerçekleştirdim ama doğrusu önceleri o bürokrat kadro benden hoşlanmadı. Benden basına fazla imkan tanımamam istendi. Hatta Köşkle ilgili her gelişmeyi, her olayı anında basına iletecek biri gibi gördüler beni. Bayramoğlu'nun dediği gibi Çankaya Köşkü de bir saray. ‘Binbir entrikanın geçtiği yer' diye anlatırdı. Derdi ki; ‘Cumhurbaşkanı'nın berberine bile dikkat edeceksin. Seninle ilgili ağzından bir laf kaçırır, düzeltmek zor olur.' Gerçekten de ütücüsünden garsonuna kadar Cumhurbaşkanına yakın görev yapan her kişi fevkalade önemlidir, Çankaya Köşkü'nde. Dengeler çok hassastır yani.’’
YANGIN TATBİKATI
Son günlerin modası ‘‘Telekulak’’ olaylarını Çankaya'da hiç yaşamış mıydı?
‘‘Görev yaptığım sürece Köşk'te telefon dinleme olayı yaşamadım. Yalnız 12 Eylül'den hemen sonra şöyle bir olay oldu. Bülent Ecevit o sırada ‘Arayış' dergisinde yazılar yazıyordu. Derginin yazı işleri müdürü beni birkaç defa arayarak Köşk'ün kendilerine soğuk davrandığından yakındı, gezilere alınmadıklarını belirtti. Ben de derginin yeni olduğunu, önümüzdeki günlerde listeye alınacaklarını anlattım. Bu konuşmalarımdan sonra bir rütbeli dostum bana, ‘Telefon konuşmalarında biraz daha ölçülü, mesafeli olsan iyi olur' dedi. Ben Çankaya'nın resmi ilk basın müşaviri ve sözcüsüyüm. Beni farklı kılan en büyük özelliğim yalansız, dolansız herşeyi cumhurbaşkanlarına duyduğum gibi aktarmak olmuştur. Hizmeti dümdüz yürüttüm, sevseler de sevmeseler de gerçekleri yüzlerine karşı söylemekten kesinlikle geri durmadım.’’
12 Eylül tayfunu Çankaya'da hızlı esmiş olmalıydı.
‘‘12 Eylül sonrası köşkte düzen değişti, sivil yönetim birdenbire katı disiplinli askeri yönetime geçti. Önce çam ağaçlarının kökleri beyaza boyandı, yollara trafik işaretleri kondu, yollar asfaltlandı, bütün personelin boyunlarına kimlikler asıldı. Bir süre bu kimlik belgem olmadığı için kapıda askerler tarafından çevrildiğimi hatırlıyorum. Bu arada telefonla ya da yazılı emirler gelmeye başladı, ‘‘İkinci bir emre kadar mesaiye devam edilecek‘‘ şeklinde.‘‘Bunlar Köşk personeli için yepyeni durumlardı. Bizim idare amirini yangın araçlarının tatbikatı sırasında çan çalarken gördüğümde çok gülmüştüm.
Ali'yi yakından tanımayanlar onu asker ya da emniyet kökenli sanırlar. Çok ciddi, az gülen, asık yüzlü biridir fotoğraflarda.
‘‘Zaman içinde, o ortamda, bende ikinci bir kişilik gelişti. Bu jestlerime, mimiklerime, konuşmalarıma, tavırlarıma hatta ses tonuma bile yansıdı. İçimde bir otokontrol ve sürekli iç dünyamı frenleyen bir mekanizma oluştu. Beni resmi iş dünyasında görenler asık suratlı bulurlar, sıkıyönetim komutanı gibi bile görürler. Halbuki ben özel hayatımda esprili, neşe saçan biriyimdir, sen bunca yıllık dostum olarak daha iyi bilirsin. Tabii yaş ortalaması 70 olan kişilerle çalışmak kolay değil. Sağ kulağımda bitmeyen çınlamalar, yüksek tansiyon ve taşikardi, o onurlu günlerden sağlığıma yansıyanlar... Vücudumun yarısını Çankaya'da bıraktım ama helal olsun, onuru bana yeter.’’
BAŞKA YER Mİ YOK?
Baransel'in siyasete atılmayı hiç düşünmediğini çok iyi bilirim. Ama 1991 seçimlerinde ‘‘Baba’’ bu vefalı dostuna çengel atmıştı.
‘‘1991 seçimleri sırasında ailece Antalya'da tatildeydik. Bir gün beni aradı ‘Beyefendi seninle görüşmek istiyor, acele gel’’dedi. Süleyman bey bana telefonda; ‘Ali'ciğim, artık politika yapma zamanın geldi, bunca yıllık birikimini parlamentoya taşımalısın' dedi. ‘Seni de yeni DYP vizyonunda görmek istiyoruz' diye ekledi. Süleyman Bey'le 30 yılı aşkın bir dostluğumuz var, her şart ve ortamda. Benden ilgisini, sevgisini, güvenini hiç esirgemeyen bir insandır. Onunla, Evren'in çok yakınında olmama rağmen, Zincirbozan dahil, yasaklı dönemi boyunca, mektupla, mesajla, telefonla ilişkimi hep sürdürdüm.
EVren biliyordu
Evren'in bunu bilmemesi mümkün değildi, buna rağmen bana en ufak bir sitemde, imada bulunmadı. Bir gün Cavit Çağlar arayarak evine görüşmeye çağırdı. O gece Çağlar'ın evinde ben, şimdiki TRT Genel Müdürü Yücel Yener buluştuk. Çağlar, boynuma sarılarak; ‘Ali'ciğim beraber politika yapacağız, inşallah iktidar olursak Bakanlar Kurulu'nda da beraber olacağız. Süleyman Bey seni basından sorumlu Devlet Bakanı olarak görmek istiyor. Garanti seçilmen için seni Manisa birinci bölgeden kontenjan adayı yaptı. DYP'nin en yüksek oy aldığı yer, üstelik büyük fark bekliyoruz' dedi. ‘Hayırlı olsun' dedim ama tereddüte düşmüştüm. ‘Sayın Çağlar, Manisa benim içime sinmedi' dedim. Evren'in doğum yerinden aday olmak onun karizmasından yararlanmak gibi olacaktı sanki. Oradan ayrıldım, Evren Paşa'yı aradım. ‘Süleyman Bey politikaya girmemi arzu ediyor, beni Manisa'dan aday gösterecekmiş' deyince ‘Bu da nereden çıktı böyle' dedi. Ne DYP'nin, ne de başka partinin hiçbir zaman üyesi olmadım, hatta seçimlere DYP üyesi olarak bile girmedim. Evren bana; ‘Manisa'dan başka yer mi yoktu' dedi. O sırada Süleyman Bey'le arasındaki buzlar çözülmüş değil, gerginlik devam ediyor. Belki aşırı derecede alınganlık gösterdim ama sözlerinden benim Manisa adaylığımından mutlu olmadığını sezinledim. Hemen Çağlar'ı arayarak Manisa yerine isterlerse Ankara listesine alınmamı söyledim. Öteki adaylar arasında büyük tartışmalar yaşanmış, sonunda Çankaya kontenjanından aday gösterildim. Çankaya CHP oylarının yoğun olduğu yer, karşımda da Mümtaz Soysal var. Seçilemedim, dolayısıyla benim ilk ve son siyasi denemem sona ermiş oldu.. Siyaseti hiçbir zaman düşünmemiştim zaten, ayrıca bilgi ve birikimimin bir parti çatısı altına sığacağına da inanmıyorum. Hele hala bu kadar lider sultası varken.’’
ECEVİT'İN ŞİKAYETİ
Bülent Ecevit o sırada ‘Arayış' dergisinde yazılar yazıyordu. Derginin yazı işleri müdürü beni birkaç defa arayarak Köşk'ün kendilerine soğuk davrandığından yakındı. Daha sonra bir rütbeli dostum ‘Telefon konuşmalarında biraz daha ölçülü, mesafeli olsan iyi olur' dedi.