OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 03, 2001 00:00
EVLER VE ŞEHIRLER II Türkiye'de bireysel yerleşimin tarihsel değişimi üzerine düşünmek şüphesiz insanı mimariden çok daha başka sonuçlara götürecektir. İçinde yaşamadım ama geçen yazıdaki müze haline getirilmiş gördüğümüz eski, iki katlı, avlulu evler üzerine bir düşünelim… En turistik hallerine Safranbolu'da rastlayabileceğimiz bu yapılar Kütahya'dan Sivas'a, Kastamonu'dan Amasra'ya benzer nitelikler taşırlar. Bunlar içinde kendiliğinden oluşan bir yaşam göre şekillenmiştir. Oda kapılarının önündeki paravandan, yüklük dolabının içindeki gusülhaneye kadar herşeyin bir işlevi vardır. Evin dış kapısının tam üzerindeki kafes, evin hanımının kimin geldiğini yüzünü göstermeden görmesini sağlar. Aynı kafesler balkonlarda da vardır. Bugünün aynalı camları gibi, dışarıdakiler içeridekileri göremez ama içerideki dışarıyı görebilir. Aslında bütün bunlar İslâm kuralları ve mahremiyetle ilgili ayrıntılardır. Ama bu duyarlıklar eve bir şekil verir. Kapıdaki farklı tokmaklar, biri kadınlar diğeri erkekler içindir ve misafir cinsiyetine göre belirlenen tokmağı çalarak evsahibini haberdar eder. Evin planı da bu tür ayrıntılar gibi hayatın mekanı belirlemesi sonucu oluşmuştur. Her odada bulunan ocak, ev ahalisine bir tür özgürlük sağlar. Ortadaki sofa evin meydanı gibidir. Bu evlerde daha çekirdek hale gelmemiş geniş ailelerin yaşadıklarını hatırlayalım. Bütün bu evler, Anadolu'da benzer noktalar taşısa da bulundukları topografyaya uyarlar. Sürmene konaklarının geniş saçakları bol yağmurlu Karadeniz ikliminin bir sonucudur, ama doğanın bu dayatmasına Sürmeneli ustalar estetik bilinçleriyle cevap verirler. Bahsettiğimiz evlerden hemen her yerde bulunabilir. Her ilimizin "eski evlerimiz" gibi turistik bir takıntısı var. Bundandır işte ahfadımızın yüz-iki yüz yıl önce ne tür mekanlarda yaşadıklarını çıkartabiliyoruz. Ama benim için 19. Yüzyıl sonlarından 1950'lilere İstanbul'da hızla oluşan apartman mahallelerindeki yaşam bir muammadır. Çünkü bunlarda müze haline getirileni yok. Ancak ben buradaki yaşam üzerine Cihangir, Beyoğlu,
BeÅŸiktaÅŸ gibi semtlerde oturan arkadaÅŸlarıma yaptığım kısa ziyaretlerden bazı fikirler edinmeye çalıştım. Bu evlerden birisi Cihangir'de, Alman Hastanesi'nden BeyoÄŸluna geçen kısa bir sokak üzerindeki eski bir binadaydı. Sokaktan saÄŸa, sonra sola dönünce Büyükparmakkapı SokaÄŸa çıkılıyor. Bina üç katlı, oldukça eski. Belli ki, bir zamanlar üç katlı müstakil bir konak yavrusuydu. Åžimdiyse her katında çevrede çalışan bekarların oturduÄŸu küçük bir apartman halini almış. Her biri bir daire haline getirilmiÅŸ katlar oldukça küçük. Mutfak tuvalete giden üç metrelik bir koridora yerleÅŸtirilmiÅŸ. (Su tesisatıyla ilgili pratik ama kötü bir çözüm.) Bir diÄŸeri Nevizade'nin bitimindeki, müşterisiz otelin karşısındaki bina. Evlerin kapıları bile devÅŸirme: asansör kapısı. Salon denilebilecek yerin tavanındaki menteÅŸeli tahtalar, önceleri buranın istenildiÄŸinde iki oda haline getirilecek bir kapıya sahip olduÄŸu gösteriyor. Aynı yapı, BeÅŸiktaÅŸ'taki on metrekarelik bir odada vardı. Bütün bunlar buralarda bir zamanlar benim arkadaÅŸlarım gibi bekarların deÄŸil ailelerin yaÅŸadıklarını gösteriyor. Bu gibi evlerde hala aileler bulunduÄŸu ise sokaklarda oynayan çocuklardan, apartman merdivenlerinde elinde torbalarla iÅŸ yorgunluÄŸuyla karşınıza çıkan mazbut adamlardan kolayca çıkarılabilir. Peki hepsi elli metrekare olan bir evde kiÅŸi mahremiyeti nasıl korunur. Henüz sinemalarda gösterime girmeyen, ama benim Ankara'da eski bir gecekondu mahallesinin üzerinde hızla yükselen elli-altmış daireli bloklardan birinde, ortasında bir bilardo masasının olduÄŸu bir salonda, DVD marifetiyle ikinci kez seyrettiÄŸim "Girl Interrupted" filminde, intihara eÄŸilimi yüzünden gittiÄŸi özel bir "akıl hastanesinde" Winona Ryder, kendisini bacaklarındaki kılları alırken seyreden siyahi hemÅŸireye "seni bacaklarının kıllarını alırken hiç seyreden oldu mu?" diye sorar. HemÅŸirenin cevabı: "Ä°ki çocuÄŸum ve küçük bir evim var." Kadınların regl dönemlerini açıkça erkeklere beyanı çok yeni bir olgudur. Televizyonda sıkça yayınlanan pet reklamlarından sonra kadınların beraber yaÅŸadıkları erkeklere sadece "hastayım" demeleri beklenemez. Bunu saklamanın ne gibi bir anlamı olabilir, sevgililer arasında böyle bir duyarlılığa gerek var mıdır? Bunları tartışmayacağım. Ancak elli metrekarelik bir evde, bedenimize dair bizim bile "pis" addediÄŸimiz eylemleri yaparken baÅŸkaları tarafından izlenebilmemiz sadece doÄŸallık adına bizi rahatlatmaz. Havalandırması dahi olmayan tuvaletleri sevgiliniz evdeyken kullanmanızdan bahsediyorum. Bedenimize içkin diye kimse bizi onlara raÄŸmen sevmek zorunda deÄŸildir. Ne var ki böyle bir doÄŸallık söylemine bizi mekanlar zorluyor. Geçen yazımızda müze evlerdeki "eyvan"lardan bahsetmiÅŸtik. Eyvan eve gelin gelen kızın özgürlük mekanıdır. Evin içinde sadece ona ait olan mekan orasıdır. Kaynanası ile kavga ettiÄŸinde girip orada aÄŸlar. Tabii ki elli metrekarelik evlerde gelinler kaynanalarıyla yaÅŸamaz. Ancak bu gibi küçük konutlarda modern birey için tuvaletten baÅŸka yalnızlık mekanı kalmaz. O da yukarıda bahsettiÄŸimiz gibi bir yerse yalnızlık da bir azap haline gelir ve çekiciliÄŸini yitirir. Bu evlerde babayla-annenin her eylemi çocuk tarafından izlenebilir. Åžimdi tek göz kondularda yanyana yatan yedi kiÅŸilik aileler geliyor akla. Yorganın altında görme duyusundan yoksun bir seviÅŸmenin taraflarından bedenlerine özen göstermelerini beklemenin anlamsızlığı baÅŸka bir konu. Ben kendi ÅŸahsıma yüz yıl önce bir cemaat içinde yaÅŸayan bireyin bugün özgür olduÄŸu söylenen yalnız bireyden daha mutlu olduÄŸunu düşünürüm. O zamanın evleri geniÅŸ sofaları ve ocaklı odaları ile kiÅŸisel mahremiyetin korunmasına da izin veriyordu. Åžimdiyse modern zamanların bireyleri olarak hem sırtımızı yaslayacak bir cemaatten hem de kiÅŸisel mahremiyetimizden korumaktan yoksunuz. Bunda içinde yaÅŸadığımız mekanların etkisiyse gözardı edilemez. Elbette ki fırsatını bulan aileler, Ä°stanbul'un bahsedilen mekanlarından kaçıyorlar. Oralarda benim arkadaÅŸlarım gibi bekar olan insanlara kalıyor. Mutfaklarını fazla kullanmayan, yatıya kalacak birden fazla misafirleri olmayan insanlar bunlar. Mekanlar asıl sahiplerini buluyor neticede. Mekanla-insan arasındaki iliÅŸki de insandan mekana deÄŸil, mekandan insana doÄŸru geliÅŸiyor artık. YaÅŸamsal pratiklerine göre evini kuramayan insancık, yaÅŸamsal pratiklerini kurulmuÅŸ bir eve göre biçimlendiriyor. O küçük evlerde aÄŸda yapan anneler de, aÄŸdanın ÅŸekerinden yaptıkları bonbonlarla avutuyorlar sokaÄŸa gönderdikleri çocuklarını. Hakan KAYNAR - 3 Ocak 2001, ÇarÅŸamba Â
button