Güncelleme Tarihi:
‘‘Yıkıntıların çevresinde dolaşır, dururduk. Annemle babamın dükkanı bombardımanda yıkılmıştı. Yeni evimiz de bombalandı. Hep takas yapardık. Çiftçiler bundan kârlı çıktı. Bir ay piyano dersine karşılık bir un çuvalı, bir torba çilek, bir kat elbise... Annem, babam, erkek ve kız kardeşlerim, hepimiz aynı odada uyurduk. Aslında öğrendiğimiz şey bekleme sanatıydı; yeni bir pantolon için beklemek, yeni bir çift ayakkabı için beklemek, herşey için beklemek, beklemek... Biz savaş sonrası kuşağız. Herşeyi gördük geçirdik. Ama tek yol ayakta kalmaktı.''
YÜZYILIN EN VARLIKLI KUŞAĞI
Onlar İkinci Dünya Savaşı sırasında ya da hemen sonrasında doğan ve bugün 45-57 yaş arasında olan insanlar. Ekonomik açıdan kötü koşullarda ve yaşamın birçok alanında sınırlı şanslar yakalayarak büyüdüler. İşte bu yüzden onlara ‘‘Mahrumlar’’ dendi. Ama 1968'den itibaren dünyada farklı rüzgarlar estirdiler. Çoğu kişisel özgürlük ve ekonomik gelişme için mücadele verdi. Bugün her biri belirli yerlere gelmiş anne, baba ve hatta büyükanne, büyükbaba... '70'leri özlüyorlar ama düşünce sistematiklerine bir miktar gerçekçilik de eklenmiş durumda.
Hayatın akışını ‘‘Çok hızlı’’ buluyor ve çok kültürlü, ‘‘aşırı bilgilenen’’ bir dünyada yaşamaktan rahatsız olduklarını dile getiriyorlar. Bu da onları seçici, aynı zamanda da ihtiyatlı olmaya itiyor. Uzmanlar, mahrumların bu yüzyılın ‘‘En varlıklı’’ kuşağı olduğuna inansa bile, onlar güçlükle kazanılmış mali güvencelerinin kaybolacağını düşünüyorlar. Finansal kurumları, ihtiyaçlarını karşılamakta başarısız buluyorlar. Çoğu piyasayla ilgili ciddi kuşkular taşıyor. Bütün ülkelerde gelecekteki mali durum konusunda genel bir güvensizlik hakim. Bu yüzden gayrı menkul, banka hesabı, sigorta poliçesi gibi ‘‘güvenli’’ yatırımlara yöneliyorlar. Ancak İngilizler ve Amerikalılar bu konuda istisna teşkil ediyor ve bu yüzden başlıca satıcılar onlara hitap ediyor.
Çok kuşkucular. Toplum tarafından hayal kırıklığına uğratıldıklarını, artık gençliklerinde yaptıkları gibi bir şeyleri değiştirme gücüne sahip olmadıklarını düşünüyorlar. Bir yandan özgürlüğe önem veriyor, bir yandan da ahlaki değerleri ön planda tutuyorlar.
Mahrumlarda ‘‘mahremiyet’’ çok önemli. Bu yüzden posta kutularına atılan el ilanlarını mahremiyetlerine yapılmış bir tecavüz olarak görüyorlar. Katalogları benimsiyorlar. Gazeteleri de önemsiyorlar. Sadece görselliği sevmiyorlar; okuyorlar. Çoğu günde en az bir gazete alıyor. Gazetelerin görsel medyadan daha dürüst olduğunu ve tekrar başvurma imkanı sağladığını düşünüyorlar.
Enformasyon teknolojisi mahrumlara yabancı geliyor. Çok azı rahat bir şekilde kullanıyor. Bilgisayara düşmanca bir tavır alıyorlar. Onlara göre bu teknoloji ‘‘baş döndürücü’’ bir hızla ilerliyor. Bu yüzden uyum sağlamakta zorluk çekiyorlar. Bir yandan bilgi almak isterken, bir yandan da bilgi miktarının aşırı olduğunu ve İnternetin kontrolsuz bilgi akışına neden olacağını düşünüyorlar. İzolasyona ve insanlıktan uzaklaşmaya yol açtığını düşünüyor, onu asosyal davranışların temsilcisi olarak görüyorlar.
İNTERNET'E DÜŞMANLAR
Hukuk düzeni ve yozlaşma kaygılanmalarına neden oluyor. Mesela Finlandiya ve Amerika'da yaşayan mahrumlar sokakta kendilerini güvenlikte hissetmediklerini belirtmişler. Suçların günümüzde daha da arttığını ve polisin suçları önlemede yetersiz olduğunu düşünüyorlar. Cezaların suçlara uygun olmadığını söylerken, hukukun sorunlarla mücadelede yetersiz kaldığını belirtiyorlar. Toplumun çöktüğü, yozlaşmanın özellikle üst düzey yetkililer arasında fazlalaştığı görüşündeler. Bu konuda bir Yunanlı ‘‘Herkes bağlantılarını kurarken ilişkilerimi dürüst bir şekilde sürdüremem’’ demiş.
Gençliklerinde uyuşturucuya ılımlı bakan mahrumlar, günümüzde her türlü uyuşturucunun kullanımına karşılar. Soruları yanıtlayan birkaç kişi gençliğinde uyuşturucu kullandığını açık açık söylemiş olsa bile, şimdi satılan uyuşturcuların kolay elde edilebilmesini olumlu karşılamıyor. Mahrumlar bugünkü uyuşturucuları ve kullanım yöntemlerini geçmişe oranla daha tehlikeli görüyorlar. Bir diğer kaygıları ise cinsel yolla bulaşan hastalıklar. Tabii ki bunların başında AİDS geliyor. Kimisi, bir dönem özgür cinsel ilişkiyi savunmuş olmalarından kısmen de olsa suçluluk duyuyor: ‘‘Birçok şey denedik ama birçok hata da yaptık. Biz bencildik ama gerçekten güzeldi, çok eğlendik!’’ diyor bir İngiliz. Bir Hollandalı amca ise o günleri şöyle anıyor: ‘‘Bazen işler gerçekten kontrolden çıkar. Herşey fazlasıyla aşırıydı. Özellikle seks ve uyuşturucular kısmı. Ne olacağını bilmeden şişeleri açıp cinleri serbest bıraktık.’’
Kapsamlı araştırma
Savaş sonrası yaşanan nüfus patlamasıyla birlikte dünyaya geldiler. Sınırlı şartlarda büyüdükleri için onlara ‘‘Mahrumlar’’ dendi. Gençliklerinde ise çılgındılar ve dünyayı değiştirmeye kalktılar; ‘‘Çiçek çocukları’’ adını aldılar. Sonra büyüdüler. Hem de çok. Hayata atıldılar. Bugün 45-57 yaş arasındalar ve onlar için söylenebilecek en belirgin söz, eskisi kadar cesur olmadıkları...
1940-1952 yılları arasında nüfus patlaması yaratarak dünyaya geldikleri için ‘‘Boomer Kuşağı’’ adı verilen bu kuşağa mensup insanlar geçtiğimiz yıl çok kapsamlı bir araştırmaya tabi tutuldu. RIO (Research International Observer), tüm dünyada yürütülen, yıllık, nitel bir araştırma programı. RIO'nun amacı, pazarlama ve reklamla ilgili olarak dünya tüketicisini anlamayı sağlayan araştırmalar yapmak.
Bugüne kadar ‘‘Dünyadaki Beslenme Eğilimleri’’, ‘‘Ergenlik Çağındakiler’’, ‘‘Kadının Rolünün Erkeğe Karşı Gelişimi’’ ve ‘‘Genç Yetişkinlerle İletişim Kurma’’ üzerine çalışmalar yapan RIO'nun son araştırması bu.
Araştırma, ‘‘Mahrumlar’’ın bugünle ilgili kaygılarını, yaşam tarzlarını, geleceği nasıl algıladıklarını, medya ve iletişim konusundaki kriterlerini, marka ve reklamlarla olan ilişkilerini inceliyor. 45-57 yaş arasındaki bu insanlar her türlü soruyu açık yüreklilikle cevaplamış. Amerika'dan İngiltere'ye, İspanya'dan İsveç'e, Türkiye'ye kadar 16 ülkede 4-8 kişi arasında değişen 77 örnek grup oluşturulmuş. Irk ve din kotası konulmaksızın orta gelir grubundaki evli, bekar, birlikte yaşayan, çocuk ve hatta torun sahibi olan insanlarla üç saatten fazla süren görüşmeler yapılmış. İşte sonuçları...
Ya gelecek?
Avustralya ve İngiltere'de yaşayan mahrumlar gelecekle yüz yüze gelmekten korkarken, Kuzey Avrupalılar geleceğe daha iyimser bakıyor. Güney Avrupa ve Amerikalılar hem kendi gelecekleri, hem de dünyanın geleceği konusunda karamsar. Japonlar, Belçikalılar ve Türkler arasında ise geleceğe hem iyimser, hem kötümser bakanlar var. İyimserler, gelecekte daha fazla tıbbi buluş, daha ileri teknoloji ve dolayısıyla daha az kirlilik olacağını, insani değerlerin tekrar ortaya çıkacağını düşünüyor. Uzun ve huzurlu bir emeklilik yaşayacaklarını ve yaşlılıkları için yeterli paraları olacağını öngörüyorlar.
Karamsarlar ise dünyaya giderek yalnızlığın egemen olacağını düşünüyorlar. İşsizlikten, emekli aylıklarının ödenmemesinden korkuyor, yaşlılıkla yüzleşmek istemiyorlar. Onlara göre dünya giderek daha acımasız olacak ve istikrarsızlaşacak. Kirlilik had safhaya ulaşacak, hastalıklar artacak, hükümetler dağılacak...
İdolleri ve nefret ettikleri
Mahrumlara kuşaklarının olumlu ve olumsuz temsilcileri de sorulmuş. Örnek aldıkları insanların kendileriyle aynı kuşaktan olmadığı gözlenmiş; çoğu yaşlı, bazıları yaşamıyor ve bazıları da onlardan daha genç!
İdolleri: Rahibe Theresa, Papa 23. Jean Paul, Gandhi, Nelson Mandela, Martin Luther King, Dr. Fleming, Eleanor Roosevelt, Jackie Kennedy, Barbara Streisand, Judi Dench, Glenda Jackson, Catherine Deneuve, Christopher Reeve, Weary Dunlop, Johan Cruff...
Nefret ettikleri isimlerin başında ise Hitler geliyor. Ve diğerleri: Pol Pot, Castro, Kaddafi, Michael Jackson, Madonna, Ruby Wax, Diego Maradona, Eric Cantona, Oasis, İngiltere'de Kraliyet Ailesi'nin genç üyeleri...