Güncelleme Tarihi:
Marmara depremi, Erzincanlılar’ı yedi yıl öncesine götürdü
Erzincan'ı 13 Mart 1992 tarihinde yerle bir eden depremden, yetişkin ya da çocuk sağ kurtulanların hiçbiri psikolojik tedavi görmemiş. Bunun nedeni 1992 yılında ve sonraki yıllarda ilde tek bir psikolog ya da psikiyatrist bulunmayışı. Erzincanlılar depremin yarattığı ruhsal yıkıntıyı
birbirleriyle konuşarak ve inançlarına daha çok sarılarak atlatmaya çalışmışlar. Ancak Marmara Bölgesi'ndeki depremle birlikte, eski psikolojik arazların yeniden baş gösterdiğini söylüyor hepsi. Yine de şanslılar. Çünkü Erzincanlılar’ın bir adet uzman hekimleri var artık!
‘‘Ben deprem sırasında Ankara'daydım. Döndüğümde Erzincan'da, deprem öncesi ve deprem sonrası diye bir milat olmuştu. Hiç kimse tanıdığım o eski insan değildi artık. Artık kimse aynı olamazdı, bunu anladım.’’ Erzincan Belediyesi'nde görevli Muammer Akartepe'nin sözleri bunlar. Belediye Başkan Yardımcısı Bircan Ekinci'nin odasındayız. Niyetimiz, deprem sırasında enkaz altında kalan ve aynı yerde en yakın sekiz arkadaşını kaybeden Ekinci'yle konuşmak, deprem sonrası yaşadıklarını dinlemek. Odada Başkan Yardımcısı'nı ziyarete gelenlerin durumu ondan farklı olmadığı, hatta içlerinde çok daha kötüsünü yaşayanlar olduğu için herkes bir arada konuşuyor. ‘‘Binalar yapılır ama gönülleri kim saracak?’’ diyorlar. ‘‘İnsanların ruh durumu açısından Marmara'da asıl deprem 15 gün sonra başlayacak,’’ diyorlar. ‘‘Şunu iyi bilin ki o bölgeye yakında siyasiler giremeyecek, duyulan öfkeyi ve acıyı bizden daha iyi kim bilebilir?’’
PSİKOLOJİ BİLMİYORDUK Kİ
Bircan Ekinci deprem gecesi 8 arkadaşıyla şehir kulübündeymiş. Deprem sonrası iki saat enkaz altında kalıp kurtarıldığı zaman, ‘‘Erzincan'ın beyin takımı, avukatlar, iktisatçılar, doktorlar’’ dediği sekiz çocukluk arkadaşının ve aynı bloktan 56 kişinin hayatını kaybettiğini öğrenmiş. Acilen götürüldüğü SSK hastanesinin de yerle bir olduğunu görünce işin boyutunu anlayabilmiş. ‘‘Enkaz altıydayken şöyle düşündüm,’’ diyor. ‘‘Bu trafik kazası değil, Allah'tan gelen bir şey. Kelime-i şehadet getirmeye çalıştım ama kelimeleri yanyana getiremiyordum.’’ Bircan Ekinci, depremden başlayıp bugün hala süren korkularını şöyle dile getiriyor: ‘‘2 yıl boyunca saçakların altından yürüyemez oldum. Karanlığa dayanamıyordum, ışık açık uyuyordum. Asansörde hala çok huzursuzum. Her elektrik kesintisinde bütün Erzincan hala ayağa kalkıyor, her seferinde deprem sanıyoruz. Bir de dostlarımı kaybettim, sürekli onları anıyorum. Neşemizi kaybettik artık bizler.’’ Bircan Ekinci bunları aşmak için hiçbir psikolojik tedavi görmemiş. O dönem ve izleyen yıllarda Erzincan'da zaten psikiyatrist de yokmuş. ‘‘Psikolojik yardım diye bir şey bilmiyorduk ki. Ancak bir yıl sonra ODTÜ'lü birkaç profesör bu konuda bir çalışma yaptı. Bu da tez olarak kaldı, yazılanlar doğrultusunda hiçbir çalışma yapılmadı Erzincan'da.’’
Bircan Ekinci, kendisini bırakıp İbrahim Mevsim'le konuşmamızı söylüyor. Çünkü o depremde hem enkaz altında kalmış, hem de eşini, iki çocuğunu, annesini ve yeğenini kaybetmiş. Mobilyacı olan İbrahim Mevsim anlatırken o kadar ayrıntılara giriyor ki, o anı aynen yaşadığı belli. Kendisi üç saat boyunca kaldığı enkazdan çıktıktan sonra, kendi evi, babasının evi ve ağabeyininki arasında çaresizce mekik dokumuş. ‘‘Sonraki günlerde insanlar bana, 'ilaç mı aldın?' diye soruyorlardı’’ diyor. ‘‘Oysa ailenin ayakta kalmış tek bireyiydim. Allah böyle bir güç verdi. Hiçbir yardım gelmedi psikolojik olarak. Ben de maneviyata ağırlık verdim, o zaman biraz olsun hafifliyorsunuz. Davranış bozuklukları var tabii. Bazen insanlar eleştiriyorlar beni, ben de onlara 'deli olup yollara düşmedim ya, daha ne istiyorsunuz' diyorum.’’ İbrahim Manav, 1992'den bu yana karanlık korkusu duyuyor, yüksek binaya girmiyor, girmek zorunda kalınca da pencereden dışarı bakmıyor asla.
VİCDAN MUHASEBESİ
Eskiden gazeteci olan, şimdiyse Belediye'de çalışan Ünal Tuygun da deprem sonrası ciddi rahatsızlıklar yaşayan biri. Ondaki daha çok vicdan muhasebesi biçiminde kendini gösteriyor. Çünkü annesinin ve kızkardeşinin itirazlarına rağmen, onun zoruyla taşındıkları ev yerle bir olmuş ve her ikisini de kaybetmiş. ‘‘'Senin yüzünden öldüler' diyen anneannemin feryadı hala kulaklarımdan gitmiyor,’’ diyor. ‘‘İlk birkaç gün üzüntülüydüm ama aklımı kaçırmadım. Sonra başladı. Gündüz yiyorum, içiyorum, gülüyorum. Akşam saatleriyle birlikte muhasebe başlıyor. Korkunç bir vicdan muhasebesi. Marmara'da da acılar daha sonra çıkacak. Çocuklarını kurtaramayanlar suçluluk duygusundan inanılmaz bir psikolojik güçsüzlük yaşayacaklar. Bendeki arazlar korkunç bir sinirlilik hali ve kol ağrıları olarak ortaya çıktı. Sonunda Ankara'ya Hacettepe'ye gittim. Doktor Erzincanlı olduğumu duyunca muayene bile etmeden depresyon ilacı verdi. Hala da alıyorum. Düşünün Erzincan'da bunu yapacak bir kişi bile yoktu.’’
SEVİŞMEK SABAHA KALDI
Görüştüğümüz Erzincanlılar, ortaya çıkan en belirgin arazın insanlardaki hırçınlık olduğunu söylüyorlar. Söylenen bir başka şey de, karı kocaların sevişmek için artık sabah saatlerini beklemeleri. 1939 depremi, Varto depremi, 1992 depremi, PKK, bütün bunların sonucu onlar için şu anlama geliyor: ‘‘Erzincan insanı artık eğlenemez, dışarı çıkıp gezemez. Ticarete girişemez. Risk alamaz. Bu deprem psikozu geçmez. Düğünlerde bile uzun hava ve ağıt var, bu böyle sürecek çünkü hiçbir yardım yok psikolojik alanda. Oysa Erzincanlılar sosyaldir. İmkan olsaydı tedavi için çekinmeden doktora giderlerdi.’’
Erzincan'da 1992 yılından sonra ortaya çıkan bir başka ilginç olgu da arabaya düşkünlüğün artması olmuş. En kıymetli arsalar, tarlalar satılmış, araba alınmış. Bunu şöyle açıklıyorlar: ‘‘Deprem sırasında araba, yani yaralıların taşınması en büyük sıkıntıydı. Üstelik kıştı ve insanlar sokakta kaldılar. Artık insanların evi yok ama arabası var. Araba inanılmaz bir güven duygusu veriyor Erzincanlı'ya.’’
Erzincanlılar, Marmara depremini herkesten daha fazla içlerinde hissederlerken, aynı zamanda bir başka olayın acısını da yaşıyorlar bugünlerde. 1992 sonrası Erzincan'dan Marmara bölgesine göçmüş yüzlerce insanın, yüzlerce yakının bu kez de ölüleri geliyor oraya. Onlara göre, Erzincanlı için yalnızca depremden kaçılamadığının işareti ya da bir tür mukadderat değil bu. ‘‘Devlet, diyorlar, devlet artık ders alsın. Hiçbir şey yapamıyorsa çocukları düşünsün. Tekrar söylüyoruz, kimse farkında değil. Marmara'ya yakında siyasiler giremeyecek.’’
<>
Askeri hastanedeki hekim dışında, buradaki tek psikiyatristsiniz galiba...
- Evet, üç buçuk ay oldu Erzincan'a geleli. Daha önce deprem geçirmiş insanlarla ilgili bir deneyimim olmamıştı.
Bu üç buçuk ay içindeki gözlemleriniz ne?
- Buraya geldikten sonra gördüm ki, hastanemize panik bozukluğu ve depresyon şikayetleriyle gelen hastaların hepsinin derininde depremle ilgili anıları yatıyor. Bunların çoğunun birinci derecede yakın kayıpları olan kişiler olduğunu gözlemledim. Bu kişilerin beklediğimizin aksine, ruhsal şikayetlerini daha kolay dile getirdiğini gördüm. Bu ilginç bir şey, çünkü bu bölgenin sosyo-kültürel özellikleri nedeniyle, bizim somatik dediğimiz tür, özünde psikolojik ama kendini fizyolojik olarak hissettiren ağrı şikayetleriyle başvuracağını sanıyordum. Oysa özellikle bayan hastalar ‘‘umutsuzluğum var, hayattan zevk alamıyorum, sürekli moralim bozuk’’ ifadelerini kullanıyorlar.
Gördüğüm kadarıyla Marmara'daki deprem bu insanları yeniden çok etkilemiş..
- Hem de çok. Hastalık belirtileri çok azalmış hastalarda bütün belirtilerin yeniden arttığını gördük. Özellikle gündüz hiçbir şikayeti olmayan ama geceleri korkular yaşayan hastalar başvurmaya başladı son üç beş gündür. Panik atak vakaları için geceleri acile çok sık çağrılıyoruz. Son üç aydır günde on hastaya bakarken, depremden beri yirmi, yirmi beş hastaya baktığımız oluyor. Özellikle son bir iki gündür, 92 depreminden sonra buradan göçmüş ve Marmara bölgesine yerleşmiş ve bu kez de 17 Ağustos depremini geçirip Erzincan'a dönmüş hastalar geliyor.
Deprem sonrası genellikle hangi sendromlar görülüyor?
- Bizim akut stres diye adlandırdığımız bozukluk, özellikle bu tür bir travmadan sonra ilk bir ay içinde ortaya çıkar. Genellikle nefes darlığı, çarpıntı, sıkıntı hissi. Kişi kendisine o olayı hatırlatan çeşitli uyaranlardan uzak olma çabasına giriyor. Uykusuzluk, yalnız kalamama, karanlıkta yatamama gibi belirtilerden bahsediyor. Bugün bu tür şikayetlerle gelen hastalarımız oldu, gündüz hiçbir sorun yok, özellikle deprem saatinde uyanma var. Deprem sırasında bu belirtiler hemen ortaya çıkmıyor. Çünkü bu dönem bir şok, şaşkınlık ve öfke dönemi. Kişiler için somut sorunlar o kadar önem arzediyor ki, o anda psikolojik kaybının farkına varmıyor. Bu son depremin etkileri, dolayısıyla daha uzun bir sürede görülecektir. Bunları yaşayan insanların mutlaka yakın psikiyatrik gözlem altında tutulmalarında fayda var. Çünkü bu insanlarda travma sonrası stres bozukluğu dediğimiz patolojiler ve depresyonlar gelişecektir. mutsuzluk, karamsarlık, işleri yapmakta zorluk gibi belirtiler varsa, vakit geçirmeden bir psikatriste başvurmalarında yarar var.
1992'den bu yana bu alanda hiçbir şey yapılmamış Erzincan'da. Peki bugün ne yapılıyor?
- Planlanmış hiçbir hizmet yok burada. Ancak ben yakın kaybı olan kişilerden para almıyorum. Erzincan'da bir ben varım, bir de askeri hastanedi psikatrist bir arkadaş var. Sigorta hastanesinde yok. Bu ülkede hiç psikatrist olmayan on beş vilayet var, Erzincan istisna değil.