Güncelleme Tarihi:
Kendisiyle ABD ve Türkiye’deki son gelişmeleri konuştuk. Brzezinski, ABD dahil kimsenin Suriye için alternatif bir politika üretebildiğine ikna olmuş değil. Türkiye’nin önündeki en önemli meselenin ise modern toplumla, İslamiyet arasındaki dengeyi tutturmak olduğunu düşünüyor.
SURİYE İÇİN SÖYLEM POLİTİKA UÇURUMU
Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz?
Öncelikle Amerika’nın politikasına bakışımı anlatayım. Ben ABD’nin Suriye konusundaki tepkilerini eleştirdim. Dikkat edin tepki diyorum, politika değil. Başkan Obama sorun baş gösterdikten bir süre sonra “Esad gitmeli” dedi, ama bunu Esad’ı nasıl göndereceğine dair uygulanabilecek bir politika ortaya koymadan söyledi. Başkan Obama’nın kendisi bunu söyledi diye Esad’ın hemen yatak odasına gidip bavulunu toplayacağını düşünecek kadar naif olduğunu düşünmüyorum. Söylem ve politikalar arasında ciddi bir uçurum var.
Türk hükümeti ise Batı Esad’a ‘git’ demeye başladıktan epey sonra o kampa katıldı. Ama katıldıktan sonra da en sert Esad karşıtı oldu.
Türkiye’nin duruşundaki bu dramatik değişimin biraz Obama’nın açıklamasını andırıp andırmadığını merak ediyorum. Bu tür açıklamalar yapmak hoş da eğer söylediklerinizi politika olarak uygulayamazsanız bir anlamı yok. Eğer coğrafi olarak Şili’nin yerinde olsaydınız, Türkiye’nin ne yapıp ne dediği çok fark etmeyebilirdi. Ama Suriye’de entegre olmayan bir patlamanın sonuçları ülkenizi birebir etkileyebilir. Kürt sorununu da, Alevileri de. Politika üretmekte biraz deneyimi olmuş bir insan olarak, bir kimsenin eyleme dönüştürmeye hazır olmadan eylemlerden bahsetmemesi gerektiğini düşünüyorum.
MUHALİFLER İÇİN HÂl ŞÜPHELER VAR
Esad’ın gitmesini savunan güçlerin hâlâ somut bir planı yok mu demek istiyorsunuz?
Muhaliflerin uzlaşması iyi bir şey. Bunu başarıp yeni bir konsey kurduklarına sevindim. Ama sonrasında yaşanan gelişmelere bakın. Fransa hemen resmen tanıdığını açıkladı. Bir gün sonra Amerikan basını bunu Başkan Obama’ya sordu ki -kendisi de bu sürecin parçasıydı- net olarak ABD’nin tanıma konusunda Fransızlar kadar ileri gitmeye hazır olmadığını söyledi. Yani aslında herkes hâlâ yeni bir formül, yeni bir politika arayışında. Patlamaya hazır bir konuda yeni bir formül ararken de rejim muhaliflerinin sadece bir bölümünü tanıyoruz. Belki de bu muhaliflerle ilgili şüphelerimiz var demenin kibarcası. Bence olay hâlâ erken bir aşamada ve üzerine yeterince kafa yorulmuş değil.
Peki size göre doğru formül nedir?
Rusya ve Çin’i yanımıza almak için kolektif bir çaba göstermemiz gerekiyor. Amerikan politikasını öncelikli olarak İngiltere ve Fransa’nın desteğine endekslemenin en iyi formül olduğunu düşünmüyorum. Zira bu bölgedeki insanların İngiltere ve Fransa konusunda bizim gibi iyi duygusal anıları yok. Bunun farkında olup hassasiyet göstermemiz gerekiyor.
HERKES ADAY OLABİLİR ESAD DA DAHİL
Yeni Suriye’de Esad’ın da parçası olduğu bir formüle şans veriyor musunuz?
Suriye halkının gerçekten ne istediği konusunda yeterli bilgim yok ve bence bunu kimse de bilmiyor tam olarak. Evet Suriye’de ayaklanma ve şiddet var ama bu bir iç savaş değil. Ben baştan beri uluslararası toplumun Suriye halkının kendilerini yönetecek kişilere karar vereceği bir siyasi süreci savundum. Ama biz –biz derken Batı’yı daha çok ABD’yi kast ediyorum- herkesin bu süreçte aday olabileceği ihtimalini dışlamamalıyız. Yeni bir siyasi sürecin işlemesi için öncelikle ateşkes sağlanmalı, ortamın sakinleşmesinin ardından da uluslararası toplumun denetiminde yeni bir seçim yapılmalı. Bunun gerçekten işleyebilmesi için hayati olan ise Rusya ve Çin’in sürecin parçası haline getirilmesi. Bir de İranlıların seçim sürecinin aktif olarak altını oyması engellenmesi. Bu söylediğim atmosfer sağlanabilirse o zaman yeni seçimlerde herkes aday olabilir. Eğer Esad da tekrar aday olmak isterse, Washington’da ve Ankara’da hangi gerekçeyle ‘aday olma hakkı yoktur’ diyebiliriz ki?
İran Türkiye gibi olsa bölge ‘iyiye’ dönüşür
ATLANTIC Council’in İstanbul buluşmasında yaptığınız konuşmada ‘İran Türkiye gibi olsa bölge neye benzerdi?’ sorusunu gündeme getirdiniz. Tam olarak neyi kastediyordunuz?
Aslında söylediğim son derece basit. 2009’daki olaylar başarılı olsaydı belki de İran da Türkiye’nin olduğu şeye benzeme yoluna girecekti. İran’daki sosyo-ekonomik parametrelere ve istatistiklere bakarsanız pek çok konuda Türkiye’ye benzediğini göreceksiniz. Türkiye’deki modernizasyon 1923’te başladı, sadece 4 yıl sonra da İran’da. İki ülkede de Alman toplumu modernizasyon için bir nevi model oldu. İran eğer Türkiye gibi olsa bölgenin iyiye doğru dönüşmesi sürpriz olmaz.
Sorunun ikinci bölümünde ise ‘Türkiye İran olsa...’ diye başlıyordu. Böyle bir ihtimal var mı ki?
Bu varsayımsal ve gerçekte kesinlikle test edilemeyecek bir soru aslında. Bölgenin tarihi ve siyasi tatminsizliklerini yansıtan fanatik, dinci, huzursuz, tatminsiz ve asabi bir ülke. Türkiye’nin böyle bir ülkeye dönüşmesi bölge için saat ayarlı bir bomba, Avrupa için ise gerçek bir tehdit olurdu.
Geçtiğimiz yıllarda Batı’da Türkiye’nin yeni yönünü ve niyetini sorgulayanlar çok oldu. Yıllardır Türkiye’yi ‘modernleşmesini sürdüren bir demokrasi’ olarak gördüğünüzü biliyorum. AK Parti iktidarı sırasında değişen bir şey oldu mu?
Bakın, bu işler inişli çıkışlıdır. Ama genel tarihsel çizgi bence tek boyutlu ve tek hedefli oldu, o hedef de demokrasinin sağlamlaştırılması. Zaman zaman aksilikler, tereddütler, hatta meydan okumalar olabilir. Ancak bölgede korkunç şeyler olup Türkiye’ye de sirayet etmedikçe ülkenizin bahsettiğim yönünün tersine çevrilebilir olduğunu düşünmüyorum. Bence bu, Suriye konusundaki karmaşık olaylar üzerinde düşünürken devlet adamlarının aklının köşesinde mutlaka tutması gereken bir şey. Suriye konusunda dikkatli olunmaz ve süreç doğru yönetilmez ise bütün bölge açısından salgın haline gelebilecek bazı olumsuz sonuçlar hızlanabilir.
Türkiye tek başına savaşa girmez
BU senaryoda dikkatimi çeken, askeri müdahale seçeneğine bir kez bile değinmemiş olmanız.
Askeri müdahale bizim en başta Rusya ve Çin’e önerdiğimiz, onların da ‘hayır’ dediği seçenek. Bu pozisyonun kolay kolay değişmeyeceğini görmek lazım. Ayrıca açık söylemem gerekirse, ben de Suriye içerisindeki direnişin dışardan bir destekle başarıya ulaşacak seviyede olduğu konusunda ikna olmuş değilim. Bir de muhalifler arasında son derece fanatik, radikal, hatta El Kaide ile bağlantılı unsurlar olduğunun belirtileri var. Bu insanları desteklemenin bizim çıkarımıza olduğundan emin değilim. ABD olarak iç savaşa dönme potansiyeli taşıyan bu sürecin parçası olmak ister miyiz? Ya da Türkiye bir kara savaşına girmeyi ister mi? Türkiye’nin bunu istediğini düşünmüyorum. Maalesef pek çok insan bu işin çözümünden bahsederken ABD’nin gidip yapmasını kast ediyor.
Türkiye’nin kesinlikle ikili bir çatışma noktasına çekilmeyeceğinden emin misiniz?
Bunu destekleyenler olduğunu biliyoruz, Suudi Arabistan mesela. Ama bunu savunanlar kendi birliklerini getirip savaştırmayı da düşünüyor gibi görünmüyor.
Ama parayı vermeye hazırlar.
Kesinlikle. Bense çözüm için savaşmaktan daha iyi yöntemler olduğunu düşünüyorum. Bu konuda dogmatik olmak istemem ama denemeye devam etmeliyiz.
Türkiye İslami kimliğini reddedemez ama laikleştirebilir
BUGÜN Türkiye’nin önündeki en büyük zorluklar nedir?
Bence en büyük zorluk demokratikleşme, laikleşme istikametinde kalarak, modern toplum ve İslam arasındaki dengeyi tutturarak yola devam edebilmekte. Bunu yaparken de ne modern toplum unsurunun ne de diğerinin öteki üzerinde dogmatik bir telkin içinde olmasına izin vermemekte. İslamiyet’e karşı hiç olumsuz bir bakışım yok. Ancak popülist İslam içinde bazı son derece radikal unsurlar olduğunu görüyorum. Kadınların nasıl giyinmesi gerektiği konusunda da keskin görüşlerim yok. Ama canı istediği gibi giyinmek isteyen toplum kesimlerine başka bir tarzın empoze edilmesini de istemem. Kadınlar ne giymek istediklerine kendileri karar vermeli. İşte bunlar benim Türkiye’de çözüldüğüne ikna olmak istediğim şeyler.
Soru işaretleriniz var.
Elbette soru işaretlerim var. Maalesef dünya benim ‘yoğun küresel siyasi uyanış’ dediğim süreçten geçiyor. Bu süreç son derece popülist, içinde yüksek derecede din, şevk ve gurur gibi unsurlar barındırıyor. Soru tüm bunların sınırının nerede çizileceği. Türkiye son 90 yılda kayda değer ölçüde başarılı oldu. En son yazdığım ‘Stratejik Vizyon’ isimli kitapta Türkiye’deki Atatürk devrimini Rusya’daki Leninist devrimle kıyasladım. Bence Türkiye Rusya’dan çok daha başarılı olmuş ve çok daha önde bir model. Ben Türkiye’nin bu başarısının güçlenerek devam etmesini isterim.
Başbakan Erdoğan bahsettiğiniz ‘yoğun küresel siyasi uyanış’ın uygulayıcılarından biri mi sizce?
Hayır, kendisi geniş popülist dalgalardan mekanik olarak etkilenmiş değil. Ama bence Erdoğan bu popülist dalgaların farkında. Demokrasilerde zeki ve maharetli bir liderliğin dümeninde olmak, bu dalgalarla çarpışmayı değil, onları arzu edilen ölçüde etkileyebilmeyi gerektirir. Türkiye İslami kimliğini reddedemez, ama bunu laikleştirebilir. Burada soru bunun kim tarafından ve nasıl yapılacağı, sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceğidir.
Türkiye’deki laikleşme sürecinin tamamlanmadığını mı düşünüyorsunuz o halde?
Yaygın ama tamamlanmış değil. Bu süreci tamamlayabilmiş ülke de yok aslında. Amerika’da da hâlâ bir dolu dini mesele var; Evangelistler, Mormonlar. Her ülke hâlâ bazı dönüşümlerden geçiyor. Bence Türkiye çok önemli şeyleri başardı. İşte bu yüzden de Avrupa’nın ve Batı’nın Türkiye’yi Batı kimliğinin organik bir parçası olarak görmesi çok önemli olduğunu. Türkiye’de Atatürk’ten beri bu kimliğin bir parçası olmak istediğini söylediğine göre, buna saygı duymalı ve olumlu yanıt vermeliyiz.
Kritik dönemlerde politikasının izleri var
POLONYA doğumlu Amerikalı olan 84 yaşındaki Zbigniew Brzezinski’yi tek bir özelliği ile tanımlamak zor; stratejist, bilim adamı, devlet adamı, yazar... Amerikan devleti adına üstlendiği resmi, gayriresmi roller de cabası. 1977–1981 yılları arasında ABD’nin eski başkanlarından Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Brzezinski, yaklaşık 30 senedir de farklı sıfatlarla ABD politikalarını etkilemiş bir beyin. Mısır-İsrail Barış Anlaşması’nda, Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali sırasında İslamci mücahitlerin silahlandırılması, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı, Camp David gibi pek çok kritik eşikte Brzezinski’nin politikalarının izlerine rastlamak mümkün. Cumhuriyetçiler ile en büyük kırılmayı George W. Bush döneminde yaşadı. Bush’un 11 Eylül sonrası dış politikasına ve 2003’teki Irak savaşına karşı çıkan Brzezinski, 2007’den beri Barack Obama’ya açık destek veriyor. Türkiye’de de popüler olan kitaplarının başında Büyük Satranç Tahtası, İkinci Şans, Jeostratejik Üçlü, Tercih, İki Çağ Arasında, son olarak da Stratejik Vizyon var.
En iyi Dışişleri Bakanı
BAŞKAN Obama, 4 yıl önce ortaya koyduğu bazı prensiplerden uzaklaştı. Ancak her şeye rağmen Obama’nın dünyanın neye benzediği ve nasıl değiştiği konusunda Romney’den çok zeki bir anlayışı olduğunu hissettim. Yeniden seçildiği için memnunum. Yeni Dışişleri Bakanı için Obama’nın kafasında
ne var bilmiyorum. Ama adı geçenler arasında daha hazır ve yetkin olan Senatör John Kerry.