Güncelleme Tarihi:
Moda dünyasının dev ismi Hanae Mori Türkiye'de. Belki ülkemizde pek tanınmıyor ama, Batı dünyasında en seçkin tasarımcılar arasında. Yeni kuşak Japon tasarımcılardan çok daha önce Batı'yı fethetmiş birisi. Şimdi yalnızca seçkinlerin alışveriş ettiği mağazalarda satılıyor tasarımları. Biz de çok yeni tanıdık onu. Parfümüyle... Tipik doğulu bir koku; karamel kokusu ağır basıyor gibi, ama gizemli, hafif bir tütsü izlenimi bırakıyor tende kaldıkça. Madam Mori, yaşına göre çok genç görünen birisi. Bu kuşkusuz, uzakdoğulu olmanın avantajı. Sessizlik, gizlenme, gizem; dışa yansıyan alçakgönüllülük. Daha kapıdan girer girmez bulunduğunuz ortamda zerafet ve sükunet havası estiriyor. Hanae Mori, Türk-Japon Kültür Merkezi'nin, 1. Kuruluş yıldönümü nedeniyle İstanbul ve Ankara'da bir dizi defile düzenliyor. Vip Turizm'in katkılarıyla gerçekleştirilen etkinlikte gelir, Türk Kalp Vakfı'na bağışlanacak. Ankara'daki defile 3 Mayıs'ta Japon Büyükelçiliği Kültür Merkezi'nde, İstanbul'daki ise 5 Mayıs çarşamba günü İstanbul Ceylan Intercontinental Hotel'de gerçekleştiriliyor. Aynı gece kokteyl eşliğinde yapılacak üçüncü defileye ise, Paris'ten 4, Türkiye'den 4 top model katılıyor. Madam Mori'nin ülkemize ilk ziyareti bu. İlk izlenimlerini ben hiç sormadan kendiliğinden söylüyor: ‘‘İstanbul'u çok sevdim. Akşam Boğazda'ydım, muhteşem bir manzara. Hiçbir yerde kendimi burada olduğu kadar iyi ve rahat hissetmedim. Gece, bebekler gibi uyudum.’’ Söyleşiye çok bildik, ama bence iddialı bir soruyla başlıyorum:
Felsefesi, hergün yeni!
Hanae Mori, gelenekle modernliği buluşturduğu giysilerinde birşeyin altını hep vurgulamış: Zerafet. Geleneğe ait renk ve kumaş, modern çizgilerle buluştuğunda kadınsı zerafet hep en önde görünüyor. Her iki unsurun dozu o denli ayarlanmış ki, kostüm abartısına kaçmadan zarif gece giysileri çıkmış ortaya.
Madam Mori takı da tasarlıyor. En sevdiği malzemeyi soruyorum. Yanıt beklendiği gibi geliyor. Hem geleneksellik, hem modernlik: İnci, yeşim ve pırlanta. ‘‘Peki’’, diyorum, ‘‘yaşam felsefenizi özetleyecek bir cümle söylemenizi istesem?’’
‘‘Every day new’’ (hergün, yeni) diyor gülerek.
Hanae Mori Kimdir?
Dünya modasının yaşayan efsanesi olarak kabul edilen Mori, Japon Edebiyatı eğitimi gördükten sonra modaya yönelerek moda tasırımcılığı üzerine öğrenim gördü. 1951'de Tokyo'da ilk stüdyosunu açtı. Moda dünyasına girişi film endüstrisinde kostüm tasarımcılığı ile başladı.
1965 yılında Japonya dışındaki ilk defilesini New York'ta gerçekleştirdi ve hızla Batı dünyasında bir isim, bir marka oldu. 1975 yılında Avrupa'yı fetheden Mori, 1985 yılında La Scala Operası'nda sahnelenen Madame Butterfly'ın, 1996'da Salzburg Festivali'nde Elektra oyununun kostümlerini tasarladı. 1986 yılında Rudolf Nureyev yönetimindeki Paris Opera ve Balesi'nin sahnelediği Cinderella adlı gösterinin kostümleri de Mori'ye ait.
‘‘La Chambre Syndicale de la Couture Parisienne’’ üyeliğine kabul edilen tek Asyalı modacı olan Hanae Mori, Chevalier de la Legion d'Honneur ünvanına sahip.
Moda, pek çok kere tanımlanmış bir sözcüktür. Ünlü bir modacının kendi sözleriyle modayı tanımlaması okurlara ilginç gelecektir. Sizce moda nedir?
-Bu çok önemli bir soru. (Bu arada gayet iyi İngilizce konuştuğu halde, yardımcısına dönerek ana dilinde birşeyler söylüyor, yardımcısı aktarıyor.) Tanıma önem verdiği için size ben aktaracağım. Moda, bir penceredir. Dünyaya açılan, dünyaya bakan bir pencere. Ve bu arada rüzgarı yakalamaktır. Rüzgarı yakalamak, ona uymak; ama bu arada kişilikten ve kimlikten kaybetmemek. Tasarımcı, eserlerinde rüzgarıyla ahenkli bir şekilde kimliğini yansıtmalı ve global bir mesaj olarak bunu verebilmeli.''
Modanın eski günlerden farklı olduğunu düşünüyorum. Artık eskisi gibi modacıların esin kaynağı yalnızca eskiz odalarında dolaşmıyor. Sokağın da etkisi var. Siz de ‘‘Sokak’’tan etkileniyor musunuz?
-Dediğiniz doğru. Eskiye oranla farklı. Ve evet sokaktaki insanlar beni de etkiliyor. Dünya artık tanıdık global bir çevre ve kültürler her an göz önünde. Medya bu anlamda bir enformasyon yağmuru gibi. Sokak etkiliyor, ama buna estetik kaygımı ve kimliğimi ekliyorum.
Moda, onar yıllık dönemlerle de tanımlanıyor. Sözgelimi 60'lar, 70'ler, 80'ler gibi. Sizde özel bir anlam taşıyan bir dönem var mı ya da en favori moda dönemi sizce hangisi?
-70'ler.
Peki hiç hazetmediğiniz bir dönem sözkonusu mu?
-Olmaz mı, ‘bugün’ diyebilirim. Kızlar ve erkekler giderek birbirine benziyorlar. Bir tür kimlik kaybı gibi.
Siz giysi tasarımı kadar, film ve opera için de kostüm tasarımı yapmış birisisiniz. Dünya modasında günümüzde iki ana trend olduğunu düşünürsek, yani minimalizm ve dramatik ‘‘look’’ (görünüm); kendinizi hangisine daha yakın hissediyorsunuz?
-Her ikisine de yakınım hissediyorum.
Japonya dendiğinde aklıma gelenek ve çiçekler geliyor. Egzotik çiçekler, bahçeler... Esin kaynağınız nedir?
-Doğa. Çiçekler, kelebek şeklindeki orkideyi düşünün, çizgileriyle insana esin kaynağı olmaya yeter.
Bu yıl çiçek desenleri birdenbire moda oldu. Ne diyorsunuz?
-Dünya bir karmaşa içinde. Felaketler, savaşlar. Çiçekler bence insanların umut çağrısı ve barışa mutluluğa olan özlemini dile getiriyor.
Japonya, bir gelenekler ülkesi. Kumaşların en hası hep uzakdoğuda bulunur. Bu açıdan tasarımlarınızda malzemenin çizgiden daha öne çıktığı oluyor mu? En çok sevdiğiniz kumaş türü hangisi?
-Evet. Kumaşın cinsi, niteliği tasarımlarda ön planda olabiliyor. Kaşmiri çok seviyorum. İpek, bir de dantel...
Öğreniminizi Japon edebiyatı üzerine yapmışsınız önce. Evlendikten sonra modaya yönelmişsiniz. Bu öyküyü biraz anlatabilir misiniz?
-Babam doktordu. İyi bir öğrenim yapmamda ısrar ettiler. Oysa çok küçük yaştan beri sanata düşkünlüğüm vardı. Ama aileme göre sanatçı olunamazdı. Sonuçta Japon edebiyatı öğrenimi görüp iyi bir ev kadını adayı oldum. Evlendim. Ama evlendikten sonra baba sözünden çıkmak daha kolay. O zaman modaya yöneldim ve moda öğrenimi gördüm.
Hollywood'da konusunu Japonya'dan alan pek çok film yapıldı. Onları seyrederken, bir kostüm tasarımcısı olarak yanlışlar bulduğunuz oldu mu?
- Oldu tabii. New York'ta sahnelenen Madame Butterfly, beni şoke etti. Japonya'da iç mekanlarda ayakkabı giyilmez. Odanın dışında bırakılır. Oysa oyunda Madame Butterfly dışarda gezindiği ayakkabılarla iç mekanda dolaşıyordu.
Türk kadınları hakkında bir izlenim edindiniz mi, nasıl giyiniyorlar sizce?
-Çok etkilendim. Gördüğüm kadarıyla Paris ve New York'lu kadınlardan fazla bir farkları yok. Modelleriniz batılı meslekdaşlarına çok benziyorlar.
‘‘Moda kurbanı’’nı nasıl tanımlıyorsunuz?
-Kesinlikle moda kurbanı diye bir şey var. Bana göre bu yalnızca bir metamorfoz ve bir değişim arzusu yüzünden oluyor.
Yeni top modeller hakkında ne düşünüyorsunuz? Artık on yıl öncesinin o görkemli güzelleri yok, daha sıradan, daha tanıdık, kızlar var.
-Ben doğallıktan yanayım.
Moda dergilerine bakıldığında modellerin yaşı çok küçük. 14 yaşında bile model var. Moda tümüyle ‘‘genç’’liğe endeskli. Bu bana biraz ayrımcılık gibi geliyor. Bir kadın olarak moda dergilerini kaıştırdığımda zamanla gördüklerimle aramda bir uçurum oluyor. Oysa malzeme aynı.''
-Bence moda yazarları bunun üzerinde durmalı. Çok küçük yaşta ve hep ‘‘genç’’ modellerin kullanılması dediğiniz gibi tüketiciye bir uçurum yaratabiliyor. Sanki hep belli bir kuşak tüketici varmış gibi. Ben bu denli küçük model kullanmıyorum. Sözgelimi New York ve Paris'ten iki model gelecek, ikisi de o denli genç değil.
En beğendiğiniz top modeli sorsam?
-Cindy Crawford.
Giyim kuşamını en çok beğendiniz ünlü?
-Lady Diana. Çok zarif ve şıktı. Giyimi ile kişiliği çok uyumluydu.''