Ankara’da ziyaret ettiğim Bülent Ecevit, beni
Atatürk’ten Vahideddin’e ve Abdülhamid’den Midhat Paşa’ya uzanan tarihi şahsiyetler galerisinde uzun bir gezintiye çıkardı ama sohbetimiz sırasında beni en fazla şaşırtan açıklaması ‘Köykentlerin ilhamını Midhat Paşa’dan aldığını’ söylemesi oldu. Ecevit’e ‘İlhamı size Midhat Paşa’nın verdiğini bugüne kadar neden söylemediniz?’ diye sorunca, ‘Kime efendim? Türkiye’deki entellektüellerin bunun üzerinde duracağını düşünebiliyor musunuz?’ cevabını aldım. Bülent Ecevit’in Osmanlı tarihi ile ilgili yorumlarını aktarmaya yarın da devam edeceğim.
HAFTA içerisinde Ankara’ya gidip
Bülent Ecevit’i ziyaret ettim.
Ecevit yazmakta olduğu yeni kitapları anlattı, son günlerdeki
Vahideddin tartışmalarını değerlendirdi ve beni
Atatürk’ten
Vahideddin’e ve
Abdülhamid’den
Midhat Paşa’ya uzanan tarihi şahsiyetler galerisinde uzun bir gezintiye çıkardı.
Ziyaretim sırasında dikkatimi en fazla çeken hususu öncelikle söylemem gerekiyor: Karşımda herzamanki aşırı nezaketi içerisinde ama politikanın verdiği gerginliklerden uzak, oldukça serbest, bilge tavırlı bir
Bülent Ecevit vardı. Hayatının zannedersem artık en rahat günlerini yaşayan
Ecevit, siyasi kayıtlardan uzak olmanın getirdiği bu rahatlık içerisinde artık çok daha serbest konuşuyor, olaylar ve konular hakkında daha kapsamlı ve daha rahat değerlendirmeler yapıyordu.
Ecevit, son günlerde yaşanan
Vahideddin tartışmalarının hemen ardından DSP’de yaşanan istifaları,
Hikmet Uluğbay ile
Zekeriya Temizel’in partiden ayrılmaları konusunda
‘İstifaların Vahideddin ile hiçbir alákası yok’ dedi.
‘Bunlar bizden kopuşun, demokratik sol hareketten kopuşun ádeta bir özrü. Ben bir akrabamın akrabası hakkında (Vahideddin hakkında) bilgi verirken ortaya bunlar çıktı. Zaten benim genel sekreterliğim dönemindeki CHP’de, ondan sonra DSP’de de sürekli bölünmeler oldu ama bölündükçe güçlendik.’
70 YIL KULLANMIŞ
Bülent Ecevit, bana dillere destan
‘Erika’ marka daktilosunun sırrını da açıkladı: Çocukluğundan itibaren, yaklaşık 70 yıl boyunca kullandığı ve geçtiğimiz yılın Şubat ayında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin Bilim ve Teknoloji Müzesi’ne bağışladığı daktilo,
Sultan Vahideddin’in eski damadı olan eniştesi
İsmail Hakkı Okday’ın hediyesiydi. Erika’sından bahsederken
‘Daha ilkokula giderken, böyle şeylere merakım vardı. Merakımı gören eniştem İsmail Hakkı Bey o daktiloyu alıp bana armağan etti’ dedi.
Ecevit’in açıklamalarına geçmeden önce, onunla
Vahideddin arasında varolan ama basınımızda devamlı olarak yanlış şekilde anlatılan aile bağlantısının doğrusunu da yazayım:
Sultan Vahideddin’in iki kızı vardı:
Ulviye ve
Sabiha Sultanlar. Padişahın büyük kızı
Ulviye Sultan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son sadrazamı
Tevfik Paşa’nın oğlu
İsmail Hakkı Bey ile evliydi. Çift daha sonra ayrıldı ve
İsmail Hakkı Bey, Bülent Ecevit’in annesi ressam
Nazlı Ecevit’in teyzesi olan ama
Nazlı Hanım’dan sadece iki yaş büyük bulunan
Ferhande Hanım ile evlendi.
Bülent Ecevit ile
Sultan Vahideddin arasındaki ilişki, işte bu evliliğe dayanıyor.
‘Enişte’ İsmail Hakkı Okday’ın ilk hanımı
Ulviye Sultan’dan olan tek çocuğu
Hümeyra Özbaş ‘Hanımsultan’ ise, Kuşadası’nda
‘aristokratların mekánı’ olarak bilinen Kısmet Oteli’ni kurucusuydu ve 2000 yılının Mayıs’ında vefat etti.
Bu sayfada
Bülent Ecevit’in tarihle ilgili yorumlarını okurken, bir hususu dikkate almamız gerekiyor: Solculuk ve devrimcilik, bizde seneler boyu her nedense bir
‘reddimiras’ olarak algılandı. Bir kesim,
Atatürk’e bağlılığın padişahlara düşman olmayı gerektirdiğine inandı; diğer bir kesim ise eskiyi modernleşmeye karşı bir vasıta olarak kullanmaya kalkıştı ve her iki taraf da bütün bunları yaparken önemli bazı gerçekleri gözardı etti: Kurduğumuz devletlerin aslında birbirinin devamı olduğunu, tarihimizin her yönüyle bize ait bulunduğunu, hattá Osmanlı Devleti’ndeki her uygulamanın bizi bugün bile bağladığını...
Bülent Ecevit’in tarihle alákalı görüşlerini aktarmaya yarın da devam edeceğim.
Midhat Paşa’nın yolundan gidiyorECEVİT’in açıklamalarının dikkatimi en fazla çeken tarafı, onun Osmanlı sadrazamlarından
Midhat Paşa’ya olan hayranlığı ve Paşa ile
Mustafa Kemal arasında bir bağlantı kurmasıydı. Hattá bundan birkaç sene önce
‘Midhat Paşa ve Türk Ekonomisi’nin Tarihsel Süreci’ adında bir kitap yazıp bastırmış ama kitabı piyasaya çıkmamıştı.
İstanbul’da 1822’de doğan
Midhat Paşa, 10 yaşında hafız oldu ve Arapça ile Farsça’nın yanında Fransızca da öğrendi. Genç yaşında girdiği devlet hizmetinde zamanla yükseldi, valiliklere getirildi. Özellikle Niş, Tuna, Bağdat ve Suriye valilikleri sırasında son derece başarılı icraat yaptı. Çeşitli bakanlıklarda bulundu, önce
Abdüláziz, daha sonra da
Abdülhamid tarafından iki defa sadrazamlığa yani başbakanlığa getirildi ve Türkiye’nin ilk anayasası olan
‘Kanun-ı Esasi’yi bizzat kaleme aldı.
Midhat Paşa 1881’de
Sultan Abdüláziz’in öldürülmesinden sorumlu tutulanlarla beraber tutuklandı, idama mahkûm edildi, cezası
Abdülhamid tarafından müebbed hapse çevrilerek bugün Suudi Arabistan’ın sınırları içerisinde bulunan Taif’e gönderildi, orada bir kaleye hapsedildi ve 8 Mayıs 1884’te ayrıntıları hálá bilinmeyen bir şekilde orada boğduruldu.
Bülent Ecevit, ‘köykent’ projesinin ilhamını,
Midhat Paşa’dan aldığını söylüyor. İşte,
Ecevit ile yaptığım tarih sohbetinin bir bölümü:
Yazdığınız tarih kitabı nasıl bir eser olacak?
- Adını ‘Osmanlı ve Türk’ koydum. Yönetimle halk arasında, özellikle Anadolu halkı arasındaki ilişkileri, çekişmeleri, Osmanlı’nın neden güçlenemediğini, gelişemediğini anlatıyorum. Ona o katkıyı yapabilecek olanların başında Anadolu geliyordu. Bunlar temel alınarak neler yapılabilirdi ama niye Türkler’i dışladı, bunları yazıyorum.
KARAGÖZ HÜRRİYETİ
Sizce Osmanlı döneminde Türkler dışlandı mı?
- Bazı kişiler bana bu konuda da çatacaklardır ama bu iş Fatih Sultan Mehmed ile başladı. Biliyorsunuz, Çandarlı Halil Paşa öz Türk ve Fatih’i de eğitmiş. Fütuhatın başta gelen etkeni olmuş fakat İstanbul fethediliyor, iki-üç gün sonra öldürülüyor. Şimdi, Çandarlı’dan itibaren Fatih dediğim gibi yüksek düzeyde Türk asıllı kimse istemiyor ve bu bir kural haline getiriliyor. Yaklaşık iki buçuk, üç yüzyıl süresince Müslüman sadrazam yok, vezirlerden birçoğu Hristiyan yani devşirme.
Niçin böyle oldu?
- Çünki, doğuştan Türk’ün bir ayrıcalığı var. O, devletin sahibi. Padişah doğuştan bir Türk’ü öldüremiyor, malına mülküne el koyamıyor. Bu yüzden onu bir yana bırakmış, halkla yönetim arasındaki ayrılık büyümüş. Osmanlı yönetimi Anadolu Türkü’nü devlet işlerine katmıyor ana onun dışında ‘Sen istediğin gibi kahvende veyahut perdede istediğini söyle’ diye serbest bırakıyor. Taşra halkının kahvehaneleri, Karagöz’ü ve tuluat böyle. Halk bunlarda herşeyi söylüyor, saray da duymazdan geliyor.
Peki, bu uygulama sizce ne kadar zaman devam etti?
- Osmanlı dönemi, iyi bir eğitim vermiş idarecilerine. Fakat kısa bir süre sonra eğitim sistemi dejenere olmuş, seviye de düşmüş. Ve nihayet ancak İkinci Mahmud ile yeni hamle aşamasına gelmiş. Üçüncü Selim de denemiş. Ama İkinci Mahmud’a gelinceye kadar Hristiyan kökenli yönetim devam ediyor. Tabii Abdülhamid’in de çok büyük katkıları var. Bir kere altyapı, ulaşım ve belli sınırlar içinde eğitime katkıları oldu. ‘Bunları kendisi için yaptı’ da derler ama niçin yaptıysa, yaptı. Ama son derece baskıcı. Baskıcı olmasa, o dönemde kimler ne yapabilir o da belli fakat, sempati duymadığım birisi.
ABDÜLHAMİD’İN KATKISI
Asıl reform ne zaman başladı?
- Bence, Midhat Paşa ile. Onun hemen arkasından ortaya çıkan bir Atatürk, bir Mustafa Kemal, birbirini tamamlayan iki süreç gibi. Atatürk, Midhat Paşa’nın ádeta devamı. İkisi de Makedonya’da kültür almışlar ve aynı coğrafi köklerden gelmiş olmaları çok ilginç. Ben, Midhat Paşa’ya çok önem veriyorum.
Neden?
- Midhat Paşa, Niş ve Tuna valilikleri sırasında Abdülhamid’e rağmen merkezi devletten hemen hiçbir katkı almaksızın çok sayıda köprüleri, yolları, küçük sanayi kuruluşlarını, deniz ve ırmak ulaşımını, vesaireyi kısa sürede yapabilmiş; eğitecek olan insanları yetiştirmiş. Padişah bakmış ki Midhat Paşa oralarda fazla güçlü oluyor, onu çok belálı bir yere, Irak’a göndermiş.
Aynı başarıları orada da var...
Evet... Irak’ta asıl belá toprak sistemiydi ve Midhat Paşa toprak reformu yaptı, ağalığı tasfiye etti büyük ölçüde. Biz hálá el süremedik buna. Halkı üretime teşvik edici çok ilginç bir vergi sistemi getirdi. Dicle ile Fırat’ı birleştirme gibi nehir seyrüsefaini yaptırdı. Orada çok sağlıklı bir toplum yapısı ortaya çıkmış. Ben, bunu Bush Ailesi’nin bilhassa Birinci Irak Seferi sırasında çok anlatmaya çalıştım. ‘Irak’ta ayrı bir yapı oluştu, siz onun farkında değilsiniz, orada elbette demokrasi diye birşey yok ama diğer Arap ülkelerine nazaran çağdaş bir yapı var, onun üstesinden gelemezsiniz’ diye anlatmaya çalıştım. Midhat Paşa orada da fazla başarılı olunca, bu defa Suriye’ye gönderdi Abdülhamid fakat Suriye’de de aynı başarıları elde etti.
PAŞA’NIN KÖYKENTİ
Midhat Paşa’dan çok etkilendiniz değil mi?
- Türkiye’de bugün ‘Şarköy’ adında dört-beş adet yerleşim merkezi var. İlk Şarköy, Midhat Paşa’nın o zaman Bulgaristan’da tarım-kredi kooperatifi uygulamasını başlattığı Pirot kasabasıydı. Orası sanayi merkezi bir köy, bir hareket noktası oldu. ‘Şarköy’, ‘şehirköy’ demektir, yani ‘köykent’. Ben, 40 yıl boyunca politikacı olarak bu köykent projesini gerçekleştirmeye çalıştım.
Yani, köykentlerin ilhamını Midhat Paşa’dan mı aldınız?
- Evet. Ama Türkiye’de bazı sağcılarda Midhat Paşa düşmanlığı, bazı solcularda da Abdülhamid düşmanlığı var. Midhat Paşa’ya karşı en etkili mücadele aslında biliyorsunuz Rus büyükelçisinden gelmiştir. Rus büyükelçisi, Paşa’nın önündeki en büyük engeldir ama bizdeki sağcı tarihçiler ve yazarlar buna rağmen Rus büyükelçisini kayırıyorlar. Kitabımda işte bütün bunları tahlil etmeye çalışacağım.
Beyefendi, köykentlerin ilhamını Midhat Paşa’dan aldığınızı bugüne kadar neden hiç söylemediniz?
- Kime efendim? Türkiye’deki entellektüellerin bunun üzerinde duracağını düşünebiliyor musunuz? Kimse ciddiye almıyor, alay konusu yapılıyor. Yaklaşık 40 yıl böyle oldu.
Kitabınız ne zaman çıkacak?
- Rahşan çok kısa sürede bilgisayar kullanmayı öğrendi, ben daha öğrenemedim. ‘Káğıda geçirilmesini ben yapacağım’ diyor. Bir buçuk-iki ay sonra bitecek.
YARIN: OSMANLI, LAİKLİĞE YAKINDI