Erik kurusu pestil hoşafı patiska torbalar

Güncelleme Tarihi:

Erik kurusu pestil hoşafı patiska torbalar
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 27, 2013 01:32

O akşam hava iyice kararıp, sokak ıssızlaştığında beş kere evden çıkıp, beş ayrı evin kapısına gidip torbaları sıkı sıkı tembih edildiği gibi bırakmıştım.

Haberin Devamı

İbrahim YILDIRIM*

SOĞUK bir mart günüydü. Ayaz vardı. Okuldan döndüğümde anneannemin, üstünü çıkarma İstanbul’a gidiyoruz demesi beni hem şaşırtmış, hem de sevindirmişti. Şaşırmamın nedeni, tatil günlerinin dışında bir yerlere gidecek olmamdı. Bu sık rastlanan bir durum değildi. Öte yandan sevinmiştim, çünkü anneannemle yapacağım yolculuklar her zaman coşkulu serüvenlere dönüşür, yepyeni şeyler görür öğrenirdim.
MISIR ÇARŞISI’NIN KOKUSU
Yine öyle oldu: Maçka–Sirkeci tramvayından Eminönü’nde inip Mısır Çarşısı’na girdiğimizde kendimi, gizlice okuduğum tarihi romanların içinde buluvermiştim. Hayallerimi kışkırtan o yerde içime çektiğim bibersi koku eşliğinde saatlerce dolaşabilirdim. Ama anneannemin yapacağı işler vardı, acele ediyordu. Yine de erik kurusu ve pestil aldıktan sonra bir börekçide beş on dakika oturmuş, ben suböreği yemiş anneannem bir gelincik sigarası yakıp, pestilin ve erik kurusunun insanı tok tutacağını söyleyip pestil hoşafı insanın susamasına da mani olur demişti.
ZAHİRECİDEN ALIŞVERİŞ
Aceleyle Mısır Çarşısı’ndan çıktığımızda ise önce Gürün Han’ın karşısındaki bir kumaşçıya girip metrelerce patiskayı paket yaptırmış; ardından kuyruklu bir taksiye binip Eminönü’ne gelip, tanıdık olduğu anlaşılan zahireciden beş kilo pirinç, beş kilo fasulye, beş kilo un, beş kilo şeker alıp eve dönmüştük.
Beni oldukça şaşırtan, yol boyunca sürekli soru sormama neden olan bu toptan alışveriş serüveni, o akşam başka meraklarla sürdü. Çünkü eve adım atar atmaz, anneannem telaş içinde patiskaları kesip biçmeye başlamış; annemin birer file alsaydık, yoruyorsun kendini sözlerine, hiç olur mu öyle şey diye karşı çıkmıştı.
DİVANDAKİ TORBALAR
Ertesi sabah kalktığımda divanın üzerinde beşi büyük, diğerleri küçük bir sürü patiska torba duruyordu. Onların ne işe yarayacağını, okul dönüşü yavaş vayaş kavramaya başlayacak; annemin yorgan iğnesine taktığı kırmızı iplikle büyük torbaların üzerine lütfen kabul ediniz yazısını işlemesini, içi dolu küçük torbaları onların içine yerleştirmesini merakla izleyecektim. O akşam hava iyice kararıp, sokak ıssızlaştığında beş kere evden çıkıp, beş ayrı evin kapısına gidip torbaları sıkı sıkı tembih edildiği gibi bırakmıştım. Ne yalan söyleyeyim, dokuz yaşındaki bir çocuk için her bir torbayı eşiğe koyduktan sonra kapıyı çalıp oradan koşarak uzaklaşmak, bir yere gizlenip kapının açılmasını torbanın alınmasını izlemek oyun gibiydi.
ANNEANNEMİN HATIRASI
Ama tembih gerekçesini çok iyi kavramıştım. O gece sabaha karşı, anneannemin Ramazanı başladı, ilk sahur mırıltıları ile uyanmış, pestil hoşafı, erik kurusunun da bulunduğu sofraya oturmuştum. Aslında gece aşı da oyun gibiydi. Toptan alışveriş serüvenini iki yıl daha yaşadım. Şubat ayına rastlayan bir ramazan günü -1961 yılında- anneannem öldü. O gittikten sonra oruç tuttuğum günler çok azdır; dolayısıyla içtiğim pestil hoşafı, yediğim erik kurusu sayısı hiç de fazla değildir, fakat içime işleyen o üç kış ramazanında edindiğim duygulara hep sadık kaldım ve anneannemin tembihlerini; kapıyı çalıp kaçma gerekçesini hiç unutmadım: Keşke patiska torbalarım da olsaydı...
* İbrahim Yıldırım, 1950’de İstanbul’da doğdu. İlk öyküsü Oluşum’da, ilk şiiri Varlık’ta yayımlandı. 1980 yılında Abdi İpekçi Roman Yarışması’na katıldı, yapıtı övgüye değer bulundu. Uzun bir süre (1984-1988) Günümüzde Kitaplar dergisinde “Bir Zamanlar Bir Kitap”, Cumhuriyet Kitap ve Çerçeve’de “Sarı Yapraklı Kitaplar” başlıkları altında kitap konulu denemeler yazdı. Bıçkın ve Orta halli, Nişantaşı Suare, Her Cumartesi Rüya adlı kitapları Doğan Kitap tarafından yayınlandı.

KURAN’DAN ÖĞÜTLER

Haberin Devamı

NANKÖRLÜK EDERSENİZ: “Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.’ Musa şöyle dedi: ‘Siz ve yeryüzünde bulunanlar, hepiniz nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye layık olandır.” (İbrahim, 14/7-8) KAYNAK: KURAN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

SURELERE iSiM VEREN AYETLER

Haberin Devamı

NAHL SURESİ: Mushaftaki sıralamada 16’ıncı, iniş sırasına göre 70’inci olan sure, ismini 68. ayette geçen ve “Bal arısı” anlamına gelen “Nahl” sözcüğünden alır. Ayrıca surede Allah’ın kullarına lütfettiği ve edeceği nimetlerden bahsedildiği için, “Niam suresi” olarak da adlandırılır. “...Ve rabbin bal arısına şöyle ilham etti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine yuvalar edin; sonra her türlü besleyici ürünlerden ye; rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git! Onların karınlarından, farklı renklerde bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. İşte bunda da düşünen bir topluluk için açık delil bulunmaktadır.”

Haberin Devamı

Prof. Dr. Hasan ONAT

Cahillerden yüz çevir

BAZEN küçücük bir hikâye, kocaman bir meseleyi kolayca anlaşılır kılabilmektedir. Mevlana bu yöntemi çok iyi kullanır. Mesnevi’de gerçekten çok ilginç hikâyeler var. Bugün Mevlana’nın anlattığı “Ayıyla, onun vefakârlığına güvenen ahmağın hikâyesinden söz etmek istiyoruz. Bir ejdarha bir ayıyı yakalar. Yiğidin birisi ayının feryadını duyar, ejderhayı öldürür, ayıyı kurtarır. Ayı, minnetle kendisini kurtaran adamın peşine takılır, onun dostu olur. Bir gün adam hasta olur; ayı da başında beklemeye başlar. Devamını Mesnevi’den takip edelim:

CAHİLİN DOSTLUĞU

“Birisi oradan geçerken, ‘Halin nasıl? Kardeş, bu ayıyla ne işin var’ dedi. Er, ejderha hikâyesini nakletti. O adam ‘Ayıya güvenme be ahmak. Ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir. Ne suretle olursa olsun sürülmesi gerek’ dedi. Er dedi ki: ‘Vallahi bunu hasedinden söyledin. Yoksa sen ayıya ne bakıyorsun, sevgisini gör!’ Adam, ‘Ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir, benim bu hasedim onun sevgisinden iyidir. Be adam, gel benimle bir ol da o ayıyı sür, defet. Hemcinsini bırakıp ayıya güvenme’ dediyse de, Er, ‘Git, git hasedci herif, kendi işine bak’ dedi.”... “O Müslüman, kızarak ve içinden la havle diyerek ahmağı bırakıp gitti”... “Adam uyudu, ayı sinek kovalamaktaydı. Sinek kovulunca kalktı, fakat inadına gene kalktığı yere gelip kondu. Ayı, o gencin yüzünden kaç kere sineği kovdu. Fakat sinek gene derhal kalktığı yere gelip konmaktaydı. Ayı sineğe kızıp gitti, dağdan kocaman bir taş yakalayıp getirdi. Sineğin gene uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce, o koca değirmen taşını alıp sineği ezmek için adamın suratına fırlattı. Taş, uyuyan adamın suratını paramparça etti. Bu mesele de bütün aleme yayıldı.” Bu hikâyenin İslam dünyasında son iki asırdır yaşanan trajedileri, Türkiye’de olup bitenleri anlamayı biraz kolaylaştırdığını düşünüyoruz. Kuran’ın aklı etkin kullanma konusundaki uyarılarına kulak vermiyoruz. Kuran “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” derken, biz, bilgisizliği ödüllendiriyor, cehaleti teşvik ediyoruz. Kuran “Oku!” diyor, “Kuran’ın anlaşılmak için” indirildiğini belirtiyor, biz onu anlamaksızın okumayı ibadet telakki ediyoruz. Hz. Muhammed “Bir mümin bir yılana aynı delikten iki kere ısırılmaz” diyor, biz galiba zehire karşı bağışıklık kazandık... Kuran “Bir tek insanı haksız yere öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir, büyük günahtır” diyor, Müslümanlar Ramazan’da bile “Allahu ekber!” nidalarıyla birbirlerini öldürüyorlar. Allah aşkına bunun adı hamakat değil de nedir?
Merhum Mehmet Akif 1913 yılında şöyle haykırıyordu: “Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun! / İslam’ı da ‘batsın’ diye tutmuş yediyorsun! / Allah’tan utan: Bari bırak dini elinden... / Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen! / Lakin, ne demek bizleri Allah ile iskat? / Allah’tan utanmak da olur ilim ile... Heyhat!” Bu dizeler, sanki 100 sene önce değil de, bugün İslam dünyasında yaşananlara isyan olarak söylenmiş gibi, değil mi? Akif’in ifadesiyle “Cehalet denilen yüz karasından” kurtulmadığımız sürece, ne özgür olma, ne de özne olma imkanımız var...

CAHİLLERDEN YÜZ ÇEVİR

Haberin Devamı

Yüce Allah A’raf suresinin 199. ayetinde, Hz. Peygamber’e yönelik olarak şöyle buyurmaktadır: “Sen insan fıtratına uyan yolu / kolaylık ve hoşgörü yolunu tut, daima iyi ve güzel olanı emret ve cahillerden yüz çevir / uzak dur.” Cahillik, okuma yazma bilmemek değil, okuduğunu anlamak istememek, aklın etkin kullanımı engellemek, gerçekleri görmemek için özel çaba harcamak demektir. Akıl düşmanlığı, cehaleti teşvik, adaletsizlik, işlerin ehil olmayanlara bırakılması, temel hak ve özgürlükler konusunda duyarsızlık, hem insanca yaşayabilmenin imkanını, hem de insani duyarlılıkları yok eder. Belki de Kur’an’ın uyardığı kalp mühürlenmesi bu olmalıdır... Kuran insanoğlunu aklı etkin kullanmaya, bilerek inanmaya, bilerek yaşamaya davet ederken, cehaleti ödüllendirmek ahmaklıktan başka bir şey değildir.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!