Güncelleme Tarihi:
BAŞBAKAN ERDOĞAN: GÖZÜNÜZ KÖR MÜ ALLAH AŞKINA / WEB TV
- Avrupa Parlamentosu raporu üzerinde durmalıyım. Bu rapor tek taraflı ve çözüme katkı sağlamayacak şekilde hazırlanmıştır.
- Kıbrıs Türk tarafının yapıcı çözüme yönelik çabaları hiçe sayılmıştır.
- Annan Planı’nda her şey çok açıktır. Bunu erteleyelim diyen Yunanistan ve Güney Kıbrıs olmuştur.
- Referandumdan Annan Planı’na evet, Güney’de hayır çıkmıştır. Nasıl oluyor da hala bu raporda böyle ifadeler yer alıyor.
- Bu AP’nin gözü kör müdür Allah aşkına. Eğer bu adaleti görmezden gelirlerse bu adalet bir gün onlara da lazım olacaktır.
- Bunu burada söylememeyi kendime hakaret olarak sayarım.
KIRICI BİR MALİYET
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AB'nin, bir içe kapanma eğilimi göstermesi ve verilen sözleri, atılan imzaları tekrar tartışmaya açmasının, her iki kamuoyu açısından son derece motivasyon kırıcı bir maliyet taşıdığını bildirdi.
Erdoğan, Başbakanlık Konutu'nda AB ülkelerinin büyükelçileriyle öğlen yemeğinde bir araya geldi.
Yemeğin başında büyükelçilere hitap eden Başbakan Erdoğan, esasen Avrupa ülkelerini, evrensel değerler altında bir araya getiren Avrupa Birliği felsefesinin, Mevlanın evrensel mesajlarıyla örtüştüğünün de bir gerçek olduğunu dile getirdi.
Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi çabasının, tarih boyunca ilke olarak üzerinde son derece büyük bir hassasiyetle durduklarını belirten Başbakan Erdoğan, bunun, barış ve adalet çağrılarının da somut bir neticesi olduğunu söyledi.
Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
“Her fırsatta ifade ettiğim gibi, Türkiye bugün sadece bölgesel anlamda değil, küresel ölçekte de insanlığın karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümü için eşsiz bir tarihi tecrübeye sahip bulunuyor. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliği ile Türkiye, geniş bir coğrafyada barış ve adalet mesajlarını güçlü şekilde ifade ediyor, bu mesajlar da karşılığını buluyor.
AB'nin genişleme yorgunluğundan ziyade, yeni genişleme dalgalarını konuşması, bunları tartışması daha anlamlı bir yaklaşım olacaktır. Zira ben genişlemenin bir yorgunluk değil, bir güçlenme unsuru olduğunu düşünüyorum. AB'ye üye olan her yeni ülke, birliğin kültürel çeşitliliğine, değerlerine ve her şeyden önemlisi gelecek vizyonuna eşsiz katkılarda bulunmaktadır.
Türkiye olarak, AB'nin küresel ölçekte daha barışçıl, istikrarlı, uyumlu ve refah üreten bir ortamın sağlanmasında üstleneceği role büyük önem atfediyoruz.
Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki AB'nin bu tartışmalar çerçevesinde bir içe kapanma eğilimi göstermesi ve verilen sözlerin, atılan imzaları tekrar tartışmaya açması, kamuoylarımız açısından son derece motivasyon kırıcı bir maliyet taşıyor.
Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerine başlatan kararın altında bütün AB ülkelerinin imzaları bulunuyor. Buna rağmen halen Türkiye'nin AB üyeliğinin, bu bağlamda Türkiye'nin Avrupalılığının tartışılıyor olması, ne hakkaniyetle ne ahde vefa ile ne de tarihi gerçeklerle bağdaşıyor. Türkiye, hükümetimizin 7 yıldan bu yana attığı kararlı adımlar sonucunda bugün hiç olmadığı kadar Avrupa ile bütünleşmiştir. AB üyeliğine her zamankinden daha yakın bir noktaya gelmiştir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye'nin, Batılı vizyonu bu kadar güçlü bir zemine sahipken buna rağmen halen ayrıcalıklı ortaklık gibi maçın ortasında oyunun kurallarını değiştirmeye ve süreci sulandırmaya yönelik tekliflerin ortaya atılıyor olması, büyük bir samimiyetsizlik örneğidir” dedi.
Erdoğan, Başbakanlık Konutu'nda AB ülkelerinin büyükelçileriyle öğle yemeğinde bir araya geldi.
Türkiye'nin AB üyeliğine her zamankinden daha yakın bir noktaya geldiğini belirten Erdoğan, 25 Ocak 2010'da AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu'nun Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığına seçildiğini anımsattı.
Başbakan Erdoğan, “başkanlığı ilk kez Viyana'nın doğusuna taşıyarak, Türkiye'nin Avrupalılığını tartışanları bir kez daha hayal kırıklığına uğrattığını” söyledi.
Erdoğan, şöyle konuştu:
“Gelecek Kasım ayında da inşallah Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin dönem başkanlığını üstleniyoruz. Esasen İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa Konseyi kurulduğunda Bakanlar Konseyi'nin ilk kararı, Türkiye'yi üyeliğe davet etmek olmuştur. Bu örgüte, Türkiye 1949'da katılırken bunun altını özellikle çiziyorum, 1949'da katılırken 61 yıl oldu. İspanya ve Portekiz 1970 yılı sonunda üye olabilmiş Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri 1990'lara doğru üye olmaya başlamışlardır. Türkiye, NATO'ya, kurulduktan 3 yıl sonra 1952 yılında Almanya'nın katılımından 3 yıl önce üye olmuştur. Bugün katılım müzakerelerini yürüttüğümüz Avrupa Birliğine ilk üyelik başvurumuzun tarihi Avrupa Ekonomik Topluluğunun kuruluşunun 2 yıl sonrasına 1959 yılına isabet eder. Sadece bu hususları dikkate alarak dahi şunu rahatlıkla söyleyebilmeliyiz, Türkiye'nin, Avrupalılığını da Avrupa Birliği üyeliğini de tartışmanın zamanı çoktan geçmiştir.
Türkiye'nin, Batılı vizyonu bu kadar güçlü bir zemine sahipken buna rağmen halen ayrıcalıklı ortaklık gibi maçın ortasında oyunun kurallarını değiştirmeye ve süreci sulandırmaya yönelik tekliflerin ortaya atılıyor olması, büyük bir samimiyetsizlik örneğidir. Nitekim, AB'nin genişlemeden sorumlu eski komiserlerinden Verhaugen geçtiğimiz günlerde, bu teklifleri son derece isabetli bir yaklaşımla (sahte bir ambalaj) olarak nitelendirmiştir. Türkiye olarak, AB'ye tam üyelik yolunda, artık sorgulanmaması, hatta bizim dahi tekrarlamaya lüzum görmediğimiz bir husustur.”
KARARLILIK
Bütün siyasi engellemelere rağmen, bütün motivasyon kırıcı yaklaşımlara rağmen şu anda 12 fasılda müzakerelerin açması, birinde ise hem açılış hem de kapanışının gerçekleştirilmiş olmasının, “hükümetin bu hedefe sıkı sıkıya bağlı olmasının bir tezahürü” olduğunu belirten Erdoğan, şöyle devam etti:
“Hükümetimizin AB'ye üyelik yolunda 7 yıldır gösterdiği kararlılık ve attığı adımlar, bundan sonrası için de Türkiye'nin AB yolundaki en büyük taahhüdüdür, teminatıdır.
Bizim temel gayemiz, Türkiye'yi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak, milletimize her yönden Avrupa standartlarında bir ülkenin imkanlarını sunmaktır. Bunun için de en önemli mekanizma AB'dir. O nedenle biz fasıllar noktasında gerekli kriterleri yerine getireceğiz, getiriyoruz. Hatta siyasi engellemeler nedeniyle açılamayan 20'ye yakın fasılda dahi biz bu kriterleri tamamlama noktasında dahi kararlıyız. Zira kurumlarımız, kuruluşlarımız buna müsaittir. Bazı ülkeler Türkiye'nin üyeliğine karşı diye, AB verilen sözlerin aksine davranıyor diye biz milletimizi, çağdaş standartlardan mahrum bırakamayız.
Türkiye gereken reformları, müzakere sürecinin bir yükümlülüğü olduğu için değil, öncelikle toplumsal beklenti ve ihtiyaçlar sebebiyle gerçekleştirmektedir. Türkiye, ulusal çıkarlarının gereği olarak reformları hayata geçirmektedir. Biz, bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da üzerimize düşenleri yapmaya devam edeceğiz. Aynı yaklaşımı AB'nin de göstermesi gerektiğini her fırsatta dile getireceğiz.
Türkiye, asla duyguları ile mantığı arasına sıkışan günlük siyasi polemiklere kurban edilen bir AB'nin mağduru olmamalıdır. Biz bu sürece öz güven içinde devam ediyoruz.
Demokratikleşme ve insan hakları noktasında hükümetimizin attığı cesur adımlar, tamamen bu öz güvenin bir neticesidir. Türkiye artık, tabu gibi görülen konuları tartışır hale gelmiş, demokrasi noktasında herhangi bir zafiyete fırsat vermeyen, bütün vatandaşlarının özgürlüğünü teminat altına alma noktasında her türlü cesareti gösteren bir ülke konumuna yükselmiştir. Dış politikada, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi, İran'ın nükleer programına ilişkin diplomatik çabalara ağırlık verilmesi, Balkanlar'da, Orta Doğu'da, Kafkaslar'da, Afrika'da, dünyanın her bölgesinde Türkiye'nin yapıcı ve güvenilir bir ülke olarak katkıda bulunması da aynı öz güvenin bir tezahürüdür.”
Demokratikleşme, kalkınma ve dış politikaya ilişkin olarak cesur kararlar alma noktasında Türkiye'nin şimdiden AB üyesi birçok ülkeden daha ileri seviyede olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğini belirten Erdoğan, “Özellikle temel hak ve özgürlük noktasında bazı Avrupa ülkelerinde yürütülen tartışmalar, bununla birlikte aşırı sağ ve ırkçı eylemler son derece dikkat çekicidir ve aynı oranda da kaygı vericidir” dedi.