Güncelleme Tarihi:
İşte Erdoğan'ın konuşmasından satırbaşları:
Halk oylamasında, halkımızın çoğunluğu evet oyunu kullanarak, halkımız kamu denetçiliği kurumunun kurulmasına onay verildi. Yaklaşık bir yıl önce de kamu baş denetçimizi ve kamu denetçilerini belirleyerek çalışmalara başladık. Kurum, altı ayda aldığı 4476 şikayetle ilgili çalışmalarını sürdürüyor. Kamu denetçiliği kurumunun, idare ile vatandaş arasında önemli bir köprü olacağına inanıyorum.
Bireyin devlet karşısında hem güçlü hem de cesur olması her zaman önemli bir ilke olmuştur. Bize göre birey hiçbir zaman, bütün kararlara körü körüne itaat eden varlık olarak değerlendirmemiştir.
"DEVLET VE BİREY İLİŞKİLERİ DEĞİŞTİ"
Türkiye’nin devlet geleneği, Osmanlı'nın kuruluşunda, Osman Gazi’ye verilen nasihatte vardır. Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” öğüdünü vererek, birey ile devlet arasındaki temel ilkeyi belirlemiştir.
Modern anlamda devlet ve birey ilişkilerinin çok değiştiğini, ilerlediğini görüyoruz. Dün birey devlet karşısında son derece edilgen bir konumda iken, bugün artık devlet birey karşısında edilgen bir konuma gelmiş, birey devletin değil, devlet bireyin hizmetkarı şeklini almıştır.
Hükümet olarak 11 yıl boyunca Türkiye’de devlet-vatandaş ilişkilerini böyle bir temel üzerine inşa etmek için çok büyük bir mücadele verdik.
Devleti milletin hizmetkarı olarak yeniden şekillendirebilirsiniz. Yargıyı en ideal anlamda bağımsız hale getirebilirsiniz. Özgürlükleri temel hakları anayasa ve yasalarla kayıt altına alabilirsiniz. Ancak zihniyet devrimi gerçekleşmediği sürece yapılanlar sadece kağıt üzerine kalacak ve pratik teorinin çok arkasından gidecektir.
Devlet şeffaf olabilir, eşit olabilir. Devlet kağıt üzerinde en ileri hakları vatandaşına temin edebilir. Ancak bürokrasinin zihniyeti değişmiyorsa, kendisini yeni şartlara hazırlamıyorsa, işleyiş mutlaka eksik kalacaktır.
"REFORMLARIN TOPLUMA YANSIMASI ZAMAN ALMAKTADIR"
Şunu açık yüreklilikle ifade etmek durumundayım, son 11 yılda önemli reformlar yaptığımız halde, zihniyet devrimi geriden geldiği için, reformlarımızın topluma yansıması zaman almaktadır. Bunun vakit alacağını elbette biliyoruz. Ancak er yada geç zihniyet devriminin gerçekleşeceğine inanıyoruz.
Bundan sonra da reformlarımızı hız kesmeden sürdüreceğiz. Samimiyetle cesaretle mücadele edeceğiz. Türkiye 1946’da ilk kez çok partili seçim yapmıştır. Seçmen ve sandık kültürü toplumda karşılık bulmuştur.
Türkiye içinde bulunduğu zor coğrafyada milli iradenin gücüne inanan, bunu özümseyen, yaşam tarzı haline getiren örnek bir ülke olmuştur. 11 yılda gerçekleştirdiğimiz birkaç reformu zikretmek isterim.
DGM’yi biz kaldırdık. Ülkemizin belli bölgelerinde devam eden OHAL’e biz son verdik. Vatandaşlıktan çıkarılanlara haklarını biz verdik. Yerleşim birimlerine eski isimlerinin verilmesi önünü biz açtık. Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesini biz getirdik. Yüksek askeri şura kararlarına karşı yargı yolunun açılmasını biz sağladık. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını biz getirdik. Kültürel hakların, çocuk ve kadın haklarının kullanılmasında sessiz devrimleri biz gerçekleştirdik. Bunlar yaptığımız reformların sadece bir kısmı.
Bize neler demediler ki? Türkiye bölünür, parçalanır. Devlet gücünü kaybeder. Hiçbir temeli olmayan eleştiriler yapılmıştır. Bu reformlar engellenmeye çalışılmıştır. Biz bu reformlarla Türkiye’yi güçlendirdik. Dayanışma ve kaynaşma daha çok bu sürede arttı.
Engelli vatandaşlarımıza görülmemiş imkanları her alanda biz getirdik. Türkiye’de siyasi partiler medya dahi reformlara karşı çıkarken, hükümetimiz bu reformları gerçekleştirmiştir.
“ŞİİR OKUDUĞUM İÇİN MAHKUM OLDUM”
Şu hususun altını özellikle çizmek istiyorum. Bundan 11 yıl önce, bir siyasetçinin, bir siyasi partinin her konuda konuşma özgürlüğü yoktur. Belli konular adeta mayınlı araziydi. Şahsım, ben Talim Terbiye Yüksek Kurulu’nun övgüyle bahsettiği kitaplarda yer alan bir şiiri okuduğum için mahkum oldum. Bundan dolayı ben hapiste yattım. Kimse şu anda bunu görmüyor, bize saldıranlar. Burası çok manidardır.
“KÜFÜR BİLE EDİYORLAR”
Sadece bununla kalınmadı, biz önünü açtık. Biz yazarken çizerken, bırakın eleştiri, bize hakaret etme özgürlüğüne sahip olanlar, şu anda bizi ‘bizim düşünce özgürlüğümüz yok’ diye eleştiriyorlar. Küfre varıncaya kadar, bunları yapabildikleri halde, hala özgürlüğümüz yok diyebiliyorlar.
Fakat biz şu ne der bu ne der diyerek, siyasi partiler dahi kendilerini kısıtlamak zorunda kaldılar. Biz doğru neyse o istikamette yürüdük.
“HÜKÜMETİMİZ MEDYA ÜZERİNDEKİ KORKUYU KALDIRDI”
Bundan 11 yıl önce gazetelerde her manşeti atabilmek, her konuda yazabilmek mümkün değildi. Özellikle devlete sirayet etmiş çetelerden korkuluyordu. Hükümetimiz medya yazarlar üzerindeki tüm bu korkuları ortadan kaldırılmıştır. Gösteri basın açıklaması yapmanın neredeyse imkansız olduğu, çok sert karşılıklar bulunduğu Türkiye’den, şimdi ise şiddete başvurmadığı sürece vatandaşların haklarını kullanmaları imkan dahilindedir.
“BİZDEN SONRA GELEN ÇIRAKLAR AB’YE ALINDI”
AB’ye üye olmak için aday durumundaki Türkiye, tabi 50 yıl oldu. bizden sonra gelen çıraklar usta durumuna gelip AB’ye alındılar. 11 yılda çok önemli reformlar yaptığımız halde, AB standartlarını yakalamış ve bazı standartları aşmıştır.
“BİZ HAZIRIZ”
Bakınız 23 ve 24. Fasılları açılması noktasında, AB’nin şartı ki, hak ve yargı konusunu ilgilendiriyor. Biz hazır haldeyiz şu an. Faslı engelleyen kimdir güney Kıbrıs. Siyasi nedenlerle AB’ye üye yapılan, daha sonra AB üyesi bazı ülkelerin, ‘biz yanlış yaptık’ diyenlerdir. Bunun başında sayın Merkel gelmektedir. Güney Kıbrıs’ın konumu durumu bellidir. Burada yabancı misafirlerimizin katıldığı bu toplantıda özellikle değinmek istiyorum.
Özellikle de AB’nin veyahut da bazı çevrelerin hükümetimize karşı karalama kampanyası olmuştur. Biz tabi bunun AB’deki dostlarımız tarafından yürütülüyor olması için özel bir gayreti gösteriyoruz.
Tutuklu ve hükümlü gazeteciler diyorlar. Tutuklu ve hükümlü gazeteciler konusunda, Avrupa ve dünya yanlış şekilde bilgilendirilmektedir. Türkiye’deki ifade özgürlüğü konusunda yanıltıcı biçimde bilgilendirilmektedir.
“ALMAN POLİSİ BİLEĞİNDEN ÇEVİRDİ, TEKMELEDİ…”
Biz şu özeleştiriyi memnuniyetle yaparız. Tabi ki yüzde yüz her şeyi çözdük iddiasında değiliz. Örneğin, bir seyahatte Almanya’daydım. Oradan birileri bize doğru yöneldi. Alman polisi hemen gitti, bileğine sarıldı, dirseğinden çevirdi, yere yatırdı ve tekmeledi. Alman polisi.
İngiltere’de Londra’da neleri yaşadık. Fransa’da neleri gördük. Bu kötü örnekleri örnek olarak almıyoruz. Ama bizim polisimiz dayak yemiştir. Son anına kadar tahammül etmiştir. Biber gazı sıkmak, AB mevzuatında zaten var. Ha burada, açısını derecesini isabetli bir şekilde kullanmamış olabilir ki, gereği zaten yapılıyor. Ama biber gazı kullanılamaz diye bir şey AB mevzuatında yok. Su kullanılabilir, ama gerçek mermi kullanılamaz.
Ama gerçek mermi, polise karşı kullanılıyorsa buna ne demeli? Bunlar karşısında polis ne yapacak? Gerçek mermiyle yaralanan, hatta ölen polislerimizde olmuştur.
Ama bunlar görülmeden, bilinmeden veya dezenformasyon yapılıyor.
"AĞAÇ SÖKME MAKİNELERİNİ NASIL ÜRETTİKLERİNİ BİLİRİZ"
Çok masum gerekçeler ileri sürülmüştür. Nedir? Ağaç söküldü, ağaçlar kesildi bundan dolayı denildi. AB üyesi ülkelerle, ağaç dikme noktasında biz rekabetteyiz. Biz vagon değiliz lokomotifiz. Milyonlarca biz ağaç diktik ve hızla da bunu devam ettiriyoruz.
Avrupa’ya Fransız değiliz. Avrupa’yı tanırız biliriz. O makineleri nasıl ürettiklerini de biliriz. Hatta şurada birkaç yıl öncesine kadar o makineleri, ağaç sökme makinelerini kast ediyorum. Ağaç sökülemez anlayışı yok.
“YEŞİLE HAYRANIM, HASTAYIM”
Ben aynı zamanda belediye başkanlığı yaptım. Bu işlerin ne denli önemli olduğunu bilirim. Biraz da yeşile hayranım hastayım. Bu işi çok severim. Bize çevre düşmanı yaklaşımı içinde olmak bize karşı haksızlık olur.
Özellikle attığımız adımlarda, atacağımız adımlarda, bizim gösteri ve yürüyüşlerde hukuk içinde haklarını kullananlara, sadece biz onları koruruz. Onlara karşı herhangi bir tavrın olmasına müsaade etmeyiz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin seçimle gelmiş, demokratik yollarla gelmiş hükümetini, dünyaya diktatör olarak lanse edenlerle bir şeyi konuşmam lazım. Ülke geneline ve dünyaya hitap ediyorum.
Bakın Suriye’de yüz binler öldürüldü, öldürülüyor. Peki batı nerede? Attığı bir adım var mı? Sadece konuşuyor. AB ne yapıyor? AB Mısır’daki darbeye, darbe diyememiştir. Sadece müdahalede kalmıştır. O zaman darbeyi bize tanımlasınlar. Darbe nedir? Demek ki o zaman aklına geldiği zaman bu tür darbeler yapılabilir. Sandığın içinden çıkmak hiç önemli değil. üzülerek söylüyorum, çoğunluğun azınlığa tahakkümü. Bu konuşuluyor. Yani çoğunluk, eğer halkından ülkeyi yönetme yetkisi almışsa, ülkeyi yönetir.
Zulmediyorsa, bir yanlış yapıyorsa, yargı niye vardır? Bunları yargılamak için vardır. Sandık niye vardık. Onu indirmek için vardır. Ama böyle diyerek, azınlığın veya seçkinlerin çoğunluğa tahakkümünü neyle izah edeceksiniz?
Bakıyoruz ki Danıştay gibi önemli bir karar alıyor bu ülkede. Aldığı karar, başı örtülü olanlarla ilgili bir olumlu karar. Şu anda hukukçu, akademisyen, avukat neyse, birisi de çıkıyor diyor ki, biz bunu kınıyoruz, üzüntü duyuyoruz. Bu nasıl iş? Bir taraftan inançlara saygıdan bahsedeceksin, bir taraftan inancının gereğini yerine getirenlere karşı böyle bir tavrını dile getireceksin. Bunu üzüntüyle karşılıyoruz diyorsun.
Yıllarca bu ülkede azınlık konumunda olanlar bunlara sabrettiler. Molotofu alıp sokağa çıkmadılar. Böyle bir karar alınınca da şimdi rahatsız oldular. Biz bütün vatandaşlarımıza hep saygı duyuyoruz. Bugüne kadar da bunu yerine getirmenin bahtiyarlığı içerisindeyiz.
Biz cumhuriyet tarihinin en köklü, en demokratik reformlarını gerçekleştiren bir hükümetiz. Demokrasi güçlendikçe imtiyazlarını kaybedenler var bu ülkede. Değişimi engellemek için her yola başvuruyorlar.