Güncelleme Tarihi:
İÇ POLİTİKA
TELEFON EDEMEZ MİYDİ?
- (“Ülkede genel bir kutuplaşma ortamının kalıcı bir şekilde ülkenin üzerine yerleştiği yolundaki görüşleri nasıl karşılıyorsunuz? Varsa bunun aşılması için, yumuşamanın yerleşmesi için atmayı düşündüğünüz adımlar neler?” sorusu üzerine):
Bakın, son bir aya bakın. Yeni bir dönem başlıyor. Hem Cumhurbaşkanı hem hükümet yeni. Kutuplaştıran tavırlar kimlerden geldi? Mesela Sayın Cumhurbaşkanımız 10 Ağustos akşamı yeni bir çağrıda bulundu, ‘Yepyeni bir dönem başlıyor’ dedi. Adil ve meşru bir seçimle geldiği konusunda kimsenin tereddüdü yok. O günden bugüne Cumhurbaşkanımız herhangi bir şekilde bir siyaset tartışmasının parçası olmadı. Peki Cumhurbaşkanı’nın yemin törenine kim katılmadı? Yemin töreninde kim olay çıkardı? Kitabın, benim için kutsal olan bir nesnenin gözümün önünde uçuşunu hâlâ hatırlıyorum. Tüylerim ürperdi, gidip almak istedim, arkadaşlar tuttu. Kitabı alıp Meclis Başkanı’nın önüne koymayı düşündüm. O düşen kitabı kaldırmak bizim görevimizdir. Peki kitabı kim fırlattı. O gün
BAHÇELİ NAZİK BİR İNSANDIR
Ben Başbakanlığı aldıktan sonra benim ağzımdan kutuplaştırıcı bir söylem duydunuz mu, yoo... Ama Kılıçdaroğlu hâlâ kullanıyor. Sayın Bahçeli hâlâ kullanıyor. Kullandığı dili bir açıp okuyun. Onun için üzülüyorum. Sayın Bahçeli de son derece nazik bir insandır ikili ilişkilerde. O gün Genel Kurul’a katıldığı için gittim elini sıktım. Sonra o kadar nezaketli görüşmeden sonra çıkıyor, benim başbakanlığımı sorgulayan bir tutum alıyor. Bahçeli’de kastettiğim şu: Genellikle okuduğu metinlerden çıkıyor bu dil. Yani beni Cumhurbaşkanı’nın idare ettiğini söylüyor, aslında onun üslubunu başkaları (metinlerini yazanlar) idare ediyor. Halbuki şahsi konuşmalarda nezaketini hep takdir etmişimdir kendisinin. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlığı görevini yapan birine buna uygun, siyasi nezakete, edebe uygun bir dil kullanmasını bekliyorum. Şahsi nezaket siyasi nezakete yansımalı. Eğer bu makama saygı göstermezse, bizden de saygı bekleyemezler... Çağrıda bulunuyorum, artık Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun muhatapları Cumhurbaşkanımız değil, muhatapları benim. Saldıracaklarsa, eleştireceklerse, siyasi kültür içinde davranmaları lazım. Cumhurbaşkanımız artık siyasetin üstündedir ve bu tavrını sürdürüyor. Bakın Kıbrıs’a gitti, her partiden temsilci davet etti, CHP’liler gelmedi. Kutuplaştıran kim? Sayın Cumhurbaşkanı’yla ilgili, benimle ilgili bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Ama Türkiye’deki gerçekliğe baktığınızda, bu doğru değil. 10 Ağustos’tan beri Sayın Cumhurbaşkanı’nın, benim kullandığım kutuplaştırıcı bir şey gösterin. Ama ben Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin kaç tane açıklamasını gösteriyorum. Biraz da kendi içlerinde uğraştıkları için, göreceksiniz daha da kutuplaştırıcı bir dil kullanmaya çalışacaklar.
BİZ KİTAP FIRLATMAYIZ
(“Yani, ben yumuşamadan yanayım diyorsunuz...” sorusu üzerine): Tabii, zaten öyle... Allah aşkına üç hafta oldu, birçok konuşma yaptım. Her gün konuşuyorum, herhangi bir kutuplaştırıcı dil ya da tutum var mı? Ama karşı taraf illa bizim sabrımızı test etmeye çalışıyor bir anlamda. Bu doğru bir şey değil. Bu konuda objektif değerlendirme yapmanızı beklerim. Bir taraf alabildiğine kutuplaştırıcı bir dil kullanıyor, neler söylüyor. Neler söylendi Cumhurbaşkanımızla ilgili... Şimdi ise artık Cumhurbaşkanımızın ve Cumhurbaşkanlığı makamının tartışma konusu yapılmaması lazım. Bu makama dönük her tartışma ve her gerilim Türkiye’de siyasetin doğasını bozar, taşların yerine oturmasını imkânsızlaştırır. Siyasi tartışmalar Meclis’te olur, hükümetle muhalefet arasında olur. Bunun da saygılı bir dille yürütülmesi lazım. Bizden kitap fırlatan çıkmaz, bizden karşı tarafı tahkir eden söylem ve sözler çıkmaz... AK Parti’de bunlar yaşanmadı.
KÜRT SORUNU
ORTADOĞU’DA TEK BAŞARI ÖYKÜSÜYÜZ
DIŞKI YEDİRİRSENİZ
- Bir devleti devlet yapan şey vatandaştaki aidiyet duygusunun güçlendirilmesidir. Etnik ve mezhebi ayrımlar devleti, toplumsal dokuyu çözücü etki yaparlar. Cumhuriyet döneminin en önemli meselelerinden biri, eşitlikçi bir vatandaşlık anlayışının yerleştirilmesi ve tarihten gelen toplumsal dokuyu güçlendirmesidir. Bunun yapılamadığı yerlerde toplumun bir kesimi devletten kopuş süreci yaşadı. Diyarbakır Hapishanesi’nde dışkı yedirmek dahil her şeyi yaparsanız, bir kopuş süreci yaşanıyor. Bu, toplumla devlet arasındaki doğal psikolojik irtibatı koparıyor ve bunu da içeride dışarıda birileri istismar ediyor ve bu kopuş süreci bir müddet sonra karşınıza terör olgusu olarak çıkabiliyor.
AİDİYET GÜÇLENDİ
- Biz bu kopuşları tarihi bir parantez olarak görüyoruz ve bu parantezi kapatacağız, bu yanlış uygulamalara son vereceğiz. Biz aidiyeti güçlendireceğiz. Aidiyet meşruiyetin temelidir. Son çözüm süreciyle birlikte aslında başardığımız şey, bu aidiyet bağlarının tekrar tahkim edilmesidir. Diğer teknik şeyler hep tartışılabilir, önemli olan insanların psikolojik olarak “Ben bu devletin vatandaşı olmaktan mutluyum” demesi... Ama daha önemlisi, bu ülkenin ve bu toplumun parçası olmak, onu duyması... Öyle bir aidiyet bilinci son 7-8 yıl içinde ama özellikle de son bir-iki yıl içinde olağanüstü güçlendi. İnsanlara sunu söyledik: Diliniz, mezhebiniz, etnik kimliğiniz ne olursa olsun, hepiniz bu devletin eşit vatandaşlarısınız. Sizi bir tehdit olarak görmüyoruz, iç tehdit diye bir kavramı yok sayıyoruz, biz böyle bir tehdit tanımı üzerine siyaset üretmiyoruz.
TALABANİ-DEMİRTAŞ
- Şubat 2012’den bugüne gelin, aldığımız mesafe olağanüstüdür. Bölgede, Irak ve Suriye’de etnik ve mezhebi çatışma tırmanırken biz içeride çözüm sürecini yürütüyoruz. Şu anda Ortadoğu bölgesinde tek bir başarı öyküsü vardır, o da Türkiye’nin yönettiği çözüm sürecidir. Başka bir başarı hikâyesi yok maalesef. Keşke olsaydı. Tek bir siyasi iktidar vardır halkının her kesimiyle barışık, bir yeni bir ülke kurma iddiasında olan, o da Türkiye’dir... Bölgede bu olaylar yaşanırken Türkiye’de Kürtlerin, Kürt hareketinin önemli bir ismi cumhurbaşkanı adayı oldu ve “Kazanırsam bütün Türkiye’nin cumhurbaşkanı olurum” dedi. Irak’ın eski Kürt kökenli Cumhurbaşkanı Talabani Basra’dan hiç oy almadı, Musul’dan hiç oy almadı, Bağdat’tan çok az oy aldı. Ama Selahahattin Demirtaş için Türkiye’nin her yerinde oy kullanıldı.
DIŞ POLİTİKA
ARADI ‘SIFIR SORUN’ DEDİ
- Sıfır sorun meselesinde ne kadar haklı olduğumuzu son gelişmeler teyit ediyor. Türkiye’nin Irak ve Suriye’de sıfır sorun olsun diye dört yıldır uyardığı hususlar bugün teyit ediliyor. Türkiye ile değil kendi halkı ile sorun çıkaran Maliki gitti. (Yerine gelen) Abadi, evvelki gün beni aradığında, ‘Türkiye ile sıfır sorun’ ifadesini kullandı ve ‘Hiç sorun olmayan yepyeni bir sayfa açmak istiyoruz’ dedi. ‘Ya siz gelin ya da ben geleyim’ dedi. Benim üç-dört yıldır yaşadığım sorun, benim sıfır sorun politikamdan değil, Maliki’den kaynaklandı. Yarın Suriye’de iktidar değişse, aradaki parantezi atıp aynen yola devam ederiz.
SÜREÇ
HEM ÇÖZÜM, HEM YOL KESME OLMAZ
- 2012 sonu ve 2013’ten bu yana çok hızla akan bir derede karşıya doğru yüzüyoruz. Biz dağ çocukları denizi değil derede yüzmeyi örnek veririz. İvmesi çok yüksek, sizi çok sürüklüyor. Tam yarıya geldiğinizi düşündüğünüzde, karşı yakaya geçmek için kulaç atarsınız, geriye dönmenin maliyeti karşıya geçmekten daha yüksek olmaya başlar. Şimdi biz yüzmeye başladık, çözüm süreciyle bu arada ivme katlayarak büyümeye başladı. Çünkü Irak ve Suriye’de yaşanan şeylerle derenin debisi iyice arttı. Ona rağmen son terör yasasıyla birlikte derenin yarısını geçtik. Şimdi geldiğimiz nokta, artık adım vakti...
- (“Öcalan’ın durumundan başlamak üzere Kürt siyasi hareketinin bir takım talepleri var. Bu taleplere ne zaman gelinecek?” sorusu üzerine): Bu detaylara şimdi girmeyelim. Ama sürecin basından bugüne kadar söylem bile ne kadar değişti, bugün siyasi konular konuşuyoruz değil mi? Rahmetli Özal “Bu konular konuşulabilir” dediğinde, neredeyse kıyamet kopacaktı ama ülke bölünmedi. TRT Şeş kurulduğunda ne tartışmalar oldu. Belli bir direnç vardı. Ama ne oldu, herhangi bir olumsuzluk olmadı. Atılacak adımlar konusunda zannedildiği kadar komplike değil, bu konularda iyi niyet olursa çok rahat mesafe alınabilecek noktadayız. Milli eğitimde ülke genelindeki ortak eğitim politikasını değiştirecek bir gerekçe görmüyoruz. Kürtçe öğrenmek konusunda bir sıkıntı yok. Son Bakanlar Kurulu’nda Kürtçe öğretmenleri için ciddi kontenjan ayrıldı. Bu konularda Türkiye’de zaten belli psikolojik eşikler asıldı, bu konular rahatlıkla konuşulabiliyor...
- Kamu düzeni ile çözüm süreci birbirinin alternatifi değildir. Yani çözüm süreci yürüyor diye kamu düzenini bozacak davranışlara müsamaha gösteremeyiz. Çözüm süreci olacak ama sen hâlâ bu ülkenin 15-16 yaşlarındaki çocuklarını bilinmez bir geleceğe doğru kaçıracaksın. Bu çözüm sürecinin mantığıyla örtüşük bir şey değil. Ya da başka kamu düzensizlikleri, yol kesmelerden karakol engellemelerine ya da diğer gelişmeler... Bunların durması, kamu düzeni içinde atılacak adımların bu yolu birlikte yürüyecek şekilde atılması şart.
ANAYASA
...AMA HEP BERABER TAŞIYALIM
- ANAYASADA yapılacak değişikliklerin, kritik konuların biraz daha uzun tartışılarak toplumsal mutabakatla çıkması önemli. Yoksa bir kesim, önemli bir kesim Anayasa’da değişikliğin karşısında yer alırsa, bunu arzu etmeyiz. İsteriz ki, öyle bir formül bulalım ki, herkes elini taşın altına koysun ve toplumda hiç kimseye, hiçbir kesime dışlanmışlık hissiyle davranılmasın. Bütün konularda temel ilke bu. Dolayısıyla şu anda çözüm sürecindeki ana şey de, anayasal değişikliklerden daha çok pratik konularda elde edilen mesafenin daha da ileri götürülmesi hedefi var. Ancak biz Anayasa değişikliği konusunda her zaman gerekli siyasi esnekliği ve vatandaşlık kimliğini, aidiyet bilincini tahkim edecek her konuyu konuşmaya hazırız. Bu konuda bizim herhangi bir çekincemiz yok. Yeter ki her vatandaşımız hangi etnik aidiyete sahip olursa olsun kendini bu ülkeye daha fazla ait hissetsin. Yazılı metinden daha önemli olan şey, psikolojik olarak o ülkedeki vatandaşların tek tek bu hissi yaşamaları. 12 Eylül’ün otoriter mantığı, her şeyi yazıyla, kuralla çözmeye çalıştı. Mevcut Anayasa dar geliyor. Toplumun doğal seyri içinde geldiği aşama bu Anayasa’yı çoktan aştı. Bunu hep beraber oraya taşımamız lazım, ama hep beraber... Yoksa bir taraf yenilmişlik hissi içine girerse o anayasayı sahiplenmez. 12 Eylül’ün yaptığı tarzda benzer bir hatayı bizim yapmamamız lazım. Hiç kimseye yenilmişlik hissi tattırmayan bir ortak anayasayı nasıl yaparız, nasıl üretiriz, bunu hep beraber açıkyüreklilikle tartışmamız lazım.
PARALEL
O DA VESAYET
- Paralel devletle olan mücadelenin esası da budur. Sen git halktan oy al uğraş, ter dök ama gel Ankara’ya ben emniyette, yargıda örgütleneyim ve sen benim dediğimi yap... Bu da başka tür bir vesayettir.
SÖZLER
KASTETTİĞİ FARKLIYMIŞ
- (Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in ‘Barış süreciyle ilgili bilgimiz yok’ şeklindeki sözleri hakkında) Genelkurmay Başkanımızla son on gün içinde üç kez görüştüm. Bu konuyu bana da söyledi. Böyle kastedilen hususun oraya yansıdığı gibi olmadığını söyledi. Geçmişte milli güvenlik kurulunda da biz bunu defaatle tartıştık. Her zeminde de konuştuk. Onun için zaten biri çözüm süreci diğeri ulusal güvenlik konularında düzenli çalışacak iki mekanizma kuruyorum. Akışla ilgili her aktör sürecin içinde olsun. Hem herkes akışla ilgili bilgi sahibi olsun, hem de kamuoyuna verdiğimiz mesajlar tek mesaj olsun. İki-üç mesaj söz konusu olursa, o zaman kafa karışıklığı olur. Bu noktaya çok zor yerlerden geldik. Onun için de süreci kolay terk etmeyiz. Bu süreci herhangi bir provokasyona da kurban vermeyiz.