Erdoğan Marmara Üniversitesi'nde konuştu

Güncelleme Tarihi:

Erdoğan Marmara Üniversitesinde konuştu
Oluşturulma Tarihi: Eylül 29, 2010 14:52

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, mezunu olduğu Marmara Üniversitesi’nin 2010-2011 Eğitim Öğretim Yılı açılış törenine katıldı. Erdoğan, ikisi genel, ikisi yerel, ikisi de referandum olmak üzere son 6 seçimden başarıyla çıktıklarını belirterek, "Şu ana kadar iki gün öncesi itibariyle söylüyorum, partime müracaat eden uluslararası 70 siyasi parti var. ‘Bu başarıları nasıl elde ettiniz? Bize de eğitim verir misiniz?’ diye müracaat ettiler" dedi.

Referandumda yüzde 42 "Hayır" diyenleri anlamak için geniş çaplı bir bilimsel araştırma başlattığını belirten Erdoğan, "Demek ki bir yerde hatalarımız, eksiklerimiz var, neyse bunu öğrenmem lazım” diye konuştu.

Sultanahmet’teki Rektörlük Binası'nın Ord. Prof. Dr. Nihad Sayar Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen törende, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Rektör Prof. Dr. Zafer Gül’e gönderdiği mesajı okundu. Doç. Dr. Mustafa Uslu yönetimindeki Marmara Üniversitesi Türk Halk Müziği Topluluğu’nun dinletisi sonrası konuşan Başbakan Erdoğan, mezun olduğu üniversitenin yeni eğitim ve öğretim yılı açılışında bulunmanın heyecanını yaşadığını belirterek, "Emeği geçen hocalarıma, üniversite çalışanlarına saygı ve şükranlarımı sunuyorum. Türkiye’nin en eski ve en seçkin, köklü üniversitelerinden biri olan Marmara Üniversitesi’nin bir mezunu olmaktan büyük onur duyduğumu ve bu payeyi hayatım boyunca gururla taşıyacağımı ifade etmek istiyorum" dedi.

12 EYLÜL’Ü BU OKULUN SIRALARINDA YAŞADIM

Üniversitelerimizin, Türkiye’nin yeni konumuna ayak uyduracaklarına hatta ışık tutan, öncülük yapan, yol açan bir konuma ulaşacaklarına bütün kalbiyle inandığını belirten Erdoğan şunları söyledi:
“Benim Marmara Üniversitesi’nde okuduğum yıllar, sadece benim değil bizim neslimizin gençlik çağı, Türkiye’nin en bunalımlı, en buhranlı yıllarıydı. 12 Eylül 1980 müdahalesi olduğunda ben okulumuzun sıralarında o zaman bir öğrenciydim. İnanın, o karanlık günlerin acısını en çok üniversiteler, öğretim üyeleri ve öğrenciler olarak yaşadık. Gençler görünmez birtakım karanlık ellerin marifetiyle kutuplaştırıldı. Silahlarla, demir çubuklarla neler çektiğimizi o dönemde biliyoruz, bunları yaşadık. Belki bunlar bizim için aydınlık yarınlar için o zaman bir vesilesiydi. İşin bu yanını da düşünmekte fayda var. Yüzlerce, binlerce öğrenci üniversite öğrencisi kampüslerin içinde, okul önlerinde, sokak aralarında maalesef hayatlarını kaybetti en azından yaralandı. Üniversitelerimizde görev yapan akademisyenlerimiz, bilim adamlarımız da o karanlık günlerin ceremesini yaşadılar. O dönemdeki şiddetin kurbanı oldular. Nice bilim adamımızın itibarı, onuru, akademik saygınlığı ayaklar altına alındı. Nice bilim adamımız fişlendi, haksız yere tahkikata, takibata, soruşturmaya, fiziksel ve psikolojik işkenceye uğradı. Müdahaleye karşı çıkan, demokratik bir tavır sergileyen, baskılara karşı çıkan onurlu bilim adamlarımız tabiri caizse akademik mahalle baskısına maruz kaldı. Bunlar yaşandı bizim ülkemizde.

"BEN SENİ SAKINCALI GÖRDÜM" DEDİĞİ ANDA İŞ BİTTİ

Bir kısmı görev yaptıkları üniversitelerden uzaklaştırıldı. Hatta yurt dışına çıkmak, birikim ve potansiyellerini yurt dışındaki üniversitelerde kullanmak zorunda kaldı. Hatırlatmakta fayda görüyorum. Değerli birçok bilimadamımız 1983 yılında çok ağrıma gidiyor, 1402 Sayılı Yasanın 2’inci Maddesi, Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından değiştirildi, bu gün inanmakta anlamakta çok çok güçlük çektiğim o maddede şu ifadeler yer alıyordu: 'Genel güvenlik, asayiş veya kamu düzeni açısından çalışmaları sakıncalı görülen kamu personelinin işine son verilmesi, yerel yönetimde çalışanların görevden uzaklaştırılması veya işlerine son verilmesi ilgili kurum ve organlarca derhal yerine getirilir.'

Yani, kimse o gün oradaki idarenin sorumlu olan kişileri 'ben seni sakıncalı gördüm' dediği anda iş bitmiştir. Herhangi bir ispata gerek görmeden. Bu yasanın ardından çoğu prof. olan yaklaşık 100 öğretim üyesinin işine son verildi. Binlerce öğretim üyesi bu yasadan sonra istifa etmek zorunda kaldı. Hatta bazı öğretim üyeleri kendi iç dünyasının vidanının sesinin kendi onur dünyasında mahküm olmasını mahpus olmasını istemedi ve ayrıldılar. Aslında o bir isyanın neticesi.

KARDEŞ KAVGASI İÇİNDE YER ALMADIK

12 Eylül öncesindeki kaos ortamı da 12 Eylül sonrası baskılarını da özellikle genç bir üniversite öğrencisi olarak tüm boyutlarıyla yaşadık. Çok şükür kanlı çatışmaların içinde olmadım. Kardeş kavgası hatasına asla düşmedim. Sorumluluğum içinde olan gençleri de bu işin içine sokmamakta da çok ciddi mücadelelerim oldu. Kirli ellerin, kirli odakların tuzağına gelmedim. Ama bu kirli tuzaklara aldırış etmememize rağmen şahsımıza ve arkadaşlarımıza yönelik çirkin saldırılara maruz kaldık.

DEMOKRASİMİZİN KIYMETİNİ BİLELİM

30 yıl öncesinin o karanlık tablosunu hatırlatmamın bir nedeni var. Yeni nesli, özellikle 1970 ve sonrasında doğmuş olanlar, 12 Eylül’ün ne anlama geldiğini hatırlamayabilir, anlayamayabilir. O günler ve sonrasında yaşananlara bir anlam veremeyebilir. Bugün sahip olduğumuz demokratik standartları ve demokratik ortamı anlayabilmek, değerini bilmek açısından o günlerin mutlaka hatırda bulundurulması gerekir. Acıların tekrar yaşanmaması için, ders almak için, geleceğe güvenle bakabilmek için, 12 Eylül’lerin mutlaka iyi analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de 1960 sonrasında hemen her 10 yılda demokrasiye müdahaleler yaşandı. Bu kadar müdahale yapılması, bu müdahalelerin yeterince sorgulanmamasının, bunlarla yüzleşilmemesinin, bunların hesabının sorulmamasının bir neticesidir. 27 Mayıs unutturulduğu için 12 Mart yaşandı. 12 Mart unutturulduğu için 12 Eylül yaşandı. Aynı şekilde 12 Eylül unutturulduğu için 28 Şubat yaşandı.

DARBELERİ SORGULAMADIĞIMIZ İÇİN GERİSİ GELDİ

Biz 12 Eylül’ü hatırlattığımız için 12 Eylül’de yaşanan acıları hatırlattığımız için, işkenceleri yaşamış bazı kesimler tarafından kıyasıya eleştirildik. Oysa o gün yaşananlara nasıl samimiyetle karşı çıktıysak, öncesinde ve sonrasında yaşanan müdahalelere de aynı samimiyetle karşı çıktık. Artık bir halk oylaması sürecinde değiliz, bir kampanya sürecinde değiliz. Ben şunları tüm samimiyetimle söylemek istiyoruz. Bunları bu safhada söylemeyi bir borç olarak görüyorum. 12 Eylül öncesi ve sonrasında hangi taraftan olursa olsun gençlerin vefatı bizim yüreğimizi sızlatmıştır. 12 Eylül’ün etkisi gerek Anayasa marifetiyle gerek bir takım kurumlar marifetiyle 30 yıldır ülkemiz üzerinde kısmen de olsa devam ediyor. 2 hafta önce 12 Eylül’de bir halk oylaması yapıldı. Anayasası’nın 26 maddesi değiştirildi. 1982 Anayasası defalarca değişikliğe uğradı. Ama 12 Eylül 2010’daki değişiklik 1982 Anayasası’nın ruhuna ve özüne bu ölçüde dokunan ilk değişiklik olma özelliği taşıyor. Özelliği de bundan sonra yapılacak olan reformlar için sağlıklı bir zemini teşkil etmiş olması, yoldaki engelleri büyük oranda kaldırmış olmasıdır.

YÖK’Ü KALDIRMA MESELESİ

Muhalefet çıkıyor, '12 Eylül’le yüzleşeceksiniz, hadi o zaman YÖK’ü kaldırın' diyor. Bunu söyleyenler, 12 Eylül sonrası dönemde bu ülkede zaman zaman iktidar ortağı oldular. Onların iktidar olduğu dönemde YÖK’ün bilim ve bilim insanı üzerindeki baskısının en ağır şekilde hissedildiği dönemlerdir. O gün YÖK’ü kaldırmak için adım atmayanlar bugün de maalesef 12 Eylül’le yüzleşmek için de adım atmıyorlar.

KAÇAK, GÖÇEK OLMASIN

Başörtüsü meselesinin mucitleri olanlar 30 yıl boyunca bu meseleyle Türkiye’yi meşgul edenler, sorunun çözümü önünde duranlar bugün çözüm istediklerini ifade ediyorlar. Söylediklerinde samimi olmalarını diliyoruz. Buna inanmak istiyoruz. Biz dün olduğu gibi bugün de Türkiye’yi aydınlığa taşıyacak, demokrasinin standartlarını daha ileri götürecek her türlü projenin içinde olacağımızı, destek vereceğimizi, işbirliği yapacağımızı bütün samimiyetimizle ifade ediyor. Her şeyi konuşalım. bunlardan rahatsızlık duymayalım. 12 Eylül’den kalan her şeyi konuşalım. Ben YÖK’le ilgili olarak muhalefetin bundan önceki genel başkanına bizzat teklif ettim, 'Gelin YÖK’ü kaldıralım', Aldığım cevap şu olmuştur, 'YÖK’ü kaldırmak bir rejim meselesidir' Şimdi ise yeni genel başkanı 'YÖK’ü kaldıralım' diyor. Halef selef olduğunuz zat böyle diyor sen böyle söylüyorsun nasıl oluyor? Biz diyoruz ki YÖK’ü de konuşalım. Bizim derdimiz üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. En ideali neyse onu yapalım. Başörtüsü sorununu da konuşalım. Daha TESK’in Genel Kurulu öncesinde orada kendisiyle 10-15 dakika konuştum. Dedim hadi 'siz görev verin ben de görev vereyim.' Bizim Diyanet İşleri Başkanlığımız var. Başka bir yere gitmeye gerek yok. Hatta yeterli görmüyorsanız ilave bazı bilim adamlarını da biz de çağıralım onlarında görüşünü alalım. Oturalım, değerlendirelim, şu sorunu bir defa ortadan kaldıralım. Kaçak göçek olmasın. Rahat olsun. İnanç özgürlüğüne, eğitim özgürlüğüne bu kadar müdahil olmanın artık anlamı yok. Bu ülkede hangi düşüncede olursa olsun, ne taraftan olursa olsun şu mahalle baskısı adı verilen şeyi ortadan kaldıralım. Bu ülkenin yararına olacak ne varsa hepsini masaya getiriyoruz, hepsini istişare ediyoruz. Ama lütfen gençlerimize örnek olmak adına bunu samimiyet duygusuyla yapalım. Siyasetçinin samimiyet testini siyasetçiler yapmaz. Seçmenler yapar. Siyasetçinin ne söylediğine bakarlar, nasıl söylediğine bakarlar, söylediklerinin arkasında duruyor mu, durmuyor mu ona bakarlar ve ona göre kararı verirler.

70 SİYASİ PARTİ BAŞARININ SIRRI İÇİN MÜRACAAT ETTİ

Son 8 yılda biz iki genel seçimden, 2 yerel seçimden ve 2 tane de referandumu başarıyla atlatmak suretiyle geldik. Halkımızla paralel düşündüğümüzü bunun neticelerinde gördük. Bizim bu başarıyı elde etmemizin altında yatan en önemli nedenler hizmetlerimiz, eserlerimizdir. Bunların yanında vatandaşlarımızla kurduğumuz o samimi gönül bağıdır. Biz siyasete yeni bir dil kazandırmanın mücadelesini veriyoruz. Mutluluğumuzun altında yatan bir gerçek te şudur. Şu ana kadar iki gün öncesi itibariyle söylüyorum, partime müracaat eden uluslararası 70 siyasi parti var. "Bu başarıları nasıl elde ettiniz, bize de eğitim verir misiniz" diye müracaat eden. Biz şimdi bir kısmana bu tür eğitimleri, 3 günlük, 4 günlük eğitimler şeklinde genel merkezimizde veriyoruz. Olay bu noktaya geldi.

SİYASETİN PRESTİJİNİ ARTIRIYORUZ

Biz en az güvenilen kurum olan siyaset kurumunun prestijini yukarı çekmenin mücadelesini veriyoruz. Bunda da başarı sağlıyoruz. Söylediğine inanılmayan, kendisine güvenilmeyen, sözüne itibar edilmeyen siyasetçi profilini artık milletin zihninden silip atmanın gayreti içindeyiz. Biz gençlere mahçup olmak istemiyoruz. Gençleri siyasetten soğumasının ülke adına gelecek adına kaygı verici olduğuna inanıyoruz. Onun için tutarlı bir siyaset izliyoruz. Yapacaklarımızı söylüyoruz, yapamayacaklarımızı vaad etmiyoruz, her türlü gelişmeyi şeffaf bir şekilde milletimizle paylaşıyoruz.

YÜZDE 42’Yİ ANLAMAYA ÇALIŞIYORUZ

Bize oy vermeyenler olabilir, bizi beğenmeyenler olabilir, yaşamımızı desteklemeyenler olabilir, politikalarımızı onaylamayanlar olabilir ama biz onların da hükümetiyiz. Bunu bir an olsun hatırımızdan asla ve asla çıkartmıyoruz. Çünkü demokrasinin de gereği budur. Geleceğe eser bırakmanın da gereği budur. Bugüne kadar siyasetçiler kendilerine oy çıkmayan illeri, bölgeleri, kesimleri adeta cezalandırma yolunu seçti. Bakın şu anda kamu hizmetlerinde en çok payı alan illerden bir tanesi Tunceli’dir. Tunceli’de bizim milletvekilimiz yok. Hakkari aynı şekilde. Şırnak aynı şekilde. Çünkü oraları da Türkiye Cumhuriyeti’nin vatan topraklarıdır. Hepsine biz bu hizmeti götürmekle mükellefiz. Bunun aksi düşünülemez. Bize oy çıkmıyor diye ve az çıkıyor diye oraları biz ihmal edemeyiz. Batı neyse Doğu da o olacak. Kuzey neyse Güney de o olacak. 780 bin kilometrekaresiyle muasır medeniyetler seviyesi üstüne çıkmış bir Türkiye’nin vatan toprakları böyle görülmelidir. Buralara bu güne kadar bu hizmetler esirgenmişti. Biz bu anlayışa asla prim vermedik. Hizmette, yatırımda ayrımcılığa asla düşmedik.

BENİ BEĞENMEYEBİLİR

Halk oylaması sonrasında defalarca ifade ettim. Hükümet olarak bize düşen yüzde 42’yi 'evet' demediği için yok sayma değildir. Bize düşen yüzde 42’nin neden 'hayır' dediğini anlamak, anlamaya çalışmaktır. Bakın şu anda çok geniş çaplı bir bilimsel araştırmayı Türkiye genelinde yaptırıyorum. Neden yüzde 42 hayır çıktı. Bunu bilmem lazım. Bunu daha da aşağı çekmek için ne yapmak gerekiyor. Demek ki bir yerde hatalarımız, eksiklerimiz var, neyse bunu öğrenmem lazım. Ona göre bundan sonraki çalışmalarımızı, planlamamız ona göre adımlarımızı atmamız gerekiyor. Demokratik olgunluğun gereği bu, standartlrı yüksek bir demokraside yaşamanın gereği bu. AB katılım müzakerelerinde katılım müzakerelerini yürüten, bölgesel bir güç haline dönüşen, küresel projelerin içinde yer alan bir ülkenin hükümetine düşen budur. Siyasetin kutuplaştığı yerde, ülkeler kendiliğinden kutuplaşmaya başlar. Siyaset ve siyasetçi kendisini değiştirmiyorsa, ülke de değişemez. Biz geçmişe takılıp kalmak istemiyoruz. Geçmişin parametrelerine takılıp kalmak istemiyoruz. Ayrı fikirlere, farklı düşüncelere tahammül, değişik renklere sağduyulu yaklaşım demokrasinin özgürlüğün, bize göre temel şartıdır.

U2 KONSERİNDEKİ PROTESTOYA TEPKİ

Elbette eleştiri olacak ama hakaret asla. Haklı demokratik tepkiler ortaya koyulsun. Elbette bu noktada bu tür yaklaşımlara karşı bizler de güçlü bir şekilde tahammül göstereceğiz. Ama kırarak, dökerek, yağmalayarak, özellikle de kalp kırarak, gönül kırarak, rencide ederek değil. Bunu yasalar çerçevesinde demokratik bir olgunluk içerisinde yapılması, ölçülü tepki kadar tahammülün de gözetilmesi, verilecek mesajın da alınmasını sağlayacaktır. Fakat bizde maalesef protestoların demokratik olgunluğun dışına çıktığını, gereğinden fazla reaksiyonlar olduğunu zaman zaman görüyoruz. İşte aynı şekilde dünyanın en ünlü müzik grubu U2’nun konserinde de benzer manzaralara şahit olduk. Burada değerli bakanıma karşı takınılan tavır güzel bir tavır değildir. Kendileri de buna çok şaşırdılar. Kendileri teşekkür ederken karşılarında böyle bir tavırın olması onları da şaşırttı.

BİZ KENDİMİZİ SORGULUYORUZ

Biz kendimizi sorguluyoruz, kendi öz eleştirimizi yapıyoruz. Aynı sorgulamayı aynı öz eleştiriyi artık muhalefetin de medyanın da üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarımızın da yapmasını bekliyoruz. 12 Eylül halk oylamasıyla Türkiye yeni bir sayfa açtı. Bu yeni sayfanın diyalog, istişare, işbirliğiyle doldurulması gerektiğine inanıyorum. Bu noktada hiçbir kompleksimiz, hiçbir çekincemiz, hiçbir önkabulümüz yok. Demokrasi içinde her sorunu çözebilir her engeli aşabilir, Türkiye’yi inanın bu gün olduğundan çok daha ileri seviyelere taşıyabiliriz. Standartlara uyan değil, standart belirleyen ülkelerden biri haline geleceğiz. İnşallah gelecekte dünyada yine öncü rol üstleneceğiz. Türkiye’nin her bir vatandaşı özellikle gençleri tam bir özgüven içinde olmalıdır. Hükümet olarak bu özgüveni tesis etmenin mücadelesini veriyoruz. Her bir vatandaşımızın da bu vizyonla geleceğe bakmasını son derece önemsiyorum.

ÜLKEYİ BATI’YA GÖTÜRÜYOR

Kökleri 1883 yılına giden üniversitenin Kurucu Rektörü Prof. Dr. Orhan Oğuz da 1944 yılında öğrenci olarak girdiği, Marmara Üniversitesi’nin 1982 yılında yeniden yapılanarak kurulması ile birlikte Anadolu Üniversitesi ve Osmangazi Üniversitelerinin de kurucusu olduğunu belirterek, "Ülkenin inşaası için, Türkiye’yi Batı’ya götürmek için koşturan bir liderin üniversitemiz mezunu olmasından gurur duyuyoruz, Allah muvaffak eylesin" dedi.

Rektör Prof. Dr. Zafer Gül de Başbakan Erdoğan gibi bir lideri yetiştirmenin onuru ve gururunu yaşadıklarını belirtti. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun katıldığı törende "İlk Ders"i YÖK Üyesi ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın "Osmanlı’da İslam Hukuku Uygulamalarını" anlattı. Törende Doç. Dr. Mustafa Uslu yönetimindeki Marmara Üniversitesi Türk Halk Müziği Topluluğu da mini bir konser verdi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!