Güncelleme Tarihi:
Çok güzel bir iş yaptın.
Bugün Hürriyet’te yayınlanan o fotoğrafa bittim.
Bir gazeteci ki; yaz tatili dememiş.
Orası tehlikelidir dememiş.
Ben koskoca Hürriyet’in koskoca genel yayın yönetmeniyim de hiç dememiş.
Kalkmış gitmiş, Şemdinli dağlarına masayı kurmuş.
Sebati Karakurt’un çektiği harika fotoğrafa dakikalarca baktım.
Sizi bilmem ama bakın ben neler gördüm o fotoğrafta:
BDP’YE CEVAP
Ne demiştin kardeşim sen? Payandası olduğun terör teşkilatı bu ülkenin 700 kilometresini kontrolünde tutuyor palavrasını atmıştın değil mi?
Nah tutuyor...
İşte ülkenin en büyük gazetesinin genel yayın yönetmeni, masayı o dağa kurmuş, kahvesini içiyor.
MASADAKİ TABLET
Bilgisayar çalışıyor.
Demek ki, modern ve gelişmiş Türkiye’nin güçlü iletişim sistemi ıssız dağlarda bile çalışıyor.
Dağ başındaki tek eve bile su, elektrik götüren Cumhuriyet, modern iletişim teknolojisini de oraya götürmüş.
Turkcell’i çalışıyor; Vodafone’u çalışıyor; Avea’sı çalışıyor.
MASADAKİ ÇİÇEK
Masadaki o çiçek var ya; işte o çiçek diyor ki;
Biz savaşı sevmiyoruz.
Barıştan yanayız.
Bu dağlarda çiçekler açsın diyor.
SERE SERPE OTURUŞ
Diyor ki;
Bak kardeşim; ne elim tetikte, ne gözüm “düşman” bildiğim birinde.
Dostum yani, düşmanın değil.
Ben buralarda huzurlu, güven içinde oturmak, dağlarımızda gezinmek istiyorum.
KAHVE
O bir fincan kahve var ya;
İşte o diyor ki;
Bizim geleneğimizde, örf ve adetimizde, bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır.
Arkadaş ben buraya meydan okumaya değil; Görmeye, anlamaya, yardım etmeye geldim.
Sana da bir çift lafım var; Bana da; Bize de…
Lafım hepimizedir yani...
BEN DE DİYORUM Kİ; ARKADAŞ DECCALİN BİLE GÖRMEDİĞİNE DEĞİL, AKLIN GÖRDÜĞÜNE BAK
Şimdi lafım sana;
Yani dağdakine; bir de buradakine;
Yani ona buna kızıp, denize düşen misali, önüne çıkana sarılana;
Evet arkadaş; sen o melun kafanla bu fotoğrafta Deccalin göremediğini bile görebilirsin.
Ama ben kendi gözlerimle bunu gördüm.
Abdullah Öcalan, Türk ordusunun 1990’lı yıllarda Kuzey Irak’ta yaptığı operasyon sırasında şunu söylemişti:
“Bizim adamlarımız Hürriyet’in gazetecileri kadar cesur olsaydı biz bu savaşı kazanırdık.”
Bakmayın siz o haline, Öcalan mantıklı adamdır.
Doğruyu söylemişti.
Hürriyet böyle bir gazetedir.
Yeri geldiğinde, herkes elinde yağlı iple, meydanlarda bağırırken; “Öcalan asılmasın” diye kampanya yapan gazetedir.
Enis Berberoğlu harika bir şey yaptı.
Türk devletinin bayrağını ilelebet diktiği tepelere, Hürriyet masasını kurdu.
Çiçeğini koydu.
Tabletini açtı.
Kahvesini aldı.
Bir yudum aldı; Sere serpe oturdu ve mesajını verdi.
O mesajı hâlâ anlamadın mı kardeşim; Bak bir kere daha anlatayım.
Diyor ki;
Kardeşim bu ülkenin ordusu var ya; işte o şanlı ordu;
Yüreğiyle, kanıyla, cesaretiyle, bedeniyle, ruhuyla, görev bilinciyle, bilgisiyle, becerisiyle,
Bütün komşu ülkelerin darmadağın olduğu bir kan ve gözyaşı yüzyılında Cumhuriyet’i kuranların çizdiği Misak-ı Milli’yi bir santim bile vermeden korudu.
Bayrağını indirmedi, sınırını çizdirmedi,
Komutanları karanlık insanların hazırladığı ne idüğü belirsiz sözde delillerle zindanlarda süründürülürken bile yılmadı.
Orada... Hâlâ orada... Hep orada olacak.
EY ELİ SİLAHLI ADAM
Bu ülkede 60 yıldır çok partili özgür seçim yapılıyor. Burada bahar var.
Burası çağla badem çiçeklerinin ülkesi; senin yalancı baharın burada çiçekleri açtıramaz.
EY ANKARA’DAKİ ARKADAŞ
Bu fotoğraf buraya, yani Ankara’ya da sesleniyor.
Diyor ki; Bu masada eksik bir şey var.
Buranın insanı.
Masaya onları da davet etme zamanı geldi.
Bu sorun artık öyle gidemez.
Dağdaki, silahla yırtmaya çalıştı.
Sen silahla yırttırmadın.
Ama bu fotoğrafa bakarak sanma ki; orada her şey güllük gülistanlık.
Artık çözüm lazım.
O silahla alamadı, sen silahla vermedin.
Başka çarelere de bakmak lazım.
Bu fotoğrafa hepimiz çok iyi bakalım...
Bir Pazar fantezisi değil bu...
Tahrik edici bir fotoğraf...
Hem oradakine, hem buradakine; Hem dağdakine, hem ovadakine meydan okuyan bir fotoğraf.
Gülsek de kızsak da, beğensek de beğenmesek de, İşimize gelse de gelmese de;
Anlamaya çalışmalıyız.
Ve muhakkak görmeliyiz.