TÜRKİYE bu davalara alışıyor artık...
Dava etiketi değişse de format aynı.
Kocaman spor salonu, arenayı andıran tribünler.
Ortada mahkeme heyeti, sol yanında savcı.
Tam karşısında avukat ordusu.
Savcıya komşu medya heyeti.
Hâkime 50 - 60 metre mesafede izleyiciler.
O kadar uzaktan kimse kimseyi görmez diye...
Hâkimin her iki yanında dev perdeler.
Zanlılar tıpkı BBG evindeki gibi...
Her an salonun her yanından izlenebiliyor.
Aziz Yıldırım ve diğer zanlılara atılan suç ağır.
İki ayrı çeteden söz ediliyor, biri silahlı.
Sabırla 23 zanlının kimlik tespitini dinliyorum.
Hâkim tek tek hepsine soruyor:
- Sabıkan var mı?
- Yok...
Hatta zanlı Mehmet Yenişen soruyu bile anlamıyor.
Mahkeme başkanı birkaç kez tekrarlamak zorunda kalıyor.
Sadece Selim Kımıl (işçi) sabıkası olduğunu söylüyor.
Aylık gelirini 560 lira olarak beyan ediyor.
Mahalle arasında otopark mafyası enselense...
Neredeyse tamamının kitap gibi sabıkası çıkar.
Ama bu suç örgütünün sabıkası yok...
Türkiye buna da alışacak.
Aziz Yıldırım’ın yakınları el sallamakla yetinmiyor.
Üç hanımın elleri havada yavaşça birleşiyor.
Nasılsa o sessiz alkış salonun her yanından duyuluyor.
Ancak salonu kuşatan taraftar sessiz kalmıyor.
Tepkisinden 4 Yüz ekibi de nasibini alıyor.
Aralarına karışmaya niyetlenince yuhalanıyoruz.
Meslek adına mı, şahsen mi?
Biz yaştaki bir taraftara soruyorum:
- Neden bize bu tepki?
Tadını çıkartarak gülümsüyor:
- Demokrasi var, bağırırlar tabii.
Böyle giderse...
Türkiye duruşma salonu dışında...
Adalet arama âdetine de alışacak.
Ertuğrul Özkök: Salonda derin utanç duydum
ÖNCE duygularımla başlayayım.
Silivri’deki duruşma salonuna girdiğimde ilk hissettiğim şey “utanç”tı. Derin bir utanç.
Bu salonda birçok meslektaş yargılanıyordu.
Daha önce gelmem, bu salondaki manzarayı yaşamam gerekirdi.
Neden bilmiyorum, bir türlü gelemedim.
YAHU BU SAHNEYİ BİR YERDEN HATIRLIYORUM
Sonra salon dolmaya başladı.
O an ikinci duygu aşamasına geçtim.
Bu defa hüzünlü bir “deja vu”, “Ben bu sahneleri bir yerden hatırlıyorum” duygusu.
Adnan Menderes’in yargılandığı Yassıada mahkemeleri...
Ondan 20 yıl sonra 12 Eylül mahkemeleri.
Tanıdığım, bildiğim yüzlerce insanın yargılandığı Barış Derneği davası.
Bitip tükenmek bilmeyen Dev Yol duruşmaları.
Ve 30 yıl sonra şimdi yine özel mahkemeler, yine bana o olağanüstü hal durumlarını hatırlatan sahneler.
ATATÜRK MASKESİ VE ÇAKMA YUNAN SÜTUNU
Yıllar geçiyor, insanlar değişiyor, iktidarlar değişiyor, dekor yine aynı dekor.
Duvarda bir Atatürk maskı.
Altında “Adalet mülkün temelidir” yazısı.
Dekorun iki yanında çakma Yunan sütunları.
Bir kere daha anlıyorum ki; adalet, olağan salonlarına sığmayıp, futbol sahalarına, spor salonlarına yayılınca adalet olmaktan çıkıyor.
Olağanüstü hal başlıyor...
Çünkü böyle kalabalık davalarda “kanıtların” yerini “kanaatler” alıyor.
EMİNİM BU DAVALAR HAYIRLA ANILMAYACAK
Dün o salona bakarken şunları düşündüm.
Bu insanları 7 aydır içeride tutmayı neyle açıklayacaksınız?
Normal bir adliyede, medeni ve demokratik bir ülkeye yakışır şekilde yargılanamazlar mıydı?
Belli ki savcılar, şike iddiasının gücüne inanmadıkları için üzerine çete damgasını vurmuşlar.
Hayatım boyunca 2 askeri darbe, iki ara dönem yaşadım.
Tarih bu dönemlerin hiçbirini hayırla hatırlamıyor.
Bu dönemi hayırla hatırlaması da mümkün değil...
Çünkü tarih, olağandışı adaleti hiçbir zaman haklı çıkarmıyor.
Silivri’de görülen davaların arkasına hangi ulvi ideali, hangi ulvi misyonu koyarsanız koyun, tarihin bu kanunu değişmeyecektir.
Yakası kürklü palto ve Celal Bayar duruşu
DURUŞMA salonunda, Ergenekon, İnternet Andıcı ve Balyoz davalarını izleyen tecrübeli bir gazeteci ile sohbet ediyorum. Bana ilginç gözlemler anlatıyor.
m Önce Aziz Yıldırım’ın salona girerken üzerindeki yakası kürklü paltoyu konuşuyoruz. Yakası kürklü palto insanı zengin ve güçlü gösteren bir simge. Mahkeme salonu psikolojisi açısından böyle bir görüntü vermek doğru mu yoksa yanlış bir seçim mi?
m Yassıada duruşmaları sırasında çevremde konuşulanları hatırlıyorum. Menderes’in güçsüz, bitkin, zayıf görünüşü eleştirilmişti. Buna karşılık Celal Bayar’ın dik, güçlü ve mağrur duruşu beğenilmişti. Bu açıdan bakıldığında Aziz Yıldırım, daha çok Celal Bayar gibi duruyordu.
SALONUN İÇİ
En yüksek gelir 300 bin TLNEŞELİ VE EMİN Aziz Yıldırım, salona bir gün önce yayınladığı bildiriye hâkim olan psikolojiyle girdi. Neşeli, umursamaz ve kendinden emin bir havadaydı.
ŞAŞIRTAN SAKİNLİK Salonun içi, çoğumuzu şaşırtacak kadar sakin. Aziz Yıldırım’ın bir gün önce yayınladığı lirik bildiriye hâkim olan coşku salona yansımamış.
BU NE BİÇİM ÇETE Salondaki insanlara bakınca içinizden şu geçiyor: “Bu ne biçim bir çete...”
SARI LACİVERT İçeride Fenerbahçe simgesi sayılabilecek iki şeye rastladım. Aziz Yıldırım’ın sarı lacivert kravatı ve misafirler arasında bir kadının giydiği Fenerbahçe forması.
YÖNETİM KURULU Fenerbahçe Yönetim Kurulu tam kadro oradaydı. Ama hiçbirinin üzerinde sarı lacivert renk yoktu. Bazılarının Fenerbahçe rozeti vardı.
TOPBAŞ’IN OĞLU Orada oturanlar arasında en dikkati çeken kişi İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın oğluydu.
EN KÜÇÜK, EN BÜYÜK Yargılanan kişilerin yaş dağılımı şöyleydi. En genci 1987 doğumlu, en yaşlısı 1947 doğumluydu.
EN YÜKSEK GELİRLİ KİM Kendi beyanları ile gelir seviyeleri 560 TL ile 300 bin TL arasındaydı. Aziz Yıldırım ayda 30 milyar geliri olduğunu beyan etti (30 bin Türk lirası). Bülent Uygun “300 bin lira alıyordum ama şimdi işsizim” dedi.
m HÂKİMİN JESTLERİ Hâkim, duruşmalara havayı yumuşatacak jestlerle başladı. Yargılanacak her kişiye “Çocuğun var mı” diye sordu. Çocuğu olanlara “Allah bağışlasın” dedi. Geçen hafta kız kardeşini kaybeden bir davalıya “Başınız sağ olsun” dedi.
UZMANLAŞAN GAZETECİLER İçeride konuştuğum gazeteciler bende şu duyguyu bıraktı. Silivri’deki duruşmalar aynı zamanda bir mesleki eğitim oluyor. Gerçek anlamda uzman gazeteciler çıkıyor.
SALONUN YAN ÜRÜNÜ İddianameyi TRT spikerleri okuyor. Herhalde bu da “spor salonu adaletinin” yarattığı bir yan ürün.
SALONUN DIŞI
Biz mi yuhalandık, başkası mı
FENERBAHÇE ÇADIRI İçerideki hava ne kadar sakinse, dışarıda o kadar gergin ve hareketli bir hava var. 15’e yakın otobüsle gelmiş taraftar, dışarıda grev çadırı kurmuş emekçi gibi slogan atıyor..
YUHALAMA BAŞLIYOR “4 Yüz” ekibi olarak aralarına giriyoruz. Çok kuvvetli tepki veriyorlar. Bir ara yuhalama başlıyor. Bizi mi yuhalıyorlar yoksa, biz oradayız diye başkalarını mı anlamıyoruz.
HEDEFTE CEMAAT VAR Sloganlardan en çok nasibini alan “Fethullah Gülen Cemaati” oluyor. Aziz Yıldırım’ın bir gün önceki bildirisinde Başbakan Tayyip Erdoğan’la aralarını bozmak isteyenlerin bulunduğuna dikkati çekmesi etkili olmuş. Erdoğan aleyhine tezahürat yapılmıyor.
Ahmet Hakan: İçeriden dışarıdan izlenimler
ANA girişteki dev tabelada “Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampusu” yazıyor. Tabelayı okuduktan sonra sloganı patlatıyorum: “Ceza yok, infaz var.”
SİLİVRİ Cezaevi’ndeki organizasyon jandarmaya ait... Jandarma görevlileri, zor günlere iyice alışmış... Şike Davası için çok özel bir hazırlık yapmışlar. Mesafeli ama kibar davranıyorlar. Hiç açık vermiyorlar.
VE duruşma salonu. Büyük, yüksek tavanlı... Teknolojik donanımı gayet iyi... Mahkeme heyetinin solunda savcı var... Sağında avukatlar ordusu... Ön taraf tutuklu sanıkların... Arka taraf tutuksuz sanıkların... Yan taraftaki bölümler basına ayrılmış. Arka kısım ise dinleyicilerin.
FENERBAHÇE yönetimi tam kadro dinleyici sıralarında: Ali Koç gergin ve dayanışmacı, Abdullah Kiğılı mütevekkil ve babacan, Nihat Özdemir endişeli ve sevecen, Cihan Kamer girişken ve umutlu...
AZİZ Yıldırım’ı görmek maksadıyla etrafı keserken salona yerleştirilen dev ekranlarda birden Aziz Yıldırım görüntüsüyle karşılaşıyorum. Yani en arkadakilerin bile olaya Fransız kalmalarını engellemek için salona kameralar ve ekranlar yerleştirilmiş durumda.
ALLAH sonunu benzetmesin ama duruşma salonunun her tarafına sinmiş olan olağanüstülük inceden Yassıada’yı andırmıyor değil... Ama Şike Davası’nın Mahkeme Başkanı Mehmet Ekici, Yassıada Yargıcı Salim Başol’a göre çok daha müşfik: Sanıkların her birine “Kaç çocuğunuz var” diye soruyor ve aldığı her yanıta istisnasız “Allah bağışlasın” diye karşılık veriyor.
AZİZ Yıldırım “bin türlü haksızlığa uğramış” insanlara özgü bir tutum içinde... Bir yandan yorgun ve kederli... Bir yandan da “Şimdi konuşma sırası bende” duygusu içinde... Bu duygu onu ayakta tutuyor. Galiba...
SANIKLARIN kimliklerinin saptanması uzadıkça salondaki dikkat de dağılıyor. Basın ve dinleyici sıralarından teneffüse çıkanların sayısı artıyor. Kafeterya bölümünde kulis faaliyetleri alıp başını gidiyor.
BU sırada dışarıda hatırı sayılır bir kalabalık var. Soğuğa, yağmura, içeriden
haber alamamaya, yani bütün olumsuz koşullara rağmen Fenerbahçe taraftarları, “Aziz Başkan”ı yalnız bırakmamak için cezaevinin önünde toplanmış durumda... Manzaraya bakıldığında akla gelen tek kelime şu oluyor: Fedakârlık.
DIŞARIDA salondaki sükûnetin izi bile yok. Taraftar öfke dolu: Sloganlar atıyorlar, tepki gösteriyorlar, pankartlar taşıyorlar. Ancak “Aziz Başkan”ları onları duyamıyor. Çünkü sesleri mahkeme salonuna kadar ulaşamıyor.
SON günlerin popüler kavramı “cemaat”, taraftar arasında da hayli popüler... “Cemaat”, taraftarın hedefi haline gelmiş. Sloganlarda “cemaat” sözcüğü sık geçiyor.
BENİ en çok etkileyen olay: Genç bir Fenerbahçe taraftarı, tozlu ve çamurlu yolları aşıp geldiğinin kanıtı olarak elinde tuttuğu çamura bulanmış Fenerbahçe şapkasını bana gösteriyor. Ardından da şapkayı ellerime tutuşturuyor.
SONUÇ şudur: İçeride katı gerçek, aşırı disiplin ve zorunlu suskunluk var. Dışarıda ise duygu yoğunluğu, önüne geleni hedef haline getiren öfke patlaması ve hiç durmadan haykırma var.
Sedat Ergin: Uzun yıllar sürecek bir davaya hazır mıyız?
DİNLEYİCİ bölümündeki kadınlar, mahkeme heyeti salona girinceye kadar oturmadılar. Ayaktaydılar ve bütün çabalarıyla bir basketbol sahası büyüklüğündeki salonun tam karşı ucundaki tutuklu sanıklarla uzaktan göz temasıyla, el kol hareketleriyle haberleşmeye, iletişim kurmaya çalışıyorlardı.
Bütün çabaları karşı uçtaki yakınlarını biraz daha görebilmek, mümkünse bir kez daha göz göze gelebilmekti.
Bu, kestirebildiğim kadarıyla çoğunlukla tutuklu sanıkların eşleri, kızları, kız kardeşlerinin oluşturduğu bir gruptu. Ve tutuklu sanıklar duruşma salonundan içeri girdiğinde en çok heyecanlanan, en çok kaygılanan da öncelikle onlardı.
Beni dün Silivri’deki duruşma salonunda en çok etkileyen dinleyici bölümündeki kadınların durumu oldu.
MAHKEMENİN GEÇECEĞİ 6 AŞAMA
Tutuklu sanıkların dün sabah saat 09.15 sularında salondan içeri alınmalarıyla birlikte 3 Temmuz 2011 tarihinde başlayarak Türkiye’nin gündemine yerleşen şike soruşturmasında, tam 7.5 ay sonra mahkeme aşamasına geçilebilmiş oldu.
Şimdi önümüzdeki büyük soru mahkemenin ne kadar süreceği.
Gelin bu soruya yanıt olmak üzere kaba bir tahmin yapmaya çalışalım. Bunun için önce mahkemenin geçeceği aşamaları sıralayalım.
Önce iddianamenin okunması gerekiyor. TRT spikerlerinin tam 401 sayfa tutan iddianamenin okunmasını bu hafta sonuna kadar tamamlaması bekleniyor.
Okuma faslından sonra sanıkların tek tek savunmalarını yaptıkları, avukatların da söz aldıkları ve çapraz sorgulamalara da sahne olan birinci savunma aşaması başlayacak.
Davada 23’ü tutuklu 70’i tutuksuz toplam 93 sanık var. Bazı sanıkların savunmaları günlerce sürebileceği gibi çok kısa süren savunmalar da olabilir.
Bunu delillerin değerlendirileceği bir sonraki aşama izleyecek.
Ardından savcı, esasa ilişkin mütalaasını hazırlayarak mahkemeye sunacak.
Ve bunu sanıkların esas hakkındaki mütalaa üzerinden yapacakları ikinci etap savunmalar izleyecek.
Ve nihayetinde mahkeme heyeti kararını açıklayacak.
2010’LU YILLARIN 2’NCİ YARISINA SARKAR
Bütün bu aşamaların ne kadar alacağını bugünden kestirebilmek çok güç. Davanın hangi hızla gideceği önemli ölçüde 16’ncı Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin iş yüküne de bağlı. Mahkeme, yalnızca şike davasına bakmıyor. Kamuoyunun yakından ilgilendiği Odatv davası da bu mahkemede görülüyor. Ayrıca, geçen sonbaharda kurulan bu mahkemeye yeni davalar da verilebilir.
İşin püf noktası, mahkemenin ayda kaç mesai gününü şike davasına ayıracağı sorusunda beliriyor.
Başka davalara baktığımızda bu soru çerçevesinde şöyle bir tablo görüyoruz: Balyoz davasında ayda genellikle 7-8 duruşma yapılabiliyor. Birinci Ergenekon ve İnternet Andıcı gibi davalarda ise ayda genellikle 4 duruşma yapılabiliyor.
Davanın temposu konusunda karşılaştırma yapabilmek açısından sanık sayısı yakın olan (96 sanık) Birinci Ergenekon davasını örnek verelim.
Bu davanın ilk duruşması 20 Ekim 2008 tarihinde yapıldı. Bu davada birinci etap savunmalar 2011 yılı ekim ayında tamamlandı, yani tam 3 yıl sürdü. Kasım 2011’de delil değerlendirmeye geçildi. Halen gizli tanıklar dinleniyor. Savcının mütalaasının önümüzdeki sonbaharı bulabileceği anlaşılıyor. Bu da 2013-2014 yıllarının bu mütalaa üzerinden ikinci tur savunmalarla geçebileceğini, kararın bu zaman aralığı içinde bir noktada çıkabileceğine işaret ediyor. Ancak karar pekala daha ileri bir tarihe de sarkabilir.
Buradan nereye varmak istiyorum? Özel önlemler alınmaz ve normal seyrine bırakılırsa şike davası da çok uzun yıllara yayılabilir, muhtemelen 2010’lu yılların ikinci yarısında sonuçlanır.
FUTBOLUN GELECEĞİ BELİRSİZLİK İÇİNDE
Peki bu zamanlamadaki bir karar ne anlama geliyor?
Bu, Türkiye birinci futbol liginin ve genelde ülkemizde futbolun durumunun gelecekteki bu meçhul tarihe kadar belirsizlikle kaplı kalması demektir.
Üstelik, mahkemenin vereceği karardan sonra başvurulabilecek olan Yargıtay’daki temyiz aşamasını bu değerlendirmede hesaba hiç katmıyorum.
Sonuçta bütün yollar bizi bu mahkemenin hızlandırılması ihtiyacına götürüyor.
Bu, işin futbola dönük veçhesi. İnsani veçhesine bakarsak, mahkeme tutuksuz yargılamaya dönük bir içtihada yönelmediği takdirde dinleyici bölümündeki kadın izleyicilerin sıkıntı ve çilesinin de uzun yıllar süreceğini tahmin etmek güç değil.
Dün Silivri’deki mahkeme salonundan işte bu duygu ve düşüncelerle ayrıldım.