Güncelleme Tarihi:
Engizisyon, ortaçağdaki kilise hegemonyasının amansız ve acımasız din mahkemelerine verilen ad... Ruhbaniyeti, din sınıfını kabul eden bir sistemde, engizisyon kaçınılmazdır. İnsanoğlu, kendine üstünlük ve farklılık sağlayan kavram ve kurumların, değil silinmesine, aşınmasına bile müsaade etmez. Bu silinme ve aşınma kaçınılmaz olmuşsa o zaman hileye, aldatmacaya başvurur; o da yetmezse şiddete gider. Engizisyon, bu maceranın şiddet aşamasını temsil etmektedir. Tanrı adına hayatı cehenneme çeviren kahredici bir şiddettir bu...
Kuran, o eşsiz tutarlılığı ve bütünlüğü içinde, engizisyona giden yolları tıkamıştır. Her şeyden önce, din sınıfı ve ruhbaniyet kabul etmez. Ruhbaniyet, Tanrı adına bir uydurmadır (Hadid, 27). Din sınıfı olmayınca, din kisvesi de yoktur. Vahyin muhatabı olan Hz. Peygamber bile, hitap ettiği insanların herhangi birisi gibi giyinmiştir. İslam'ın istediği, setr-i avrete (belirlenen yerlerin örtülmesi) riayettir. Bunun şeklini, rengini, desenini, kalınlık ve inceliğini, iklim ve zaman belirler. Ekvatordaki Müslüman ile Kafkaslar'daki Müslüman'ın, setr-i avreti yerine getirirken uyacakları şekil ve tip, elbette farklı olacaktır. Bunun aksini savunmak, İslam'ın zaman ve mekán üstünlüğüne ters düşmek olur.
Engizisyona giden yolların tıkanması, burada da noktalanmaz. Kuran, resmi mabet kavramına da yer vermemektedir. Yaratılanın Yaratan'a secde ettiği her yer mabet, mescittir. Ve Kuran'ın tebliğcisi Hz. Peygamber ‘‘bütün yeryüzü bana mabet yapılmıştır’’ diyerek bu espriyi ölümsüzleştirmektedir. Yine, o en büyük Peygamber'in ifadesiyle ‘‘kişinin, dostunun yüzüne tebessümü bile ibadettir’’. İbadet için özel yere ihtiyaç olmadığı gibi, bir lidere de ihtiyaç yoktur. Resmi imam, geleneğin bir kabulüdür, dinin emri değil. İbadet için toplananlardan biri imamlık üstlenir veya herkes ibadetini tek başına yapar.
Üzerinde olduğumuz konuda garantiyi sağlayan önemli unsurlardan biri de şudur: Kuran, manevi hizmet veya irşat olayını ücretsiz - karşılıksız bir faaliyet olarak görür. Bu faaliyet, belli bir sınıfın tekelinde değildir. Her mümin, bilgi ve imkánları ölçüsünde bu hizmete katılır ve katılmalıdır. Ücret isteyenler manevi önder olamazlar, onlardan doğruya ve güzele kılavuzluk beklenemez (Yasin Suresi, 21). Kuran, manevi önderlikten karşılık beklemeyi, ‘‘Allah'ın ayetlerini basit bir ücret mukabili satmak’’ (Bakara, 41) diye nitelendirir. Bunu yapanlar, ‘‘İnsanlara doğruyu ve güzeli buyurup kendi benliklerinizi unutur musunuz?’’ (Bakara, 44) şeklinde azarlanır. Muazzez İslam Peygamberi, bir kıyafet ve sınıf sömürüsü ile Allah'ın dinine musallat olanlardan şöyle bahsediyor: ‘‘Mahşer günü Allah'ın en şiddetli azabına uğrayacak olanlar, giysileri peygamber giysisi, fiilleri ise saldırgan ve zalim (cebabire) davranışı olan kişilerdir.’’
Tanrının temel buyrukları
Rabbinizden size indirilene uyun!
‘‘Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden birtakım evliyanın ardına düşmeyin...’’ (A'raf 3; Yunus 109; En'am 106, 155; Lukman 21; Zümer 55; Bakara 170; Ahzab 2).
Allah'ın dini ‘‘indirilen din’’dir. Kuran'a göre erdirici, mutlu edici din indirilen dindir. Buna, yine Kuran'ın deyimiyle ‘‘vahyedilen din’’ diyoruz.
İndirilen dinin sahibi, kurucusu ve koyucusu tektir: Allah. Bu yüzden, indirilen dine tevhit denir. Yani tek kuvvetin söz sahibi olduğu din.
İndirilen dinin dışındakiler ‘‘uydurulan din’’dir. İsabetli yanları olabileceği gibi isabetsiz yanları da olur. Bir yandan yaparken öbür yandan yıkarlar.
Uydurulan dinin sahibi, kurucusu ve koyucusu kişi veya kişiler halinde insandır.
İndirilen din Allah'ın dini olduğundan, onun kaynağı da Allah'ın kitabıdır.
İndirilen dinin şu veya bu gerekçeyle dışına çıkanlar, Allah'ın yanında birtakım dostlar edinip Allah'a teslimiyetle onnlara teslimiyeti bölüştürürler. Bu yüzden ‘‘size indirilene uyun’’ diye buyruk bunun savsaklanmasını Allah'ın yanına, kendisine uyulacak başka birilerini koyma olarak göstermiş ve bundan sakınmayı emretmiştir.
İSMAİL ZÜHDÜ EFENDİ:
Kendisi gibi meşhur bir hattat olan Mustafa Rakım'ın ağabeyi Ünyeli İsmail Zühtü Efendi'nin doğum tarihi bilinmiyor. Gençliğinde İstanbul'a geldi, Ahmıt Hıfzı Efendi'den sülüs ve nesih yazıları öğrenip icazet aldı. Aynı zamanda hafızdı. Kırk kadar Kur'an, birçok hilye, murakka, kıt'a ve levha yazdı. Kardeşi Mustafa Rakım'a da hattı o öğretti. 1806 yılında yetmiş yaşına yakın vefat eden İsmail Zühdü Efendi, Edirnekapı Kabristanı'nda toprağa verildi ve mezar taşı kardeşi tarafından yazıldı.
Ünlü Alman dergisi Türk mutfağını tanıttı
Her hafta bir ülkenin mutfağını tanıtan Almanya'nın yüksek tirajlı Stern Dergisi, son sayısında Türk mutfağına yer verdi.
Son sayısında Karadeniz kıyısında gezinen Stern Dergisi, zerdeden etli karalahana sarmasına kadar birbirinden leziz Türk yemek tariflerine yer verdi. Yazıda 1994 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilen Safranbolu'da halkın geleneksel mutfaklarına sahip çıkarak koruduklarına değinildi. Çeşit çeşit böreğin ve gözlemenin dağlık, ormanlık alanlarda yaşayan göçebeler tarafından kente getirildiğine işaret edildi. Safranbolu'daki Şehzade Sofrası adlı lokantada, kapalı bükme denilen içi ıspanak dolu sarmaların bir spesiyalite olduğu vurgulandı. Yazıda, kentin adını bugün de ekilen ‘‘safran’’dan aldığı belirtildi. Safrandan elde edilen aynı adlı baharatın tatlılarda kullanıldığı bildirildi.
Karadeniz evlerinin küçük bahçelerinde kara lahananın hákim olduğu belirtilen yazıda, Amasra mutfağında balığın ağırlık kazandığı vurgulandı. Özellikle sahil şeridindeki Çesm-i Cihan adlı lokantada, limon ve sebzeli balık yemeklerinin damaklara olduğu kadar burunlara da hitap ettiği anlatıldı.
Zerde
İşte Stern Dergisi'nde yer alan tariflerden biri: Safran kenti Safranbolu'da bu tatlının çok sevildiği belirtilen yazıda, Anadolu'nun birçok kentinde zerdenin büyük kutlamalarda geleneksel olarak ikram edildiği vurgulanıyor.
Malzemesi (4 kişi için)
100 gr. pirinç
4 yemek kaşığı kuru üzüm
1/2 tatlı kaşığı safran
150 gr. şeker
2 yemek kaşığı nişasta
3 yemek kaşığı gül suyu
4 yemek kaşığı dolmalık fıstık
1 narın taneleri
Pirinci soğuk suyla durulayın, üstüne su koyun 2 saat bekletin. Kuru üzümleri de suya yatırıp bekletin. Safranı 2 yemek kaşığı sıcak suyla karıştırıp bekletin. Şimdi pirinci 1 litre suyla kısık ateşte 20 dakika haşlayın, sonra şekeri, sonra da safranı arasına karıştırın. Hepsini karıştırarak 10 dakika kaynatın.Öte yanda nişastayı gül suyu ile sulandırın ve kaynayan karışıma katın, tekrar bir taşım kaynatın. Muhallebi kıvamındaki zerdeyi kaselere dökün ve soğumaya bırakın. Bu arada üzümleri sudan süzün ve ince ince kıyın. Dolmalık fıstıkları kuru bir tavada çevirerek kavurun, soğumaya bırakın. Zerdeyi servis yaparak, kaselerin üzerini kuru üzüm, kavurulmuş fıstık ve nar taneleri ile süsleyin.
Sorun söyleyelim
Peygamberimiz neden çok evlendi?
Bedensel - cinsel istekleri tatmin için değil, İslam'ı tebliğ faaliyetinde hanımlardan oluşan bir danışmanlar, yardımcılar ekibi oluşturmak için evlendi. O günkü dünyada böyle bir sekreterya başka türlü kurulamazdı.
Bu evliliklerin daha başka gerekçeleri de vardır. Şöyle bir göz atalım bu gerekçelere: O günkü Arap Yarımadası'nda parmakla sayılacak kadar az olan okur - yazar hanımların üç tanesi Hz. Peygamber'in eşleri arasındaydı. Bunlar Hz. Aişe, Ömer kızı Hafsa ve Ümmü Seleme idi. Bunlardan biri olan Hz. Aişe, hafıza gücü, bilgisi, kültürü, düşünme ve eleştirme kudretiyle İslam dininin tanıtılması ve yerleştirilmesinde başlıbaşına bir ekol görevi yapmıştır. Bazı hanımları ise, ailelerinin veya kabilelerinin nüfuzunu İslam lehine kullanmak için nikáhlamıştır. İslam düşmanı Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe, Haris kızı Cüveyriye ile evliliği bu türdendir.
Mısırlı bir hanım olan Mariye'yi nikáhlaması, Müslümanlar'a Mısır topraklarında büyük imkánlar sağlamıştır. Bu evlilik sayesinde kurulan akrabalık, Mısırlı Kıptiler'in İslam aleyhine Bizans ordusuna katılmalarını önlemek gibi çok önemli bir sonuç doğurmuştur.
Çahş kızı Zeynep ile evlilikte ise, putperest geleneklerin en önemlilerinden ikisi yıkılmış ve himayesiz kalan bir kadının koruyuculuğu üstlenilmiştir. Hz. Peygamber, halasının kızı ve yörenin güzel, itibarlı ve biraz da şımarık hanımı olan Zeynep'i o güne kadar görülmemiş bir davranış sergileyerek, evlatlığı olan köle Zeyd'e nikáhlamış ve putperest tabuların en büyüklerinden birini yıkmıştır. Zeynep gibi bir kadının Zeyd gibi bir zenci köleye verilmesi, putperest anlayışın kabul ve izah edeceği şey değildi. Zeynep ile Zeyd'in geçimsizlik yüzünden ayrılmaları üzerine Zeynep'i nikáhlamak suretiyle putperestlerin bir başka geleneğini daha yıkmış oluyordu. Çünkü Araplar, evlatlıklarından boşanan kadınlarla asla evlenmezlerdi.
Peygamberimizin evlendiği on bir hanımdan bazıları da dört-beş çocukla ortada kalmış korunmaya muhtaç yaşlı hanımlardı. Peygamberimiz nikáhı bir vesile yaparak onları himayesine almış ve önemli tebliğ hizmetlerinde görevlendirmiştir.