Yıllarca Kasımpaşa'da yaşıyorsun ama hemen yukarısındaki Beyoğlu'na çıkamıyorsun. Ve bir gün geliyor, seni Beyoğlu'nun muhtarı yapıyorlar! Tayyip Erdoğan deyince Cüneyt Ülsever'in aklına ilk gelen hikaye özeti bu. Peki hikaye Kasımpaşa'da nasıl başlıyor?Tayyip Efendi'nin oğlu Ahmet Erdoğan, Rize'nin Güneysu ilçesinden küçük yaşta göçer İstanbul'un Kasımpaşa'sına. Şirket-i Hayriye zamanında Şehir Hatları'na girip 50 yılını orada geçirecek, adı Reis Kaptan'a çıkacaktır. Tayyip Erdoğan, onun ikinci eşinden olan üç çocuğundan sonuncusudur. 26 Şubat 1954 günü doğar. Dedesinin adını alır, ikinci adı ise doğumu Recep ayına denk geldiği için eklenir. Disiplin, Reis Kaptan'ın kullandığı gemilerde olduğu kadar evinde de hakimdir. Ama bir rivayete göre Reis'in en yumuşak davrandığı çocuğu küçük Tayyip'tir; babasını, ayakkabılarının ucundan öperek yumuşattığı rivayetler arasındadır. Yine de tüm kardeşleri gibi Tayyip de baba korkusuyla büyür. Hatta, bir gün küfrettiği için 20 dakika tavana asılan bizzat odur.O şimdi Başbakan. Son aylarda en konuşulan, tartışılan lider. Konuşulan özelliklerinden biri ‘‘delikanlı’’ üslubu. ‘‘Kasımpaşa'dan Siyasetin Ön Saflarına’’ adlı kitabı yazan gazeteci Turan Yılmaz'a göre, bu daha çok ‘‘külhan’’ bir tavır. Tabii ki kendisine bitirim mekánı Kasımpaşa'dan miras. Ama sadece Kasımpaşalılık değil, bir de Rizelilik var. Yakın bir arkadaşının Yılmaz'a ‘‘O da bizim Mükremin Abimizdi’’ demesi boşuna mı? Sokaklar onun mekanıydı uzun yıllar; çocukken de, politikaya ‘‘damardan’’ daldığında da, basamakları teker teker tırmanırken de...Yürürken ahşapları gıcırdayan iki odalı, kıt kanaat yaşanan bir evdir büyüdüğü. Piyalepaşa İlkokulu'nda okurken başlar nane, limon, okaliptüs şekerleri satmaya. Kişisel tarihine ‘‘kağıtlı şeker’’ diye geçer bunlar. Sonraları top sahalarında su, okulda kartpostal, giderek simit satacaktır. Yaptığı işler arasında dolmuş şoförlüğü de vardır, ki hayata Türk filmleri penceresinden bakarsak, galiba ona en yakışan mesleklerden biridir bu. İlkokulda beden, yazı, hal ve gidiş dersleri dışında pek başarılı bir öğrenci değildir ama daha o yaşından müsamerelerin yıldızıdır. Bu özelliği lise yıllarında şiir ya da Kur'an okurken ön plana çıkarır onu ama ilkokulda bir anısı vardır ki, onun sonraki politik hayatının bir işareti olarak anlatılır. Biz Ruşen Çakır ve Fehmi Kalmuk'un Metis Yayınları'dan çıkan Recep Tayyip Erdoğan Bir Dönüşüm Öyküsü adlı kitaptan aktarıyoruz: Beşinci sınıftadır. Din dersine giren okul müdürü İhsan Aksoy, o sırada ezanın okunmasını fırsat bilip, ‘‘Kim namaz kılmayı gösterecek?’’ diye sorar. Tek el kalkar. Tayyip Erdoğan'ı yanına çağıran öğretmen, yere gazete kağıtları sererek, ‘‘haydi göster’’ der. 11 yaşındaki Erdoğan şöyle çıkışır: ‘‘Hocam bu gazetenin üzerinde boy boy resim var, bunda namaz olmaz!’’ İMAM BECKENBAUERMasasının örtüsünü yere sermek zorunda kalan müdür, okulda adı ‘‘Hoca’’ya çıkan bu çocuğun ilkokuldan sonra karşı kıyıdaki İstanbul İmam Hatip Lisesi'ne girmesine önayak olacaktır. Bu okulda, bir yandan sosyalleşirken, bir yandan da politize olur. Futbol, voleybol, atletizm yapar, şiir ve bilgi yarışmalarına katılır. Lise çağına gelene kadar mahalle aralarında çok top koşturmuş, ama gerçek bir futbol topu görmemiştir. Ama futbola, gece rüyalarında sabaha kadar oynayacak kadar tutkundur. Babasının korkusundan gizli gizli oynayarak; gözü gibi baktığı kramponlarını eve gelirken kömürlüğe saklayarak yaşadığı bir gizli aşk. Hırsı da bu aşka eklenince, lisenin futbol takımında oynarken adı Almanların o dönem çok ünlü olan futbolcusu Beckenbauer'a çıkar. İmam Beckenbauer, ilk teklifini 15 yaşındayken Camialtı Spor Kulübü'nden alacak, 1969'da bin lira transfer ücretiyle kulübe geçecek, dört yıl orada oynadıktan sonra Türkiye karmalarına katılmak isteyecektir. O güne kadar babasından gizli oynamayı başarmışsa da, veliden izin belgesi istenmesi durumu zorlaştırır. Gizli gizli oynadığı ortaya çıkınca evde kıyametler kopar. Babasının ‘‘hayır’’ları yüzünden, Eskişehir'in, daha sonra
Fenerbahçe'nin tekliflerini de kabul edemez. Liseyi bitirdiği yıl İETT takımına geçer, orada tahsildar da olur ama sakallarını kesmemek pahasına ayrılır.Müzik zevkinin şahane olduğu söylenemez: Mehter Marşı, İbrahim Erkal, Muazzez Ersoy, Adnan Şenses! Ama şiire sıra gelirse, orada durmak gerekiyor. Çünkü her fırsatta, Mehmet Akif'ten, Necip Fazıl'dan dizeler okuyor.İmam Hatip Lisesi'nin daha ortaokul kısmında okurken, Milliyetçi muhafazakar gençlerin ağırlıkta olduğu Milli Türk Talebe Birliği'nin toplantılarına katılmaya başlar. Daha ortaokuldayken yaşıtlarının başkanı olur. Toplantılarda en iyi Kur'an, en iyi şiir okuyan, büyük yaşta bir hoca yoksa namaz kıldıran odur. İmam Hatip öğrencilerinin büyüklerin önünde hünerlerini sergilediği ‘‘Bizbize Geceleri’’nde ‘‘istek’’ alır okuduğu şiirler. Özellikle de Necip Fazıl Kısakürek'in 50 mısralık Sakarya Türküsü. Kimi zaman Kur'an, kimi zaman da şiir okurken insanları ağlattığı da anlatılır durur. Şiir okuma alışkanlığını bildiğiniz gibi günümüze kadar sürdürür Erdoğan; ama her okumadan ceza yemez, kiminden de ödül alır: 1973'te Tercüman Gazetesi'nin düzenlediği en iyi şiir okuma yarışmasında birincidir. Yıllar sonra hapse girmesine neden olacak olan ‘‘Minareler süngü, kubbeler miğfer/Camiler kışlamız, müminler asker’’ diyen ve Ziya Gökalp'e değil, Cevat Örnek'e ait olduğu Murat Bardakçı tarafından ortaya çıkarılan şiiri ise daha ortaokul öğrencisiyken okumaya başlamıştır.İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden bu yana bir ‘‘insanları korkutma’’ yeteneği olan Erdoğan'ın, belediyede milletin tepesinde gece gündüz boza pişirdiği unutulmadı. Ama ‘‘Belediye'de kazık atan müteahhidi dövsen kahraman bile olursun, ama Bush'u dövemezsin’’ diyor Cüneyt Ülsever. Yani, politikanın, iş hayatının, diplomasinin dilini henüz bilmiyor o. Bunu AK Parti iktidara geldiğinden bu yana sık sık gösterdi. Öğrenip öğrenemeyeceğini ise zaman gösterecek. Peki onun dili ne? Ya da neydi?MTTB'ye atılan bir bomba en yakın arkadaşlarından Mustafa Bilgi'nin ölmesine neden olunca, politik hırsı iyice artar. Zaten bir süredir Necmettin Erbakan'ın ‘‘İslam ve İlim’’ konferanslarına katılmaktadır, bu süreç onu Milli Selamet Partisi'ne götürür. Politikadaki pratiğini teoriyle de güçlendirmek için liseden sonra Siyasal Bilgiler'e girmek ister, İmam Hatipliler'in her okula girememesine de boyun eğmez, bir yıl bekleyip normal lise sınavlarını dışardan verir. Ama puanı ancak İstanbul Ticari İlimler Akademisi'ne yeter. Bu arada politikadaki tırmanışı başlamıştır; MSP Beyoğlu Gençlik Kolları Başkanı, sonra İstanbul Gençlik Kolları Başkanı. O yılların Tayyip Erdoğan'ı, bugün aşina olduğumuz heyecanlı, her an kükremeye hazır haliyle, etkileyici ve etrafında kolayca hayranlar ordusu yaratabilen konuşmalarını limana demirlenmiş gemilerin güvertesinde yapar. ‘‘Esselamün aleyküm’’le başlayıp, ‘‘Mücahit kardeşlerim, yolunuz alnınız gibi açık olsun’’la bitirerek... Bu durum, Akıncılar'a katıldığında da sürer. İmam Beckenbauer, olur Mücahit Erdoğan! Hayat iman ve cihaddan ibarettir ona göre; onu dinleyen gençler ise
fetih hareketinin askerleri. Bugün onu tanıyıp da karizmasından sözetmeyen yoktur. ‘‘Lider olunmaz, doğulur’’ diyen bizzat kendisidir. Ama konuşulan bir özelliği de, halkla olan bağı, özdeşleşmesidir. Biraz Adnan Menderes, bir parça Turgut Özal gibi. Ama onun bu bağının, ortalama Türk halkı gibi algılamasından, her şeyi tipik bir Türk vatandaşı gibi yorumlamasından, dili ve üslubunun onlarla aynı olmasından kaynaklandığını da düşünenler çoktur. İSLAMCI GENÇLİK LİDERİMahallelisiyle ilişkileri her zaman iyidir. İslami görüşü benimsemeyen, hatta tam tersi siyasi görüşleri savunan insanlarla arkadaşlıkları bile vardır bugünlere uzanan. Biri, tüm aile fotoğraflarını hala çeken Kasımpaşa'daki Stüdyo Yıldırım'ın sahibi İsmail Yıldırım. Stüdyonun bitişiğindeki mobilya mağazasında Milli Görüşçüler'le toplantı yapıp, karşıdaki camide namaz kılarken, CHP'li Yıldırım'la da anti-emperyalizm, anti-Amerikancılık ortak noktasında sohbetler yapar. Solcu öğrencilerin kendisini okula sokmadığından ona yakınır. 12 Eylül öncesinin şiddet ortamı giderek yoğunlaşır ve takvimler 1980 nisanını gösterirken, öldürülen bir İslamcı gencin cenaze töreni yapılır Fatih'te. Yine Ruşen Çakır ve Fehmi Kalmuk’un kitabından: Yürüyüşe geçen 400 kadar Akıncı, jandarmayı görünce, gazeteleri, ceketleri yola serdikleri gibi namaza durur. Ertesi gün Sebil gazetesinde ‘‘İslamcı gençliğin gerçek lideri’’ diye fotoğrafı çıkan Tayyip Erdoğan'dan başkası değildir.Şimdi First Lady olan Emine Erdoğan, eşini şöyle tarif ediyor: ‘‘Gerçekçi, soğukkanlı, evde az ve öz, siyasi ortamlarda güzel konuşan, düzenli ve eli açık, çocuklarına karşı hoşgörülü.’’ Ama onların dört çocuklu evliliği, ‘‘hanım’’ın geri planda kalıp destek olduğu, çay getirip götürdüğü, eşin politikacı olmasından dolayı da fazla beraber olunamayan, birlikte çok az akşam yemeğinin yendiği bir evlilik. Ahmet Hakan, ‘‘Tayyip Erdoğan, her ne kadar sert erkek imajı çizse de eşinden biraz çekinir’’ diyor yine de.O sırada üç yıllık evlidir Erdoğan. Aslen Siirtli olup Üsküdar'da büyüyen, Kız Sanat Okulu orta kısımdan terk Emine Hanım, MSP çizgisindeki İdealist Hanımlar Derneği'nin üyesi olarak katıldığı bir MSP toplantısında dinlemiştir Tayyip Erdoğan'ın şiirlerini. Herkes heyecanlanır şiirlerin yarattığı atmosferden ama Emine Hanım kadar değil herhalde. Çünkü o hiç tanımadığı 20'li yaşlarındaki bu ateşli genci bir gece önce rüyasında görmüş, kürsüde şiir okurken karşısına çıkınca da belli ki şaşırmış ama hayra da yormuştur. Emine Hanım da Erdoğan'ın gözünden kaçmaz söylendiğine göre. Mesaj gönderir, ‘‘Ben de sizi beğeniyorum’’ cevabı alır. O gece MSP'nin Milli Şahlanış gecesidir ama Emine Hanım'a göre orada bir yıldırım aşkı yaşanır. Erdoğan ise ‘‘görücü usulüyle evlendiğini ve hayatında hiç aşık olmadığını’’ söyleyerek eşini yalancı çıkarır. Emine Hanım eşini kıskandığını filan da açıklar gazetecilere ancak Tayyip Bey böyle şeyleri konuşmaktan hoşlanmaz. Üsküdar Emniyet Mahallesi'ne taşınmadan önce, 16 yıl Kasımpaşa'da 80 metrekarelik bir dairede otururlar, komşularını daha çok Aleviler ve Çingeneler oluşturur. Yıllar sonra ünlü bir politikacı olarak Hacıhüsrev'deki komşularını da ziyaret eder. Ancak birinde, eşinin konuşma yapacağı yeri önceden kontrol etmeye giden Emine Hanım, bomboş bir alanla karşılaşınca insanların nerede olduklarını sorar, şu cevabı alır: ‘‘Sizi beklediler beklediler, hırsızlığa çıktılar!’’ İŞLENMEYE MUHTAÇ IQTürkiye'nin alışık olduğu politikacılardan farklı oluşunun bir nedeni de ‘‘birikim eksikliği’’ diyor bilenler. Karizması, cazibe merkezi oluşu, etkileyiciliği bir başbakan için önemli özellikler ancak, devlet diline yabancılığı, fevriliği ve herkese laf yetiştirme çabası nedeniyle diplomaside yaşadığı ve yaşayabileceği sorunlar birer sorun olarak karşısında duruyor. Cüneyt Ülsever Erdoğan'ın IQ'sünü şöyle tanımlıyor: Müthiş yüksek bir IQ, ancak ham, analiz yapabilen, işlenmiş bir IQ değil. Hatta sokakta sürtüle sürtüle oluşmuş bir IQ, Belediyede o yüzden başarılıydı, ama Türkiye'yi yönetmede ne olacağını göreceğiz.''1980 sonrası yükselişi, Türkiye'nin gözü önündedir artık. MSP kapatılmış, RP kurulmuştur; 1984'te Beyoğlu İlçe Başkanı, bir yıl sonra İl Başkanı. İki yıl sonra MKYK. Bugüne uzanan yükseliş serüveninde, 1986'daki milletvekilliği adaylığı sırasında meyhanede bile konuşma yapması; 1989'da Beyoğlu Belediye Başkanlığı'nı kazanamaması, 1991'de milletvekili seçilip tercihli oy sistemi nedeniyle çıkan tartışmalar sonucu 11 gün sonra mazbatasının iptal edilmesi; 1994'te ‘‘Tamamdır İnşallah’’ sloganıyla İstanbul'a Belediye Başkanı olması; ilk meclis toplantısını fatiha ile açmak isteyip, ‘‘saygı duruşu sap gibi durmaktan başka bir şey değil’’ demesi hemen hatırlanacaklar arasında. Davasını anlatmak için geneleve gitmesini, ‘‘burası hacı hoca yeri değil’’ diye dalga geçen genelev kadınlarına onları kurtaracağı söylevi çekmesini, Taksim'e cami yaptırma ısrarını, belediyeye ait mekanlarda içki satışını yasaklamasını, hakkındaki yolsuzluk iddialarını da eklemek gerek. Sonra, bir zamanlar tartışmasız veliahtı olduğu Erbakan'la ayrılan yollar ve AK Parti süreci... Ve kaderin onun hayatına ince bir nakış gibi kondurduğu cilve: 1997'de, tam da Erbakan'ın partisini acz içinde olmakla, yumruğunu masaya vurmamakla suçlarken Siirt'te okuduğu şiir yüzünden gelen yasaklama ve milletvekili seçilememesi, sonra yine Siirt'ten seçilerek başbakan olması. Ve yorumu: ‘‘Şiir gibi
seçim!’’İşte bu seçim, Cüneyt Ãœlsever'in hikayesindeki gibi KasımpaÅŸalı'yı BeyoÄŸlu'nun muhtarı yaptı. Biz de yazıyı, Ãœlsever'in bu muhtara sorduÄŸu sorularla bitiriyoruz. Cevapları yakında hep birlikte göreceÄŸiz:1. BeyoÄŸlu'nun eski muhkimlerini yönetmeye hazır mısınız?2. KasımpaÅŸalılar'a BeyoÄŸlu'nda hakettikleri payı verecek misiniz?3. KasımpaÅŸalılar bu payla yetinmezse, onların BeyoÄŸlu'nu fethetmesine engel olacak mısınız? Â
button