Emel ARMUTÇU
Oluşturulma Tarihi: Haziran 22, 2002 20:41
Dilek Sabancı Sakıp Sabancı'nın üç çocuğundan en büyüğü. Akraba evliliği, anne karnında oksijensiz kalmak ve erken doğum, hepsi bir araya geldi ve onun spastik doğmasına neden oldu. Tıpkı kardeşi Metin gibi.
Hayatı, özel bakıcılar elinde iyi bakım, özel okullarda iyi eğitimin yanı sıra, ameliyatlar, zorluklar ve mücadelelerle geçti. Ama çok yol katetti. Her istediği önüne gelse de tekerlekli sandalyeye bağımlı bir hayattan, ip atlayıp topuklu ayakkabı giyemese de yürüyebildiği, şirket kurup yönetebildiği, o sosyal faaliyetten bu sosyal yardıma koşup durduğu bir hayata 'atladı.' Şimdilerde ise zamanının çoğunu, kendisi gibi doğmuş, ama kendi koşullarına hiçbir zaman sahip olamayacak çocuklar ve yetişkinler için harcıyor. Sadece o da değil; adını verdiği Ticaret Meslek Lisesi'nin en başarılıları her yıl onun ödüllerini alıyor. Dilek Sabancı son olarak da koordinatörü olduğu Sabancı Üniversitesi Politik Araştırmalar Merkezi üzerinden bir ödül vermeye başladı. Onunla yıllardır zorluğunu yaşadığı engelliliği üzerine rahatlıkla konuşabiliyorsunuz ve ilk izleniminiz, 'pek engeli varmış gibi olmadığı' oluyor.
Adana'nın bahçeli evi bol bir semtinde 24 Ekim 1964'te dünyaya gelir. Ama, babasının teyze kızı olan annesinin karnında oksijensiz kaldığı için biraz erken; 5,5 aylıktır. Bu erken gelişinin bir de hediyesi vardır, onun gibi kasları istemsiz şekilde çalışan çocuklara tıp bir ad vermiştir: Spastik. Bu, yaşıtları gibi yürüyememek, koşamamak, ip atlayamamak, topun peşinden gidememek, arkadaşları bunları yaparken kendinden çok yaşlı insanlarla oturmak, vesaire anlamına gelir. Ne Türkiye'de çok az kişinin sahip olabileceği kadar çok paraya sahip olan anne-babası, ne aşçılar, hizmetçiler, ne istediği her oyuncak, ne de onu her gün parka götüren dadı verebilir bunları. Yaşıtlarından çok yıllar sonra, altı yaşında yürüyebildiğinde, ‘‘Niye onlar gibi değilim’’ isyanları da başlamıştır çoktan. Ama kah zorla yürüyerek, kah özel ayakkabılarla, kah pusette gittiği parkı, çocukların oynayışını seyretmeyi, dışarıda yemeyi ve özellikle şalgam suyunu çok sever.
Ee babası Sabancı'dır. Dolayısıyla dünyada onun durumundaki çocuklara uygun hangi okul varsa, oralarda okur: İstanbul'da Tevfik Fikret İlkokulu'nu bitirdikten sonra Şişli Terakki'ye devam eder ama ortaokulu İngiltere'de Heathfield School in Ascot-Junior High School'da bitirir. Liseyi ise İsviçre'de International School of Geneva Senior High School'da. Baştan sona ciddi bir üniversite eğitimi almaz ama ABD'de pek çok şehirde, pek çok kursa katılır; sanat tarihi, psikoloji, pazarlama okur. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca'yı akıcı şekilde konuşur, yazar. Türkiye'de profesyonel olarak çalışmaya başlamadan önce Fransa'da inşaat, petrol ve elektronik ve savunma alanında çalışan şirketlerde staj yapar.
YAŞAMDAN ÇIKAN FELSEFE
Ama 10'lu yaşlarının başında ana kucağından ayrılıp yatılı -ya da aile yanında- okumak zorunda kalan pek çok çocuk gibi geceleri gözyaşlarıyla yastığını ıslatarak başlar eğitim macerasına. Galiba ‘‘Akraba evliliği kötü. Üstelik bizimki iki taraflı. Anneannemle dedem de dayı hala çocukları. Annem ve babam çocuk sahibi olmak için niye bu kadar ısrarlı oldular ki’’ diye kızar da zaman zaman. Sonraki sıkıntıları, niye topuklu ayakkabı giyemiyorum, niye dans edemiyorum, niye kayak, tenis yapamıyor, bisiklete binemiyorum, şeklinde uzayacaktır ama sonradan bütün bunların ona hayata ‘‘filozofik’’ bakmayı öğrettiğini düşünür. Evet bir sürü şeyden mahrum kalmıştır ama çabuk olgunlaşmış, başkalarının halinden anlar olmuş, hassasiyet ve derinlik kazanmıştır ona göre. Halden anlamak önemlidir, ‘‘Düşünün, mesela annesi babası olmayanlar, her şeyi tam olanlara göre daha hassas olur. Ben de öyle yetiştim. İyilik yapmayı, hastalara bakmayı, fakirin halini, zorluğu biliyorum’’ der.
ÖZEL OLİMPİYATLAR’DA YÖNETİCİ
Altı yaşında, o da zar zor yürüyebildiğini söylemiştik ya, bu ancak Amerika'da olduğu bir ameliyattan sonra gerçekleşir. 10 yıl sonra da İngiltere'de bir dizi ameliyat geçirir. Hepsi, günlük hayatını biraz daha başkalarına bağımlı olmadan geçirebilmesini sağlayan bu ameliyatlar 1983, 1997 ve 1998'de de diziler halinde tekrarlanır. Her biri kaslarını biraz daha normale döndürür, ortopedik kimi problemlerini halleder. Ama öyle kolay değildir bu yıllar; sürekli kendiyle, bedeniyle savaş halinde geçer. Hatta '80'li yılların sonunda bir dönem yılar da mücadeleden, bırakır. Taa ki onunla evlenmek isteyen bir erkek arkadaşı silkeleyip yeniden harekete geçirene kadar. İyi ki de yapmıştır bunu çünkü hálá kayak yapamaz, tenis oynayamaz, topuklu ayakkabı giyemez ama yardımsız yürüyebilir hale gelir. Dans da edebilir aslında ama ‘‘kompleksim var herhalde’’ deyip pek yeltenmez, mükemmeliyetçidir çünkü. Kendi kendine spor merkezine gidip günlük egzersizini yapacak, fizik tedavisini olacak, koşu bandına çıkıp, bisiklete binebilecek hale gelir. Ama ne olur? ‘‘İnsan hep daha fazlasını ister!’’ Peki niye evlenmez o erkek arkadaşıyla? ‘‘Her şeyine karıştığı için.’’ Tıpkı annesi ve etraftaki akrabaları gibi. Oysa o ortaokul çağlarından itibaren öğrenmiştir bağımsızlık duygusunu. Karşısına çıkan erkekler de hayat tarzını ve çevresini kaldıramamıştır pek. Sonraki erkek arkadaşı ise Amerikalı olduğu için çarpar ailenin itiraz duvarlarına. Zaten ‘‘zengin kızı’’ olduğu için ‘‘parası için mi yaklaşıyor’’ kuşkuları vardır, Amerikalı olunca kuşkular ikiye katlanır. Yani tabiri caizse onun kısmetini bugüne kadar zenginliği kapamıştır (Bu demek değildir ki artık evliliği düşünmez, ‘‘çok severse’’ evet. Hatta anne-babasına kızsa da, çok severse çocuk yapmayı bile düşünür.) Dilek Sabancı, ailesini seçer. Babasının desteğiyle iyi bir iş kadını olmayı. Bir de kendisine benzer hayatlar yaşayan çocukları...
1989 yılında başkanı ve yönetici müdürü olduğu Vista Turizm ve Ticaret Şirketi kurulur. Babası ‘‘koca holdingde mücadele edeceğine sana bir şirket kuralım’’ demiştir. İki kez babasının desteğiyle batmaktan kurtulsa da evet iş kadınlığına soyunmuştur ama giderek sosyal faaliyetleri daha çok sever. Şimdi zamanının yüzde 60'ını verdiği bu faaliyetleri daha önemli bulur işten, para kazanmaktan.
Zihinsel engelli bir milyondan fazla çocuk ve yetişkinin yıl boyu spor eğitimi alması ve atletizm yarışmalarına katılması için uluslararası bir program olan Özel Olimpiyatlar'ın yönetim kuruluna girer. Aynı zamanda Türkiye Zihinsel Özürlü Sporcular Federasyonu Başkanlığı'na seçilir. Amacı, bu hassas konudaki yanlış anlamaları gidermek ve dikkatleri çekmektir. Zihinsel özürlü çocuklar adına düzenlenen sosyal faaliyetlere çok zaman ayırır. Onları ve ailelerini yüreklendirmek için Türkiye'nin her yanında çeşitli spor etkinlikleri düzenler. Antalya'da bulunan 2500 kişilik Dilek Sabancı Spor Merkezi ve İstanbul Küçükbakkalköy'deki Dilek Sabancı Ticaret Meslek Okulu, Sabancı aile vakfı VAKSA üzerinden Dilek Sabancı'nın katkısıyla kurulmuştur. Bir amacı da özel olimpiyatlarla ilgili çalışmayı Spastik Çocuklar Vakfı bünyesinden çıkarıp bağımsızlaştırmaktır.
MOTİVASYON İÇİN ÖDÜL
Ödül vermeye bayılır. Şu anda adına verilen iki ödül var. Biri Meslek Lisesi'nde her yıl başarılı olan üç öğrenci ve üç öğretmene verilen, sayıları dereceye göre 10'la 45 arasında değişen altınlardır. Adı Dilek Sabancı Ödülü. Ayrıca bu okuldan üniversite sınavına girip başarı kazanmış öğrencilere Hacı Ömer Sabancı Vakfı'ndan burs sağlanır. İkinci ödül ise Sabancı Üniversitesi'nde geçen yıl faaliyete geçen ve Dilek Sabancı'nın koordinatörü olduğu İstanbul Politikalar Merkezi'nin ödülüdür, ki bu yıl ilki düzenlenmektedir. Dilek Sabancı Araştırma Ödülü, Türk ekonomisi, siyaseti, tarihi, kültürü, Türk ve İslam sanatı gibi alanlarda uluslararası nitelikteki araştırmaların teşvik edilmesini amaçlar. (Bu yıl konu Etkin Devlet). Aslında ödül vermeyi ailecek severler, ‘‘insanları motive etmek için’’, babasının ve kendisinin de vasiyetinde vardır bu, ama şimdiden hayata geçmiştir, onlar öldükten sonra da sürecektir.
Peki babası Sakıp Sabancı olmasa bu noktaya gelebilecek midir? İş kadınlığını ve hayırseverliği bir yana bırakın, yürüyecek hale bile... ‘‘Tabii ki gelemezdim’’ der. ‘‘Ama babam olmasaydı Türkiye'nin ilk bilinçli spastik çocuklar rehabilitasyon merkezi, ardından kemik hastanesi de açılmayacaktı. Ben ve kardeşimin durumları sayesinde şimdi birçok çocuk ameliyat olabiliyor. Bazen her şeyin bir nedeni var, diye düşünüyorum. Ama siz yine de sadece bu açıdan almayın. Mesela bizim ailenin kurduğu körler okulu da var, ama ailede hiç kör yok!’’