Güncelleme Tarihi:
Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü Başkanı ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Seyfettin Gürsel Türkiye'de son altı yıldır uygulanan mali disiplin sayesinde önemli bir gelişme yaşandığını belirterek bunun sürdürülmesi gerektiğini söylüyor. Doğrudan yabancı sermaye girişinde mucize yaşandığını, enflasyonun gerilemesine rağmen büyümenin sürdüğünü ve bu sayede istihdamın da arttığını belirten Gürsel, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin yaklaştığı bir dönemde enflasyonun kritik bir eşikte yürüdüğünü dile getiriyor.
Merkez Bankası'nın belirlediği yüzde 4'lük enflasyon hedefinin çok iddialı bir hedef olduğunu söyleyen Seyfettin Gürsel, ekonomide tatlı tatlı bir soğuma dönemi yaşanırken, seçimler nedeniyle tatlı tatlı bir ısınma dönemine girilme tehlikesi bulunduğunu da kaydederek "Enflasyon trendi mayıstan itibaren aşağı doğru düşmezse Merkez Bankası para politikasını sıkılaştırmak zorunda kalacaktır. Tüm baskılara rağmen Merkez faizleri arttıracaktır" diyor.
Piyasaların bunu okumak istemediğini vurgulayan Gürsel, "Faizler hükümete rağmen artar. Çünkü Merkez Bankası kanunla bunu yapmak zorunda" diye devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin doğru yönetilmesi halinde AKP'nin tek başına iktidar olasılığının çok güçleneceğini de dile getiren Gürsel, genel seçimlerin ise en geç eylüle kadar yapılmasının şart olduğunu belirtiyor. Türkiye'ye gelen yabancıların Avrupa Birliği (AB) üyeliğine yatırım yaptığını da anlatan Gürsel, 2007 sonunda dolacak Uluslararası Para Fonu (IMF) ile programın imzalanmaması halinde AKP'nin radikal yapısal reformları ve mali disiplini öngören kendi çıpasını açıklamasını istiyor.
Bu arada yaklaşan seçimler öncesinde Ahmet İnsel'le birlikte yaptıkları inceleme sonucu bağımsız adaylarla baraj engelini aşıp parlamentoda temsil edilebilme olanağını tartışmaya sunan Gürsel'le ekonomideki gelişmeleri konuştuk.
Türkiye ekonomisi 2001'de ciddi bir kriz yaşadı. Ardından bir ekonomik program uyguladı. Program başarılı oldu mu?
Türkiye 2001'de büyük bir kriz yaşadı. Program çökünce 2002’den itibaren IMF ve Kemal Derviş’in birlikte hazırladığı program lanse edildi. Programı AKP devraldı. Baştan kuşkusuz tereddütleri vardı. Ancak AKP Irak savaşının yaklaşması üzerine programa sahip çıktı. Program 2004’de tekrar yenilendi. Bu yıl son yılı. Bu programın yüzde 6.5 faiz dışı fazla gibi önemli bir ayağı vardı. 2006 hariç bunu da önemli ölçüde gerçekleştirdi. Asıl önemli olan da Türkiye bir istikrar programını devam ettirmeyi öğrendi.
Programın zafiyetlerinden de sözedildi. Geçen yıl mayısta yaşanan kriz örneğin...
2003-06 arasında yüzde 7.3 ortalama büyüme gerçekleşti. Bu çok önemli. Ve enflasyonun düştüğü bir dönem oldu. Mayısa kadar enflasyon da düştü. Fakat bu makroekonomik kurgunun bir zaafiyeti vardı. Mayıs- haziran şokundan önce, öğrencilerime ders verirken, bu programın önemli bir zaafiyet noktası olduğunu da söylüyordum. Bu da dış açık yaratan bir büyümenin olmasıydı. Bu açık 32 milyar dolara ulaşmıştı. Cari açıktaki bu sürdürülemez gidişatın, ekonomiyi bir kur şokuna açık hale getirdiğini biliyorduk. Bunu tetikleyen bahaneler olabilir. Uluslar arası likidite, Çin borsası gibi. Hep bir bahane olacak tabi ki spekülatörlerin tavır değiştirmesi için. Çünkü bu yangın bir yerde çıkacak. O bakımdan bahanenin üstünde fazla durmamak lazım. Esas temellere bakmak lazım.
Bu zaafiyet hala sürüyor değil mi?
Şimdi, bu bir soru işareti. Mayıs ve haziranda TL yaklaşık yüzde 15 kadar değer kaybetti. TÜFE ile bakacak olursak yüzde 20. Bunun tabi dış denge üzerinde olumlu bir etkisi oldu. Sadece kur demek değil. Orada ben bazı eleştirilere katılmıyorum. Yani Türkiye sanayide rekabetini sadece kurla sağlayamaz. Bunu yapmaya kalktığı zaman da zaten enflasyon sorununu çözemez. Kur şokuyla ihracatın bir ivme kazandığını gördük. İhracata şimdi sektörler itibariyle de bakmak lazım ama halen en önemli sektör olan tekstil sektörünün şimdi kıl payı birinciliği otomotive kaptırdı ama ihracatı negatif olmuştu. Yani küçülüyordu ihracat. Tekrar pozitife döndü 2006 Mayıs- Haziran’ından sonra. Diğerlerine de hiç kuşkusuz bir rekabet gücü kazandırdı ve ihracat son aylarda ithalattan çok daha hızlı artıyor. Şimdi bu çok önemli bir dönüm noktası.
Bu trend değişikliği kalıcı mı?
Türkiye dış açığı kapatmayacak, kapatması de gerekmiyor. Ama uzun dönemde cari açığın sürdürülebilir olması ve böyle algılanması için ihracatının ithalattan daha hızlı artması lazım. Şimdi bu gerçekleşmiş durumda. İkincisi Merkez Bankası, kur şoku enflasyonu artırıcı bir etki yaptığı için bir tepki gösterdi. 13.25’ten 17.5’e, iki defa çok yüksek faiz artışları yaptı. Ve nitekim de enflasyondaki yükselme eğilimini kırdı. Özellikle sonbaharda bu artış eğilimi kırıldı. Ama reel faizler de aşağı yukarı 4 puan arttı. Yani yüzde 50 kadar artış demek. Mayıs 2006’da beklenen reel faiz yüzde 8 civarındaydı. Bu şimdi 11-12’ye çıktı. Bu tabi önemli bir reel faiz artışı. Nitekim bunun ekonomiyi ve iç talebi etkilediğini açıkça gördük. 3. çeyrekte ciddi bir yavaşlama görüldü, 4. çeyrekte negatif biliyorsunuz dayanıklı tüketim malları, makine teçhizat artışı hemen hemen sıfıra yakın.
Yani ekonomide bir soğuma başladı...
Merkez Bankası’nın amaçladığı ve beklediği gibi bir soğuma belirtisi açıkça görünüyor. Sadece kur değil bu da ithalatı kısıcı bir etki yaptı. Belki mütevazı bir düşüş ama bu çok önemli. Çünkü bir önceki gidişatta sürekli artan bir cari oran söz konusuydu. Önceden sürdürülemez denilen bir gidişat vardı, şimdi sürdürülebilir patikaya doğru bir dönüş yapmış gibi duruyor. Ama en azından son 9 ayın verileri bunu gösteriyor.
Seçimler yaklaşırken mali disiplinde bir gevşeme bekliyor musunuz?
Seçimler yüzünden mali disiplinde adeta bir gevşeme bir zorlanma kendini gösteriyor. Bu da tabi işin olumsuz tarafı. Ve bununla birlikte daha tehlikeli ve en çok tartışılması gereken hani zurnanın zırt dediği delik olmaya aday, enflasyon. Çünkü Merkez Bankası'nın bu reel faiz artışına rağmen iç talep ne kadar yavaşladı, daha doğrusu bu yeterli olacak mı enflasyonu istenilen hedefe yöneltmeye. Burada büyük bir soru işareti var. Bunun üstünde duruyorum. Şu anda en kritik nokta para politikasının başarılı olup olmayacağı meselesidir. Şu anda para politikasında belli bir sıkılık düzeyi var. Bu sıkılık düzeyi işte nominal faizler, gecelik faizler itibariyle 17.5 düzeyinde. Merkez bunu ısrarla sürdürüyor. Bir faiz düşüşü gündeme gelmesi söz konusu değil. Çünkü enflasyon yüzde 10 düzeyinde seyretmeye devam ediyor.
Ancak Merkez Bankası üzerinde seçim döneminde faizlerin düşürülmesine yönelik bir baskı sözkonusu. Böyle bir şey olursa nasıl yansır?
Merkez Bankası'nın bunu yapacağına katiyen inanmıyorum. Ama üzerelerinde manevi siyasi bir baskı var mıdır, derseniz? Ali Babacan yapmıyor bu baskıyı ama AKP’nin diğer kanadından böyle bir baskının olduğu kesin. Yani Tayyip Erdoğan’ı da bence şimdilik Ali Babacan daha çok etkiliyor. Yani başbakanın daha çok Babacan’a inandığını güvendiğini düşünüyorum. Ancak bu bugün için böyle. Merkez Bankası mayıstan itibaren enflasyonun düşmeye başlamasını bekliyor. Büyük bir ihtimalle, baz etkisiyle düşmeye başlayacak. Çünkü Mayıs- haziranda kurun enflasyon üzerindeki etkisiyle yüksek bir enflasyon dönemi yaşanmıştı. Buna kıyasla mayıs haziranda düşme bekliyoruz. Fakat bu yeterli değil. Bu düşüşün MB’nin öngördüğü düzeyde olması lazım.
Kaç olması gerekiyor?
Merkez Bankası yüzde 4’e doğru 5.1 tahmin ediyor yıl sonu enflasyonunu. Buna uygun bir patika var. Örneğin Haziran sonunda 8.7’nin altında olması lazım enflasyonun. Şimdi böyle bir enflasyon düşüşü olacak mı olmayacak mı, işte bu çok kritik bir nokta. Çünkü olmadığı taktirde Merkez Bankası para politikasını daha da sıkılaştırmak zorunda kalabilir. Çünkü bütün bu olumlu hava, -Cumhurbaşkanlığını da iyi yönetecekleri anlaşılıyor- dolayısıyla tekrardan iç talepte bir yükselme, muazzam bir para girişi, bütün bunlar ekonomiyi yeniden ısındırabilir. Ekonomiyi yeniden ısındırmaya başladığı anda, enflasyon istenilen patikaya girmeyecektir. İstenilen düşüş trendine girmeyecektir. Dolayısıyla faizleri artırarak tepki göstermek zorunda kalacak. İşte o noktada, faiz düşüşü beklerken Merkez Bankasının aşırı bir tepki vererek faiz artırması gündeme gelebilir.
Devlet Bakanı Ali Babacan ve Merkez Bankası yetkililerinin sunumlarını izlediniz geçen hafta. Aralarında bir yorum farkı yok mu?
Merkez Bankacılar o kadar olumlu değil. ve tedirginler. Bunda da haklılar. Çünkü bu enflasyonun istenilen ölçüde düşeceği çok şüpheli, çok iddialı bir hedef var. Bu hedefin de neden bu kadar iddialı konduğu da tartışmalı. Ben açıkçası tartışıyorum Merkez Bankacılarla bunu. Onlar da kendilerine 12 hedefi varken yüzde 5 hedefini saptamıştık diyorlar ama ben 8’den 5’e geçişi çok vahim bir hata olarak görüyorum. Çünkü 2005 sonundan yüzde 8’den 2006’nın sonunda yüzde 5’e enflasyonun nasıl ineceğini doğrusu birisinin bana anlatması gerekir. Bu kadar hızlı, iç talebe dayalı bir ekonomi... Böyle olunca sadık kalmak durumundasınız. Merkezin aşırı tepkisi ise hem siyaset, hem hükümetle, tam seçim arifesinde ciddi bir sorundur. Hem de ekonomiyi daha da soğutacak, iç talebi daha da düşürecek demektir. Faiz artışı sıcak parayı arttıracaktır. Şimdi düşünsenize, hem ihracat yavaşlamış, dolayısıyla büyüme yüzde 3-4 civarına düşmüş, hem cari açıkta yeterince bir iyileşme oluşmamış. Bundan daha kötü bir senaryo olamaz. Çünkü bu başka bir zaafiyeti de gündeme getirecek: Büyüme yeterince istihdam yaratamayacak.
Babacan daha olumlu bakıyor gibi
Ali Babacan daha olumlu bakıyor. Ama Babacan’dan AKP'ye, hükümete ve yönetime bu bilgiler ve tehditler ne kadar yansıyor, onu bilmiyorum. Ama şöyle bir ikilem söz konusu. Büyüme şu anda yüzde 5. Garanti Bankası Genel Müdürü’nin de dediği gibi ekonomi “tatlı tatlı soğuyor”. Ama burada iki ihtimal var. Yüksek ihtimal soğumanın durması, tekrar tatlı tatlı ısınmaya başlaması. Eğer bu olursa, enflasyon hedefe yönelmez. O zaman da MB faiz artıracağını defalarca söyledi. Ama piyasalar bunu okumak istemiyor. Ve artıracaktır da, hükümete rağmen artırır. Çünkü kanunla bunu yapmak zorundalar. Tükürdüklerini yalayamazlar. O zaman o koltuklarda oturamazlar. Çünkü o kadar bir kredibilite kaybı olur ki, zaten bir daha unuturlar enflasyon hedeflemesini filan.
Türkiye'de büyüme istihdam yarattı mı peki, aksi iddialar da var?
Şimdi ne derse densin bu büyüme istihdam yarattı hem de muazzam derecede istihdam yarattı. Nerede yaratması gerekiyorsa orada yarattı: Yani tarım dışında, sanayide hizmetlerde yarattı. İnşaatta yarattı. Tarımda hızlı bir çözülme olduğu için toplam istihdam yeterince artmamış gibi göründü. Ama bu böyle olacaktır zaten. Şimdi büyüme yüzde 5 civarına düştü. Ve tarım dışında istihdam artışı da buna paralel olarak 500-600 bin arasına çekildi. Şimdi bu tam bir sınırdır. Bunun atındaki istihdam artışı, işsizliği yeniden artıracak bir büyüme olur. Yani büyüme 3-4’e düştüğü taktirde büyüme istihdam artışı da 300-400 bin düzeyine düşer tarım dışında ve bu yeniden Türkiye’de çok büyük bir işsizlik sorununu gündeme getirir.
SEYFETTİN GÜRSEL KİMDİR
Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, 1949 doğumlu. 1968 yılında Galatasaray Lisesi’ni, 1973’de Grenoble Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Siyasal Bilimler Enstitüsü’nü (1974) bitiren Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, yüksek lisans (1975) ve doktora (1979) öğrenimini ekonomi dalında Paris Nanterre Üniversitesi’nde tamamladı. 1980-1983 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan Gürsel, daha sonra özel sektörde yöneticilik yaptı. Türkiye Siyasal Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Kurucu Üyesi Gürsel, halen Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü’nün Başkanlığı ve Rektör Yardımcılığı görevlerini yürütüyor. Prof. Dr. Seyfettin Gürsel’in, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi iktisat tarihi, iktisat politikaları, politik iktisat ve çalışma ekonomisi konularında, yurtdışında ve yurtiçinde yayınlanmış kitap ve makaleleri bulunuyor.