Güncelleme Tarihi:
Davul çaldı, onlar ağladı... Ramazan da gelip çattı çadırkentlere. Oysa geçen Ramazan'ı, kentin Ozanlar Mahallesi'ndeki 89 no'lu küçücük evinde mutlu geçirmişti. 17 Ağustos'ta sabaha karşı gelen büyük felaketin enkazı altında yaşamak içinse saatlerce çırpınmıştı...
GECENİN kör karanlığını delen davul sesiyle irkildi Adapazarılı Necmiye Üzmez. Bir anda çadırını şeffaflaştıran ölgün ışığı yakıp kapısını araladı.
Az ötedeki komşu çadırın sahibi boyacı Tamer, bu kez elinde bir tokmak, davuluna vurdukça Necmiye Üzmez'in yüreği delindi.
30 gün çadır komşularına sahuru bildirmeye niyetlenen Tamer Üzüm'ün gülen yüzü ve tokmağının sesi gözpınarlarına doldu.
Davul çaldı, onlar ağladı.
Ramazan da gelip çattı çadırkentlere.
Oysa geçen ramazanı, kentin Ozanlar Mahallesi'ndeki 89 no'lu küçücük evinde mutlu geçirmişti. 17 Ağustos'ta sabaha karşı gelen büyük felaketin enkazı altında yaşamak içinse saatlerce çırpınmıştı. O çırpınışlar hálá bitmedi.
Adapazarı'nın artık bomboş kalan o ünlü Çark Caddesi'ni geçip, Emirdağ Çadırkenti'ni soluduğumda, Ramazan'ın bu denli zor geçtiğini bilemedim. Soğuk çadırlar, ısıtılmaya çalışılan birkaç kaşık çorba ve boğazlarda düğümlenen lokmalar... Saatler sonra iftar sofrasına konulan çamurla yoğrulmuş ekmeğini bizimle paylaşan Emine Bartın'ın çadırındayız. Adapazarı Yağcılar Mahallesi'ndeki kira evini ağustosta yitirmiş o da. ‘‘Adamım’’ dediği kocası ise evi terk etmiş. Emirdağ Kampı'na sığındığında 3 çocukluymuş. Şimdi iki oğlu kalmış çadırda. Kızını, İstanbul'a kız meslek lisesinde okusun diye göndermiş. Henüz okula gidemeyen Recep ile Ramazan, siniden oluşan iftar sofrasında anneleriyle.
KARALAHANA VE ÇORBA
Çadırkentte Ramazan'ın ilk gününü yaşarken tanıdım Emine Bartın'ı. Çadırının önünde karalahana yıkıyordu. Çömelip söyleştik. ‘‘İftara lahanam var. Canım çekti, pişiriyorum. Bize ortak olur musun?’’ diye sordu. Söz verdim, ‘‘Geleceğim’’.
İftar yemeği dağıtılırken, bir süre kuyruğa giren kadınları izledim. Ellerinde yemek karneleri, bir tas çorba, etli patates ve pilav için sıradaydılar. Çorbalar taslara dolduruldukça, karneye çarpı konuldu.
Yemekler kucaklarda, orucun daha da soldurduğu yüzler hüzün dolu, çamuru yara yara çadırlara yöneldiler. Güneş batarken ‘‘yorgun savaşçılar’’ın çadırlarına garip bir sessizlik egemen oldu. Emine'nin çadırına girdiğimde karalahananın kokusu yaladı yüzümüzü. Sininin üstüne özenle hazırladığı yer sofrasının baş köşesini ikram etti Emine. Yan çadırdaki komşularla 12 kişi sığıştık sininin başına. Oruçlar, zeytin ve suyla açıldı. Samiyet Vural ve Leyla Kurtuldu, üçer çocukla diz dize oturdular yanımıza.
Çocuklar doydu, güldü. Kadınlar buruk kaldı.
‘‘Zor gerçecek bu ramazan’’ dedi Samiyet Vural. ‘‘Yoksulluk boynumuzu büktürdü. Bir de kocalarımız yok...’’
ERKEKLER ÇEKİP, GİDİYOR
Sahi, erkekler nerede?
‘‘Erkekler iş peşindeler. Kocam İstanbul'a gitti, oto tamirinde çalışıyor. Her şeyimizi kaybettik. Oğlum Bilkent'i kazandı, 1.500 dolar kayıt parasını bulamadık, okuyamadı. Kızım bekliyor. Bu hayat nasıl yüzümüzü güldürecek, bilmiyorum.’’
Samiyet Vural'ı diğer kadınlar tamamladılar.
‘‘Erkekler bu zorluğu çekmiyorlar. Başlarını alıp gidiyorlar. Dayanmak zorundayız.’’ Belki bir gün dönecekler, ama şimdilik bu uzak bir rüya.
Yine de bir umut. Gözler hayat verecek yeni diyarlarda.
Kadın kadına...
Pınar Türenç, Adapazarı Emirdağ Çadırkenti'nde erkekleri göç eden kadın depremzedeleri ziyaret edip, Ramazan hazırlıklarını gözlemledi, dertlerini dinledi.