Güncelleme Tarihi:
Neden bülten hazırladık |
BAŞHEKİM Prof. Dr. Orhan Gazi Yiğitbaşı, neden bu bülteni hazırladıklarını şu sözleriyle açıkladı: “Bu takım bu şok karşısında bir tepki vermek arzusundadır. Bülten, özel bir sayı kapsamında bu tepkinin ifadesi olma rolünü üstlenmiştir. Dolayısıyla bu defa sadece kendi çalışanlarına değil mümkün olduğunca geniş kamuoyuna hitap etme konumuna bürünmüştür. Tepkisini ortaya koymaya çalışan ekip kamu görevlilerinden oluştuğundan birtakım zorluklarla karşı karşıyadır. Bu zorluklardan biri farklı politik görüşlere sahip hastane çalışanlarının ortaya koydukları tepkilerin üst makamlarımızda oluşturabileceği muhtemel rahatsızlık ve bunların yansımaları olabilecektir. Bir başka zorluk ise, izanı ve vicdanı yeterince gelişmemişlerin bültenden cımbızla bazı ifadeleri çekip tartışma konusu yapacaklarını bile bile gerçekleri bütün detayları ile ortaya koyma çabasının kolay olmadığıdır. 50 kişilik bir ekiple hazırladığımız bültende sağlık çalışanları olarak olaydan derin üzüntü duydukları, olayın nedenlerinin mutlaka ortaya çıkarılması gerektiği, kişisel bir hatanın tespit edilmesi halinde sorumlu ve sorumluların cezalandırılmasının şart olduğu mesajlarını vermek istedik.” |
ölümlerine ayırdı. Hemşireden üniversite öğretim üyesine, il sağlık müdüründen tabip odası başkanına kadar tüm görevliler, hem düşüncelerini hem de duygularını aktardı. Başhekim Yiğitbaşı da neden böyle bir bülten hazırlama ihtiyacı duyduklarını köşesinde yazdı.
Prof. Dr. Yiğitbaşı, yazısında bebeklerin TPN denilen beslenme karışım solüsyonundan kaynaklanan bir bulaş ile kaybedildikleri kanaatinin ağırlık kazandığını, sonuçlara çok kısa süre içinde ulaşıldığını kaydetti. Prof. Dr. Yiğitbaşı, bu bulaşın nasıl olabileceği konusu üzerine araştırmaların ise Sağlık bakanlığı Müfettişliği ve İzmir Cumhuriyet Savcılığı'nca devam ettiğini hatırlattı.
Hastane çalışanlarının yaşanan olay nedeniyle topyekun ağır ithamlara maruz kalmaları sonucu hissettikleri üzüntünün çok daha derinleştiğini belirten Prof. Dr. Yiğitbaşı, yazısında “Sanki, ‘Sağlıklı doğmuş bebekler hastanenin mezbelelik yenidoğan servisine teslim edilmiş ve orada bacak bacak üstüne atmış, elinde sigarayla oturan, lakayt bir hemşirenin ve her şeyden bıkmış serkeş bir doktorun ihmali sonucu ölmüşler’ gibi kamuoyunda oluşmuş algı doğru değildir” dedi. Prof. Dr. Yiğitbaşı, yazısını şöyle tamamladı:
“Bu bültendeki sesleniş; mahsun ama güçlü ve derinden bir sesleniştir. Başhekim olarak göreve başladığım ilk aylarda ‘Amacım bu hastanenin önünü açmaktır' sözümün bugün de arkasında duruyor ancak bu kez, bu seslenişin editörü olarak, yaşanılan şokun karşısında hissettiklerini ifade edebilmeleri konusunda onların önlerini açmış olmanın onurunu yaşıyorum.”
ÇOCUK sağlığı ve Hastalıkları Klinik Şefi, Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Nejat Aksu ‘ölüm gecesi’ni kaleme aldı. Doç. Dr. Aksu, 20 Eylül gecesi ölümler başladıktan sonra çağrıldığı yenidoğan kliniğinde saat 23.30'da yaşananları şöyle anlatıyor:
“Esra (Doç. Dr. Esra Arun Özer yenidoğan servisi klinik şefi) çok endişeli... Hemşirelerimiz üzgün ve telaşlı. Nasıl bir sorunla karşı karşıya olduklarını bilememenin paniği içinde canhıraş bebekleriyle ilgileniyorlar. Hizmetli personel meraklı ve ürkek bakışlarla görevlerini sürdürüyor. Dışarıda yoğun bir yağmur... İçeride buz gibi kasvetli bir hava...”
Yenidoğan Servisi Klinik Şefi Doç. Dr. Esra Arun Özer ise duygularını şu sözlerle aktarıyor:
“Hastanemizde yepyeni, çağdaş ve örnek gösterilen bir klinik kurmuştuk. Çok çalışmış ve çok emek harcamıştık. Kamuoyunda adeta cadı avına dönüşen, karalayıcı bu sorgulamayı hak etmemiştik. Şoke olduk ve çok üzüldük.”
Yenidoğan servisinin hemşire nöbet ekibi ‘En zor 11 saat’ başlıklı yazısında şunları söylüyor:
“Bizler günlerce takip ettiğimiz, yaşamaları için elimizden gelen çabayı gösterdiğimiz ve bir anda elimizden kayıp giden 13 bebeğimizin ölümüyle yaşadığımız travmadan kurtulamamışken; en yakınlarımızın bile ‘suçlu, katil, cani, canavar' olmaya uygun gördükleri kişileriz... Tepkiler, suçlamalar, sadece bilinçsiz insanların değil, sağlık çalışanlarının bile önyargıları... Ama bizi hiç biri üzmezdi. Çünkü biz biliyorduk ne kadar fedakarca çalıştığımızı. Bizi üzen kaybettiğimiz canlardı.”
Yenidoğan servisi hemşiresi Türkan Boztepe:
“Kimsenin bana veremeğidi, çabalarımın karşılığını sen verdir minik bebek. ‘Ağlama, gözlerindeki neşeyi hiçbir şey sakın alıp götürmesin’ dercesine bana uzun uzun baktın ve sonra minik ellerinle yanağıma usulca dokundun. İşte o anda kelimeler kıfayetsiz kaldı. Konuşamadın, söyleyemedin ama bir bakışınla, bir dokunuşunla çok şey anlattın miniğim.
Suların bittiği yerde, ömrümüzün durduğu son durakta yine beraber olmak umuduyla...”
Nöbet ekibinden:
“Ve hiçbir şeyi anlamlandıramadan, sabaha kadar ressusituasyon ve müdahale ile geçen cehennem geceden sonra bizim için güneş doğmadı, 13 bebek kaybedildi...”
Yenidoğan servis hemşiresi Zehra Ünlü:
“Biz hemşireler arasında yok mu anneliği ümitle bekleyen? Ambulansla getirilen prematüre bir bebekte kendi sahip olamadığı bebeğini gören...
Biz anneyiz, biz hemşireyiz... Bebek vazgeçmek üzere! Hayır bebek söz vermiştin bize, biliyorsun annenin kucağı bomboş... Günlerdir verdiğimiz emekler acımasız dakikalara teslim olmuştu... Yaptığımız doğru şeyleri fısıtlıyla söyledik hep; yanlış olanı haykırdık bir daha olmasın. Bizler de istemiyoruz bu bebek ölümlerini.”
Aydın Devlet Hastanesi Çocuk Sağlığı Hastalıkları Uzmanı Dr. Tahsin Çelik, 13 bebeğin ölümünden sonra şu mısraları kaleme almış:
Ne kayıp giden yıldıza ne de batan güneşe
Teleskop açıp seyretmekten kimse duymaz neşe
Steteskop olup titrerlerken üzerlerine
Akıllar durdu kimse inanamadı bu işe
Uykusuzluktan ve ağlamaktan şişmiş gözler
Bir de ruhunu incitmiş haddini aşan sözler
Hoca üzgün, uzman bitmiş, asistan ve hemşire perperişan
Yüreklere kor düşmüş, gülmeyi unutmuş yüzler
Emeğin, asistanın, Esra'nın prematüresi
Uykusuz gecelerin biricik tatlı piresi
Bir kor gibi yakıp geçti, kavruldu tepecik
Yürekleri dağladı bir de “ihmal var” denmesi