Güncelleme Tarihi:
Türkiye'de politikacılar, bir döneme damgasını vuran sözleriyle hatırlanıyor
Zaman en büyük nehir. Herşey gibi politikacıların yaşamı da onunla birlikte akıp gidiyor, bir daha geri dönmemecesine. Geriye, yaşadıkları dönemde dilden dile dolaşan, büyük yankı yapan, iz bırakan sözleri kalıyor.
Bu özdeyişlerin çoğu uçup gidiyor ama bazı sözler var ki, siyasi tarihe damgasını basıyor; her dönem, belleklerde bir özdeyişle hatırlanıyor. Onlarca fotoğrafın, binlerce satır yazının yapamadığını bir politik özdeyiş başarıyor, koca bir dönemi sembolleştiriyor.
Siyasi tarihe iz bırakan sözlerin en ünlüleri, çok partili yaşama geçişle birlikte ortaya çıktı. Atatürk sonrası Türkiyesi, rotasını demokrasiye çevirmişti, ‘‘muasır medeniyet’’ hedefini somutlaştırmaya çalışıyordu. Nihat Erim, CHP'nin 1949 kongresinde kürsüye çıktı ve yıllarca dilden düşmeyecek hedefi işaret etti:
- Türkiye'yi küçük bir Amerika yapacağız !
Erim'in bu vaadi, tüm ülkede, kazanılması gereken yeni bir mevziyi işaret eden sözler olarak algılandı. Mustafa Kemal'in, Kurtuluş savaşında bayraklaşan, ‘‘Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir! İleri!’’ emrindeki Akdeniz'in yerini Amerika almıştı sanki...
‘‘Küçük Amerika’’ hedefi öylesine benimsendi ki, CHP'ye rakip olarak doğan Demokrat Parti bile bu sloganı benimsedi. DP lideri Celal Bayar, 20 Ekim 1957'de Taksim'de yaptığı konuşmada Erim'in sözlerini, biraz değiştirerek tekrarladı:
- Öyle ümit ediyoruz ki, 30 sene sonra bu mübarek memleket 50 milyon nüfusu ile küçük bir Amerika olacaktır.
Bayar'ın 30 yıl önceki sözlerinin sadece nüfus ile ilgili bölümü yerini buldu; Türkiye değil 50 milyon, 65 milyonluk bir ülke haline geldi.
Zaten Türkiye'de politikacıların nüfusla ilgili takıntısı hep oldu. Turgut Özal da ‘‘100 milyonluk, bastığı yeri titreten bir Türkiye’’ den bahsederdi. Toprağın titremesini iyi birşey sanmıştı anlaşılan!
Her Mahallede Bir Milyoner
Zengin bir ülkenin zengin vatandaşları olmayı vadetmişti DP iktidarı. Milli Şef döneminin yıkılmasında, toplumla birlikte kalkınma yerine bireysel zenginlik vadedilmesi önemli bir yer tuttu. Bu felsefe, Adnan Menderes'in dilinden ifadesini buldu: Her mahallede bir milyoner yaratacağız.
Aslında Menderes'in bu sözü, Mustafa Kemal'in 1923'te ‘‘Memleketimizde birçok milyonerin hatta milyarderin yetişmesine çalışacağız,' diyerek ifade ettiği hedefin sloganlaştırılmış haliydi. Slogan yerine ulaştı ve DP, 1950 seçimlerinde oy patlaması yaşadı. En çok şaşıran CHP yöneticileriydi.
Tek parti döneminin, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın ‘‘Komünizm gerekirse onu da biz getiririz’’ cümlesinde özetlenen dönemi de böylece kapanmış oldu.
Menderes, başbakanlığının ilk günlerinde iktidar değişikliğinden korkanlara güvence vermeye çalıştı:
- Devri sabık yaratmayacağız.
Hükümet programı okurken, Türkiye siyasetinde sonraki yıllarda sık sık tekrarlanacak olan bu sözleri söyleyen Menderes, bir süre sonra söylemini değiştirdi. Giderek kendini beğenen, yukardan bakan bir tarza dönüştü. Menderes'in, aday seçimiyle ilgili ünlü sözü, bu tarzın örneğiydi:
- Odunu göstersem seçtiririm...
İnönü'nün Sert Üslubu
Haklıydı da. Çünkü çoğunluk sistemine göre, bir seçim çevresinde en çok oyu alan partinin listesindeki adayların tamamı milletvekili seçiliyordu. Milletvekili olmanın yolu Menderes'in tercihine bağlıydı. Durum böyle olunca da DP listesinden odunlar değil ama ilgisiz kimi isimler Meclise girmişti.
Tüm ülkede gerginlik hızla tırmandı. Türkiye'nin, 27 Mayıs'a yaklaştığı günlerde İnönü de üslubunu sertleştirdi. DP'li Namık Gedik'i, ‘‘kütük bakanı’’ olarak adlandırdı.
DP iktidarının tehlikeli gidişini görmüştü. Birçok kez uyarmaya kalktı, başaramayınca son sözünü söyledi:
- Sizi ben bile kurtaramam...
1960 sonrası, siyasette yeni bir sayfa açıldı. Sahnenin yıldızı yine yaşlı kurt İsmet İnönü'ydü. ABD Başkanı Johnson'un ünlü mektubuna unutulmaz bir yanıt verdi:
- Yeni şartlarla yeni bir dünya kurulur. Türkiye de bu dünyada kendisine yeni bir yer bulur.
Erbakan’ın kadayıfı
Ecevit sayesinde koalisyonlara alışan Erbakan, yeni ortaklıklara yöneldi. Demirel'in başında bulunduğu ‘‘Milliyetçi Cephe’’ koalisyonunun en ciddi sorunu da Erbakan'dı. Oyunbozanlık ediyordu:
- Kadayıfın altının kızarıp kızarmadığına bakacağız.
Kadayıfın altının kızarması hükümeti düşürme zamanının geldiğini gösterecekti! Ne kadayıfın altı kızardı, ne de Erbakan hükümeti düşürmeye cesaret edebildi! Erbakan'ın adı, ‘‘Kadayıfçı’’ ya çıktı, hükümeti deviren ise Demirel oldu.
12 Eylül’de düdük çaldı, askerler üçüncü kez devreye girdi. Demirel'in ‘binaenaleyh'lerinin yerini Kenan Evren'in ‘netekim'leri aldı:
- 61 Anayasası bize bol geldi. 12 Eylül'e bu bolluk içinde oynaya oynaya geldik.
Hemen elbise daraltıldı ve siyasetçilere yasak getirildi. Evren, meydanların tek sahibi oldu, istediğini istediği biçimde suçlama özgürlüğünü eline geçirmişti!
Siyasetçilere demediğini bırakmayan Evren, sağın manevi lideri Celal Bayar'ı Cumhurbaşkanlığı köşküne davet etti. Darbe mağduru Bayar, köşesine çekilmiş, gelen siyasetçilere el öptürüyordu. Arada bir demeç veriyordu:
- Bu kış komünizm gelecek.
Evren'in hoşnutsuzluk fısıldaşmalarına bile tahammülü yoktu. Orada burada bir iki kişinin aleyhinde konuştuğunu duyunca hemen meydanlara çıkıp yanıt verirdi. Onlarca gencin idamı eleştirilince de aynı tavrı sergiledi:
- Asmayalım da besleyelim mi?
Askeri yönetimin kurdurduğu MDP'nin Genel Başkanı Turgut Sunalp de Evren'den geri kalmadı. Sunalp, gözaltına alınanlara işkence yapıldığı ve copla tecavüz edildiği haberlerine sinirlendi:
- Niye cop kullansınlar, taş gibi delikanlılarımız var!
12 Eylül döneminin sözel tarihine son nokta, ANAP lideri Turgut Özal ve HP lideri Necdet Calp arasındaki televizyon tartışmasında kondu. Calp, elini masaya vurup, Boğaz köprüsünü satmak isteyen Özal'a, bağırdı:
- Sattırmam...
1983 seçimlerine damga vuran bu söz Calp'in partisini ikinci parti yaptı. Artık siyasete damgasını basan Özal'ın sözleriydi:
- Anayasayı bir yere delsek ne olur?
Abant'ta, yerel seçimlerin beş yılda bir yapılmasına ilişkin Anayasa hükmünü soran gazetecilere aynen böyle söyledi. Ardından ‘‘İcraatın İçinden’’ programlarından birinde, unutulmaz ‘parçası'nı seslendirdi:
- Benim memurum işini bilir...
Demirel, yasaklı siyasetçiydi. ‘Bir Bilen' olarak DYP'yi dışardan yönetiyordu. Genel Başkan Hüsamettin Cindoruk, bundan rahatsız değildi:
- Bu bir emanettir, emaneti sadece sahibine teslim ederim.
‘Emanetçi'nin sadakatinden kuşku duymayan Demirel, bir yandan da ‘‘Konuşan Türkiye’’nin bayraktarlığını yapıyordu:
- Kendim için birşey istiyorsam namerdim.
Birşey istemeyen Demirel, Başbakan oldu. Ortağı ise Özal iktidarını ‘limon'a benzeten Erdal İnönü'ydü:
- Bugünkü iktidarın daha beş yıl sizi limon gibi sıkmasına razı mısınız?
Özal, oy kaybetmesine karşın TBMM'deki ANAP'lıların desteğiyle Cumhurbaşkanlığına çıkınca ‘‘Alışamadık’’ itirazları yükseldi. Özal, hiç umursamadı; ‘‘Alışırsınız, alışırsınız...’’
YAKIN ZAMAN İNCİLERİ
Özal'ın beklenmedik ölümü Demirel'i Köşke taşıdı ve bu tartışma hemen unutuluverdi. Demirel'in yerini dolduran yeni DYP lideri Tansu Çiller, siyasi tarihe unutulmaz bir katkıda bulundu:
- Ya olacak ya olacak!
Sinir dozu yüksek tepkilerin başka bir örneğini, MHP lideri Alparslan Türkeş verdi. Türkiye'de mozayik kültürden sözedilmesine kızmıştı:
- Ne mozayiği ulan!
Susurluk sürecinden de geriye iki söz kaldı. Birincisi, ‘‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’’ sloganı, ikincisi ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın ‘‘Bu işi çözemezsem Başbakanlık bana haram olsun’’ vaadi...
Yılmaz'ın vaadi gerçekleşememekle kalmadı; bir süre sonra iktidara gelen DSP-MHP-ANAP koalisyonu Susurluk çetelerini de kapsayan af yasası çıkarmaya kalktı. Ecevit, aslında Başbakandı ama dışardan biri gibi davrandı:
- İçime sindiremiyorum..
Demirel ve ecevit
1960 sonrası oyları siyasetin genç bir ismi topluyordu; Süleyman Demirel. O günlerde ‘Çoban Sülü' olarak anılan Demirel, kısa sürede ‘laf cambazı' oldu. Halk ağzıyla konuşması, sık sık benzetmeler yapıp, fıkralar anlatması halkın ilgisini çekiyordu.
Demirel hükümetinin, İnönü'yü en çok kızdıran bakanı Faruk Sükan'dı. İçişleri Bakanı Sükan'dan emir alan polislerin, bir gece TBMM'yi basarak. CHP grubunda arama yapmasına, İnönü sert tepki verdi:
- Eşkiyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz.
Sükan, bu sözü üzerine bile almadı; ‘‘Solcuların nefes alış verişlerini bile biliyorum’’ diyerek övünmeyi sürdürdü. Adının ‘‘Zehir Hafiye’’ye çıkmasından da şikayeti yoktu.
Dün Dündür
1960'ların sonu ve 1970'ler, Demirel'in parladığı dönemdi. Her konuşmasında yeni bir özdeyiş üretiyordu:
- Şapkamı alır giderim.
- Türkiye'de üs yok, ortak tesisler var.
- 70 cente muhtacız.
- Tespih çeken elle tetik çeken el bir olmaz.
- Bulun 226'yı düşürün hükümeti.
- Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz.
- Yollar yürümekle aşınmaz.
Yine de bu ‘hit'lerin hiçbiri, ‘‘Dün dündür bugün de bugün’’ özdeyişi kadar büyük iz bırakmadı. ‘‘Dün dündür’’ neredeyse Demirel'in adıyla özdeşleşti. Kendi sözünün siyasette edindiği konumdan rahatsız olan Demirel, birgün işadamlarına hitabederken güvence vermek zorunda kaldı:
- Gelecekte burada söylediklerim için dün dündür demeyeceğim...
Enkaz Devraldık
Bu dönemde Demirel'in rakibi, İnönü'yü devirip CHP Genel Başkanlığı'nı kazanan Bülent Ecevit'ti. ‘‘Karaoğlan’’ rüzgarının Başbakanlık koltuğuna sürüklediği Ecevit'in hükümeti devraldıktan sonra ilk değerlendirmesi yeni bir tartışma başlattı: ‘‘Enkaz devraldık.’’
Ecevit, MSP ile kurduğu yeni hükümetin ‘‘enkazı’’ ortadan kaldıracağına inanıyordu. Hükümet programını savunurken, kürsüye çıktı:
- Öyle sağlam ve güçlüyüz ki, mecliste muhalefeti bile biz yapacağız.
Belki, koalisyon ortağı Necmettin Erbakan'ı tanısaydı böyle konuşmayacaktı. Erbakan'ı tanıması fazla zamanını almadı, koalisyon yıkıldı. Geriye, Kıbrıs fatihliği ve Turan Güneş'e atfedilen ‘‘Ayşe tatile çıkabilir’’ sözü kaldı.
Bu Özdeyişler Kimin?
Şapkamı alır giderim.
Türkiye'de üs yok, ortak tesisler var.
70 cente muhtacız.
Tespih çeken elle tetik çeken el bir olmaz.
Bulun 226'yı düşürün hükümeti.
Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz.
Yollar yürümekle aşınmaz.