Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Ok: Türkiye'de en önemli kirlilik, dini ve onun kutsal değerlerini kullanma üzerinde yoğunlaşmıştır.“Siyasal İslam hedefinde kararlı köktendinci akımların tempolarını yükselttikleri, etkinlik alanlarını genişlettiklerini fark etmemenin imkansız” olduğunu ifade eden Ok, “Çağdaşlığın karşıtı irticadır. Kısa bir süre önce Çankaya sırtlarında görülen tablo budur ve çok vahimdir” dedi. Toplumsal Saydamlık Hareketi Derneği'nin 2004 yılı “Dürüstlük ve Yolsuzlukla Mücadele Ödülleri”, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı binasında düzenlenen törenle verildi. Başsavcı Nuri Ok'a “Dürüstlük ve Yolsuzlukla Mücadele Ödülü”nü Dernek Başkanı Erciş Kurtuluş verdi. Başsavcı Ok, ödülü aldıktan sonra yaptığı konuşmada, ödülü şahsında hakim ahlakı ile zenginleştirilmiş karakter etiğine sahip tüm hakim ve Cumhuriyet savcılarına verilmiş olarak algıladığını ve onlar adına kabul ettiğini belirterek, şahsı ve tüm yargı adına teşekkür etti. Sivil toplum örgütlerinin önemine işaret eden Ok, etkin bir sivil toplum örgütlenmesinden mahrum toplumlarda demokrasinin tam olarak işlerliğinin sağlanmasının mümkün olmadığını kaydetti. Ok, Türkiye'nin, rejimin güvenceleri olarak bilinen ve o misyon verilen, yargı bağımsız, muhalefet güçlü ve basın özgür olsa da bu güçleri takviye eden ve olası zaaf alanlarını dolduran, halkı, siyaseti ve yönetimleri harekete geçirip yönlendiren sivil toplum örgütlerinin daha da gelişip yaygınlaşmasına ihtiyacı bulunduğunu vurguladı. Ok, bu bağlamda artık yasal engeli aşılan hakim ve Cumhuriyet savcılarının; çıkarlarını savunmak, meslek eğitimlerini geliştirmek ve bağımsızlıklarını korumak amaçlarıyla dernek kurmada çok geç kaldıklarını ifade etti. Devlette ve toplumda kirlenmeye yol açan iki temel etmen olduğunu vurgulayan Ok, bunlardan birincisinin; özgür tartışma, özgür araştırma, bilgilenme ve bilgilendirme ortamının sınırlandırılması olduğunu ifade etti. Ok, çağdaş insanın, kalıp fikir ve ideolojik yaklaşım kolaylığından sıyrılıp, okuyan, düşünen, araştıran, yazan, sorgulayan, çözüm üreten yaratıcı insan olduğuna işaret etti. Ok, “Bu insan tipi, kutsal inanç ve değerler dahil hiçbir araştırma, tartışma ve sorgulama dışı alan kabul etmemektedir” dedi. İkincisinin ise; daha Osmanlı zamanında görüldüğünü belirten Ok, III. Selim'in “Devletin içine düştüğü durumun sebebi kanunların uygulanmayışıdır” tespiti ile Vakanüvis Abdurrahman Efendi'nin ”Devletin kanunları vardı, ama kimse uymuyordu. Kendi yaptıkları kanuna yöneticilerimiz kendileri uymuyordu. Halbuki Avrupa'da tüm hakimiyet kanundadır. Hükümdardan nefere kadar herkes kanuna uyar, uymayanları zorla uydururlar” gözlemini anımsattı. Ok, “Bu, o tarihte hukuk devleti ilkesinin özünü teşkil eden hukukun üstünlüğünün gerekliliğine işarettir” dedi. Nuri Ok, şöyle devam etti: “Bu iki ana, ama kirli anlayışın yansımalarının birey, toplum ve Devlet olarak sıkıntılarını çekmekteyiz. Hukukun referans alınmadığı ve gösterilmediği toplum, kirliliklerle dolu toplumdur. Demokratik toplumu içten içe kemiren, kokuşturan, çürüten, siyasetçi ve rejime güveni aşındıran, yoksulluğa ve yoksunluğa yol açan en önemli kirlilik organize yolsuzluklardır. Yolsuzlukla mücadele irade ve kararlılığının gerektirdiği önlemlerin tam olarak alındığı söylenemez. Bu alanda gerek Devlet olarak, gerek sivil inisiyatif olarak daha çok, ama çok şey yapılması gerektiği ortak kanısı aynen yerinde durmaktadır. Daha hiç girilmeyen, dokunulmayan alanlar olduğunu herkes kadar siyasetçi de bilmektedir. Demokratik sistem saydamlığı gerçekleştirdiği oranda demokratik toplum oluşur. Rant yaratmak ve dağıtmak peşinde olan siyasetin, demokrasiyi kirleteceği bilinmelidir.” SAYDAMLIK Temiz toplum için ilk ve temel şartının saydam yönetim ve temiz siyaset olduğunun bilindiğini kaydeden Ok, siyasetin temiz yapılmadığı bir ülkede toplumun temiz kalmasının mümkün olmadığını söyledi. Nuri Ok, şöyle konuştu: “Temiz siyasetin önünü açacak tedbirlerden ilki saydamlık, diğeri ise parti yönetimine demokratik ilkelerin hakim olmasıdır. Demokratikleşmede alınan mesafenin yolsuzlukları azalttığı görülmüştür. Nedeni; devlet yönetimindeki saydamlığın, siyasal kirlilikleri hemen ortaya çıkarmakta olmasındandır. Parti, partili ve yandaş çıkarlarını, devletin ve halkın çıkarlarından üstün tutma eğilimi ki, bu partizanlığın da ötesinde yağma kültürü, kirliliği başlatan en önemli olumsuzluk olarak görülmelidir. Siyasetçi, devletin, dolayısıyla halkın zararına olan yersiz ve haksız her türlü imtiyaz ve rant taleplerine karşı devlet adamlığı sorumluluğu içinde cesaretle hukuku, etiği ve halkın ortak çıkarlarını öne çıkarmalıdır.” “EN ÖNEMLİ KİRLİLİK” Bugün Türkiye'de “en önemli kirliliğin dini ve onun kutsal değerlerini kullanma üzerinde yoğunlaştığının açıkça görüldüğünü” belirten Ok, şunları kaydetti: “Siyasette kullanılmaktadır; ticarette kullanılmaktadır. Her alanda kullanılmak istenmektedir. Daha kötüsü din de, devleti kullanmak istemekte, bu yönde faaliyet ve etkinliğini yoğunlaştırmaktadır. Elbette çok ciddi bir durumdur bu. Siyasal İslam hedefinde kararlı köktendinci akımların tempolarını yükselttikleri, etkinlik alanlarını genişlettiklerini fark etmemek imkansızdır. Bunun için sadece çevremize bakmak, olanları izlemek yeterli olur sanırım. Her şeyin din açısından da değerlendirilmesinin yapıldığı, sosyal olgu ve sorunların dini gerekçelerle izahı ve çözüm önerileri sunulması eğiliminin oldukça arttığı bir ortamda temelleri sağlam atılsa da laik-demokratik cumhuriyetin tehlike ile karşılaşmayacağı sanılmamalıdır. Hele taassup, bağnazlık, batıl inanç, cehalet, hurafe, beyin yıkama önlenemiyorsa, tersine gizli ve açık destek ve hoşgörü ile karşılanıyorsa çağdaşlık hedefinde engeller ortaya çıkmış demektir.” “ÇANKAYA SIRTLARINDA GÖRÜLEN TABLO” Cumhuriyetin, Türk insanı ve ulusunun hiçbir zaman ve koşulda vazgeçmeyeceği iki devrim ilkesi bulunduğunu, bunların “çağdaşlık ve laiklik” olduğunu belirten Ok, şunları kaydetti: “Çağdaşlığın karşıtı irticadır. Kısa bir süre önce Çankaya sırtlarında görülen tablo budur ve çok vahimdir. Hepimizi ürperten, endişeye sevkeden bu noktaya gelinmesinde belli odakların Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve devrimlerine, Atatürkçü düşünceye ve demokratik sisteme karşı mevzi kazanma stratejisi saklanıp, olaya sadece özgürlükler açısından yaklaşılmasının etkisi olduğu da inkar edilemez. Saygın bir köşe yazarının işaret ettiği gibi 'Pakistan'ın nasıl bugüne geldiği hepimiz için öğretici olmalı'dır. Ne dine, ne dinlere, ne de laikliğe karşı olalım. Ne dini kullanalım, ne de dinin devleti kullanmasına izin verelim.” “MEŞRUİYET KAYNAĞI, ANAYASA” Nuri Ok, demokratik ve siyasi olgunluğun yanında, politik gücün ve idarenin hukukun üstünlüğünü içselleştirmelerinin siyasal, toplumsal ve kurumsal gerginliklerin kısa zamanda aşılmasını sağlayacağını kaydetti. Demokratik sistemin geleceği ve işlerliğinin sağlanması ve bir kazaya uğramaması için erklerin, yani yasama, yürütme ve yargının görev alanlarının ve yetkilerinin dengeleyici kesin sınırlarının çizildiğini kaydeden Ok, Anayasanın, “hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkılamayacağı”, ”kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyeceği”, “üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu” yönündeki aynı zamanda evrensel kurallar ile demokratik ilke, gelenekler ve kültürün özümsendiği bir sosyal ve siyasal ortamda totaliter eğilim ve arayışa yer olmadığı gibi, engel güçlerin çok olduğunun da bilinmesi gerektiğini ifade etti. Tüm devlet organ ve kurumlarının meşruiyet kaynağının halkın oyu ile kabul edilen Anayasa olduğunu belirten Ok, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasadan almayan devlet yetkisini kullanamayacağını belirtti. "HİÇBİR ERK TEK BAŞINA HERŞEY DEĞİL"Nuri Ok, şöyle konuştu: “Milli iradeyi temsil ettiğinden bahisle siyasi parti ve partilerin, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan bağımsız mahkemelere hükmetme düşünce, eğilim ve beyanları ve bunların ortaya koyduğu anlayışın çağdaş demokraside izahı mümkün değildir. Anayasamız, demokratik sistem, devletin temel organları despotizmi reddeder; ulusumuz da dün olduğu gibi, bugün de yarın da kesinlikle karşı çıkacaktır. Demokratik sistemde hiçbir erk, organ ve güç, tek başına her şey değildir. Aksine düşünce ve bunu çağrıştıracak söylemler totaliter eğilimi gösterir ki, insanlık düşüncesinde hiçbir zaman var olmaması gereken kirliliktir. Yine benzer bir kirlilik de demokrasinin özgürlükler ortamından yararlanılıp, demokrasiyi yok etmek niyet ve girişimlerinde görülmektedir. Demokrasinin kendisini savunması ve bunun için koruyucu ve kollayıcı sistemi oluşturması ve etkili olarak işletmesi kesin zorunluluktur. Sistemde ve işletilmesindeki aksaklık ve zaafların demokrasiyi zayıflatacağı, giderek totalitarizme yol açacağı hiç unutulmamalıdır. Bu bağlamda küresel ve yerel şiddeti de besleyen her türlü ideolojik saplantı, etnik ayrımcılık ve köktendinci zehirlemelere karşı, genç ve körpe beyinlerin koruma görmesi zorunluluğuna da işaret etmek istiyorum. Bu alandaki ihmal ve zaafın geçmişte çok ciddi gerginlik, vahim olay ve çatışmalara neden olduğu görülmüştür. Kirlilik bir yana, kin, nefret ve şiddet tohumlarının bu yolla atıldığı hiç hatırdan çıkarılmamalıdır. Yasal yaptırım ve idari önlemlerin etkin olacak bir şekilde yeniden ele alınmasında geç kalınmamalıdır. Bugün ülkemizde etnik ayrımcılığı ve şiddeti, katliamlarla gündemde tutmak ve sürdürmek isteyen, organize silahlı teröristlere ve bu canilere içerden ve dışardan destek olanlara ve himaye edenlere, terörden yarar umut eden ve rant sağlayanlara, en vahim ve affedilmez insanlık suçu işlemekte olduklarını yeniden hatırlatmak istiyoruz.” “EN VAHŞİ KİRLİLİK, TERÖR” İnsanlık artık çatışma, ayrımcılık, sömürülme, israf ve terör istemediğini belirten Ok, sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsanlık barış ve huzur istiyor, hak ve özgürlüklerini kullanma ortamının politik, ekonomik, sosyal ve kültürel asgari koşullarının yaratılması ve yaşatılmasını istiyor. Çıkarların dengelendiği ve törpülendiği adil ve kalıcı bir dünya düzeni istiyor. Ama her şeyden önce terörün son bulmasını istiyor. Bu vahşete destek olunmamasını, kayıtsız kalınmamasını, küresel, bölgesel ve yerel terörizme karşı aynı tutum ve yaklaşımın takınılmasını, çifte standart uygulanmamasını istiyor. Terörizme karşı ortak işbirliği, tedbir ve gerektiğinde dayanışmalı ortak harekat ve mücadele kararlığının yanı sıra teröre zemin hazırlayan küresel ortamı ve nedenlerinin ortadan kaldırılmasını bekliyor. Ama hiçbir gerekçe terörizmi haklı göstermemelidir. En koyu, en vahşi kirliliğin terör olduğu hiç unutulmamalıdır.” "HUKUK, HAKSIZ ÇIKARLARIN BEKÇİLİĞİNİ YAPAMAZ"Hukukun, adaletsiz düzenin devamı amacını güdemeyeceğini, bu amaç doğrultusunda şekillenen hukukun ise, içinde adalet taşımadığından kalıcı olamayacağını, saygı ve itaat görmesinin mümkün olmayacağını vurgulayan Ok, “Dahası tepki görür, dirençle karşılaşır. Hukuk, haksız çıkarların bekçiliğini de yapamaz; haksız statülere de temel olamaz. Adaletin yanı sıra eşitliği de içeren hukuk, eşit uygulamayı gerektirir” dedi. Eşitliğin, hukuk dahil her kuralın ayrımsız ve ayrıcalıksız herkese uygulanması olduğuna işaret eden Ok, şöyle konuştu: “Liyakat, ehliyet ve kariyerin geçerli olduğu sistemde başarısızlık olamaz. O halde öncelikle bu nitelikler aranmalıdır. Bulunamadığı takdirde sabırla kazandırılmalıdır. Çok özel ve özgün konumda olan hakim, bu niteliklerin yanında hukukun gücü ve otoritesi dışında siyaset dahil her türlü güce karşı ödünsüz ve dirençli, hukuka, vicdani kanıya uygun adil karar oluşturacak tarafsızlık ve sağlam karaktere sahip olmalıdır. Hakimin tarafsızlığının zorunlu koşulu bağımsızlığının sağlanmasıdır. Hakim hiçbir zaman bürokrat olarak görülmemeli ve o konuma da getirilmemelidir. Yargı bürokratı deyiminin fevkalade yanlış bir deyim olduğu, hukukun üstünlüğü kavramı ve bilinci ile çatıştığı görülmelidir. Bürokrasi hiyerarşi gerektirir. Hakim ise yargı erkinin kendisidir. Yargının bağımsızlığını, dolayısıyla hakimin tarafsızlığını tehdit eden en önemli tehlike, yargının siyasallaştırılması girişimleridir. Daha açıkçası yargı üzerinde yürütme organına yetki verilmesi, etkinlik alanı açılmasıdır. Adalete güveni kıran en önemli olumsuzluk yargının siyasallaştığı düşüncesinin yer etmesidir. Anayasamızda yargı bağımsızlığı ilkesinin çeşitli teminatlarına yer verilmiştir. Ancak, bu ilkeyi zedeleyen politik güce yargı üzerinde rol ve etkinlik sağlayan düzenlemelerin varlığı da inkar edilemez.” “DUYMAYAN KALMADI” Anayasa'nın 140, 144 ve 159'ncu maddelerinde yer alan yargı bağımsızlığını örseleyen, politik güce yargı üzerinde etkinlik sağlayan düzenlemelerin kaldırılmasına yönelik bıkmadan ve usanmadan yapılan çok açık ve net istekleri duymayan kalmadığını ifade eden Ok, ”Fakat yasama erkine hakim yürütme erkinin duyarsızlığı aşılamamıştır. Her dönemde politik gücü elinde bulunduranların yargıya vesayet, dolayısıyla etkileme pozisyonunu kaybetmeyi istememeleri duyarsızlığın çok açık nedenini oluşturmuştur. Bu hukukun üstünlüğü bilincinin yeterli oranda gelişmediğinin önemli bir göstergesidir de” diye konuştu. Ok, yargı bağımsızlığını güçlendirip tamamlayacak anayasal ve yasal değişikliklerin gerçekleştirilmesi için her türlü girişimin yapılmakta, gündemden düşmemesi için her yolun denenmekte olduğu bir sırada yargıda kadrolaşmaya imkan ve fırsat veren, başkaca bir amaca hizmet etmesi mümkün olmayan yasal düzenleme yapılarak daha başlangıçta, yani avukatlık mesleğinden hakim adaylığına kabul aşamasında yargıya siyasi müdahalenin yolunun açıldığını savundu. Bugüne kadar uygulanan hakim adaylığına kabul sisteminin, yani adayların Adalet Bakanlığı personeli tarafından mülakata tabi tutularak seçilmesi yönteminin yargı bağımsızlığı üzerinde potansiyel bir nüfuz oluşturacağı dikkate alınarak hep eleştirildiğini anımsatan Ok, Anayasa Mahkemesi'nin bir kararında hakimlik ve savcılık mesleğine girmek isteyenlerin yeterlik sınavlarının yürütmenin etkili olamayacağı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nca (HSYK) belirlenecek bir sınav kurulu tarafından objektif ölçme ve değerlendirme esaslarına göre yapılması gerektiğine işaret ettiğini belirtti. AVUKAT ALIMINA ELEŞTİRİ Ok, şunları kaydetti: “Mevcut hakim adaylığı mülakat sisteminin yargı bağımsızlığı ilkesini ihlal ettiği iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesi'ne dava açıldığı da bilinmektedir. Tüm bu eleştiri ve gelişmelere rağmen tamamen tersi tutum takınılarak HSYK'na avukatlık mesleğinden hakimliğe alınma ve atama münhasır yetkisini veren Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 39'uncu maddesinin 2'nci fıkrası kaldırılmış, aynı Kanunun 8'inci maddesine bir bend eklenerek avukatlık mesleğinden hakim adaylığına geçişte merkezi sınav sistemini de dışlayan özel bir düzenleme yapılarak yetki Adalet Bakanlığı'na aktarılmıştır. Bu düzenleme hem yargı bağımsızlığına, hem de eşitlik ilkesine aykırıdır. Siyasetin yargıya müdahalesi hiçbir zaman kabul edilemez. Siyasal etkiye açık bir yargı; tarafsızlığını, saygınlığını, güvenilirliğini hatta özgüvenini yitirir; demokratik, laik rejimi, temel hak ve özgürlükleri ve diğer öz görevlerini koruma gücü ve kapasitesini kaybeder. Yargı üzerine düşecek siyasetin veya bir başka gücün gölgesi, mutlaka adalette kirli alan oluşturacaktır. Biz yargı mensuplarına, hatta tüm kurum ve yurttaşlara düşen görev, bu kirli bölgenin yok edilmesi mücadelesini sonuç alıncaya kadar sürdürmek, siyasal erklere düşen görev de hukuk devleti ilkesi ve hukukun üstünlüğüne inançla sahip çıkmaları ve yargıda siyasallaşma tehlikesi yaratacak girişimlerden kaçınmaları ve vazgeçmeleridir. Maddenin yeniden görüşülmesi sürecinde kamuoyunca da tamamen paylaşılan düşüncelerimizin dikkate alınarak, hakim adaylığına ve mesleğe kabulün HSYK'na tevdi edileceğini bekliyor ve umuyoruz.” KURTULUŞ'UN KONUŞMASI Toplumsal Saydamlık Hareketi Derneği Başkanı Erciş Kurtuluş da, son yıllarda “yargının saygınlığını zedeleyecek” girişimler yapıldığını, ancak yargının bu kişileri meslekten uzaklaştırdığını söyledi. Yargıçların temiz topluma ulaşmada büyük bir görev üstlendiklerini ifade eden Erciş, Siyasi Ahlak Yasası'nın çıkarılması, milletvekili dokunulmazlıklarının kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılması gerektiğini kaydetti. Erciş, “TBMM, yolsuzluk sanıklarının sığınağı olmaktan çıkarılmalıdır” dedi. Kurtuluş, Başsavcı Ok'a ödülünü verirken yaptığı konuşmada da Türkiye'de cesur insanların sayısının az olmadığını, ancak cesaretlerinin eksik olduğunu söyledi. Erciş Kurtuluş, Ankara Cumhuriyet Savcısı Ömer Süha Aldan'a ve ”bir maçta şike yapması için kendisine para teklif edildiğini” bildiren Akçaabat Sebatspor'un eski kalecisi Sefer Hakan Olgun'a derneğin teşekkür ödülünü verdi. Erciş, Olgun'a ödülünü spor camiasından bir yetkilinin vermesini istediklerini belirterek, “Bir cesur kişi çıkmadı. Toplantıya kimse gelmedi” dedi. BAŞOĞLU'NUN SÖZLERİ Ödül töreninde, ayrıca Yargıtay Cumhuriyet Savcısı iken Yargıtay üyeliğine seçilen Salih Zeki İskender'e de plaketi verildi. Plaketi veren Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Ünal Başoğlu, yaptığı konuşmada, “Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinin en kritik günlerini yaşadığını” söyledi. Başoğlu, şöyle konuştu: “Türkiye Cumhuriyeti savcılarına çok büyük görevler düşmektedir. Hiçbir ülkenin savcılarının isminin önünde Cumhuriyet sözcüğü yoktur. Ulu Önder
Atatürk, Cumhuriyet ile savcıları birleştirmiştir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin savcılarına uyanık, dimdik ayakta durarak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden önce Atatürk'ün büyük emanetini her türlü fedakarlığa hazır olarak, görevlerini yerine getirmelerini tavsiye ediyorum.” Törene, Yargıtay Birinci Başkanvekili Osman Şirin, Yargıtay'dan bazı dairelerin başkanları, Yargıtay üyeleri ve Yargıtay Cumhuriyet savcıları ile diğer davetliler katıldı. Törenin ardından davetlilere ikramda bulunuldu. Gazetecilerle sohbet eden Ok, emekliye ayrıldıktan sonra bütün konuşma ve açıklamalarını “Son Kesit” adıyla bir kitapta toplayacağını kaydetti. Ünal Başoğlu'na, konuşması anımsatılıp “Savcılar görevini yapmıyor mu?” diye soruldu. Başoğlu, “Hayır görevlerini yapıyorlar. Cesaretleri eksik, ben cesaretlendirmek için söyledim” dedi.
button