Güncelleme Tarihi:
Obreht, doğup büyüdüğü Belgrad’dan 7 yaşındayken savaş sebebiyle, annesi, büyükannesi ve büyükbabasıyla birlikte ayrılmak zorunda kalmış, yazar olmaya 8 yaşındayken bir keçi hakkında bir öykü yazdıktan sonra karar vermiş ve o günden beri yazmayı hiç bırakmamış. Kaplanın Karısı, bugünden yola çıkıyor ve bir aşı kampanyası için savaşın ardından değişen sınırların ardındaki bir Balkan köyüne giden genç doktor Natalia’nın hikâyesini anlatıyor. Büyükbabasının bilinmedik bir köyde gizemli bir şekilde öldüğü haberini almasıyla yüzünü geçmişe dönüyor. Tea Obreht mitoloji, efsane ve hikâyenin birbirine karıştığı, gerçekle gerçeküstünün ayrıldığı ince çizgide seyreden romanını ve hayatını anlatıyor.
- Kaplanın Karısı’nın hikayesi nedir?
- 2007 ilkbaharında, National Geographic’te izlediğim Sibirya Kaplanları konulu belgesel sonrasında ‘Kaplanın Karısı’nı bir kısa öykü olarak yazdım. Aslında ismi, belgeselde izleyip etkilendiğim, sesiyle kaplanları kontrol edebilen yaşlı bir Rus kadını temel alıyor. Ama öyküyü yazarken genç ve sağır dilsiz bir kıza dönüştü. Ve anladım ki, yazmak istediklerim düşünülünce fazla kısaydı. O aralar büyükbabamı kaybetmenin acısıyla baş etmek için de bir şeyler yazıyordum ve ölemeyen bir adam hakkında bir romana başlamıştım. Sonucun neye benzeyeceğini görmek için bu üç tasarımı bir araya getirdim ve aslında aynı hikâyeyi anlattığımı gördüm.
- Ölmez adam fikri nereden çıktı?
- Dünyanın pek çok yerinde, özellikle Alman ve Rus halk masallarında görülen bir arketip ölmez adam; ölümü kandırmaya veya oyuna getirmeye çalışan, sonra da cezalandırılan bir maskara. Ölümsüzlüğün bir ceza olması fikri beni çok etkilemişti; büyük oranda, hayatımın o döneminde bunu gerçek bir armağandan başka bir şey olarak algılayamadığım için. İlk başta onu kötü bir karakter olarak tasarlamıştım ölüm habercisi olduğunu düşünürsek kim onun hakkında bir şey duymak isterdi ki?
- Öyküler, yazılar arasında nasıl bir çocukluk yaşadınız?
- Belgrad’dan savaş nedeniyle, ailemle birlikte 7 yaşındayken ayrıldım. Annem, büyükannem ve büyükbabamla birlikte yaşıyordum. Büyükbabam uçak mühendisiydi. İşi nedeniyle bir yerden diğerine taşınıp durduk, bu nedenle çocukluğum hep hareket halinde geçti. Kıbrıs ve Mısır’da büyüdüm; dönüp bakınca çok güzel hatırladığım harika yerlerdi. 11 yıl sonra 2003’te Belgrad’a yeniden gittiğimde bir yenilik olduğunu hissettim, bu nedenle yaşadığım deneyim tanıdık gelen bir şekilde heyecan vericiydi. Ardından annemle birlikte, ailemizden birçok kişinin yaşadığı Atlanta’daki bir banliyöye, sonra da California’da Palo Alto’ya taşındık.
HEPÄ°MÄ°ZÄ°N KENDÄ° MÄ°TOLOJÄ°SÄ° VAR
- Mitoloji ve gerçeklik arasındaki çizgide sizin ilginiz çeken nedir?
- Mitoloji gerçekliği anlamak ve baş etmek için mükemmel bir mekanizma çoğu zaman; insanlar büyük acıların üstesinden gelmek için öyküler yaratıp onları süsleme ihtiyacı duyuyorlar. Her gün anlattığımız öyküler kendi hayatlarımızda kişisel mitler haline geliyor; insanların bunları kabul edip etmedikleri ise Kaplanın Karısı’nda da karşımıza çıkan bir tema. Mit ve gerçeklik arasındaki bağlar hikâye anlatıcıları açısından büyük önem taşır.
- Orman Çocuğu ile nasıl bir bağınız var?
- Çocukken Orman ÇocuÄŸu’nu okumuÅŸtum. Edebi geliÅŸimimde büyük bir önemi vardır, ama çalışmanızın kendisine ait bir aklı ve yaÅŸamı olması tuhaf bir ÅŸey, çünkü esasında Orman ÇocuÄŸu benim için, Natalia’nın büyükbabası ve sonra kendisi için taşıdığı o kutsal kitap önemini taşımıyordu. Oysa Kaplanın Karısı ile kesiÅŸtiÄŸi noktalar kendiliÄŸinden geliÅŸti: Kitap, büyükbabanın bir kaplanın ne olduÄŸunu anlaması açısından gerekliydi ancak hikâye geliÅŸtikçe çok daha derin anlamlar kazandı; büyükbaba için, çocukluÄŸu için, Natalia ile aralarındaki iliÅŸki ve kurdukları son baÄŸlantı için bir temel oldu adeta. Kaplanın Karısı’nı yazmanın beni bir yönüyle, Orman ÇocuÄŸu konusunda daha da hassas yaptığını söyleyebilirim.Â
GEÇMİŞLE BAĞLANTI KURMAK ÇOK ÖNEMLİ
- Sırbistan ya da Hırvatistan’a tekrar gittiniz mi?
- Romanı yazmaya başlamadan önce, 2003’ten sonra her yıl Belgrad’a gittim, çünkü büyükannem ve büyükbabam hâlâ orada yaşıyordu. Çünkü geçmişle bu şekilde yeniden bağlantı kurmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çocukluk arkadaşım da orada doktorluk yapıyor. 2009 yazında, kitabın yazımı tamamlanmışken, Harper’s dergisine yazdığım ‘Vampirlerin Şafağı’ adlı makale için araştırma yapmaya gittiğimde vatanımla yeniden bir bağ kurduğumu hissettim. Bu dönemde tıpkı Natalia’nın Kaplanın Karısı’nda yaşamış olabileceği deneyime benzer şeyler yaşadım.
- Balkanlar’da süregiden çatışmalar konusunda ne hissediyorsunuz?
- Ülkeyi terk ettiğimizde ben yedi yaşımdaydım; muhtemelen ne olup bittiğini anlayamayacak kadar küçüktüm. Sonrasında, yıllar geçtikçe kendi kişisel geçmişimi de biçimlendiren bu savaşı biraz daha iyi anladım. Kaplanın Karısı’nda bilinçli olarak yer ve tarihi kişiliklerin adlarına yer vermek istemedim çünkü ben Yugoslavya’nın dağılması ile, tarihi bir envanter çıkarmaktan ziyade insanların öyküleri boyutunda ilgileniyorum.