Güncelleme Tarihi:
Türkiye’de bugün yine çok ciddi bir Atatürkçülük tartışması yaşanıyor. Biz neden sürekli Atatürk’ü tartışıyoruz?
Çok uzun yıllardan beri Türkiye’ye gelip konferanslar veriyorum. Beni dinleyecek olanların sayısı yüksekse ve çoğunu tanımıyorsam, davet eden kişiler bu dinleyiciler hakkında bana bilgi verir. Son yıllarda dinleyiciler bana takdim edilirken şu gibi şeyler duyuyorum: “Karşıda oturan Atatürkçüdür. Soldan üçüncü sırada oturan adam var ya, o da İslamcıdır. Sağ tarafta birkaç Alevi var. Kürt dinleyiciler arkada oturuyorlar. Bir de Hemşinli geldi… “
Anlattığınız bu tablo neyi gösteriyor?
Türkiye’de bir kimlik karmaşası gelişmiş. Bunları duymak içimde üzüntü yaratıyor. Uzaktan, Amerika’dan, Türkiye’de gelişen ‘Atatürkçülük tartışması’ni izliyorum. Tabii ki medyada ve bilim insanları arasında Atatürkçülüğü veya Kemalizm’i ciddi olarak araştıran ve bu terimleri politik ve sosyal yönden bilimsel olarak araştıran vatandaşlar var. Fakat, genel olarak konuşursak benim gözlediğim şey ‘Atatürkçü’ kelimesinin kullanılışının en büyük nedeni Türkiye’de gelişen kimlik karmaşası. Birisi ötekine ‘Atatürkçü’ dediği zaman o anda ne Atatürk’ü bir insan olarak düşünüyor ne de ciddi bir bilimsel konu üzerinde duruyor.
Ya ne demek istiyor?
Bu terimi “Sen benim gibi değilsin”, “Sen benim karşıtımsın, muhalifimsin” demek ve karşısındakini küçültmek, incitmek için kullanıyor.
Türkçe Sözlük’te ‘Atatürkçülük’ şöyle açıklanıyor: “Atatürk'ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan, Türk Devleti'nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî egemenliğini, kişi özgürlüğünü, çağdaş olmayı amaçlayan, akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü…” Bu tanımdan yola çıkarak neden Atatürk’ü sevmek başka, Atatürkçülük başka şey olsun?
Karşısındakini ve bazı kişileri ‘Atatürkçü’ olarak ‘suçlayan’ kişi - genel olarak söylüyorum- Atatürkçülüğün Türkçe Sözlük’te nasıl açıklandığını düşünmez. Bu kişi, Türkiye’de gelişmiş olan kimlik karmaşıklığında ötekini kendinden uzak tutmaya çalışır. Aynı şeyi birisi bir başkasını ‘İslamcı’ veya ‘Alevi’ olarak suçladığı zaman da söyleyebiliriz.
Bazı İslamcılara göre Atatürk din düşmanı. Atatürk üzerinde bu kadar araştırma yapmış biri olarak onu din düşmanı olarak görmenin mantığı nedir?
‘İslamcı’ kelimesinin benim için türlü çeşit anlamı var. İnsanların kendilerine ait inançları var. Bu inançlar onların kendi öz sevgilerini destekliyorsa ve bu inançları kullanarak başkalarına zarar vermiyorlarsa ortada bir problem yok. Aynı şeyi ‘milliyetçilik’ kelimesi için de söyleyebiliriz. İnançlarını başkalarını küçülterek ve onlara zarar vererek kullanmak kötü bir şey. Dine inanmak başka, dini kullanmak başka şeylerdir. Benim çalışmalarımda Atatürk’ün din düşmanlığını hiç görmedim. Onun yaptığı; bazı inançları ve düşünceleri kendi çıkarları için kullanarak dine bağlayıp, Türkiye toplumunun gelişmesini, ilim alanının açılmasını engelleyen şeyleri ortadan kaldırmaktı.
‘Atatürk’ün Psikoanalitik Biyografisi: Atatürk-Anatürk’ kitabınızda Mustafa Kemal, Türkiye’deki Türklerin sembolik ebeveynidir diyorsunuz, biraz açar mısınız?
Tarihi yönü düşünürsek Türkiye’de yaşayan herkes ‘Atatürkçü’dür. Atatürk ve arkadaşları olmasaydı şimdiki Türkiye var olmazdı. Ne bileyim, belki bütün Türkiye, Ankara etrafında küçücük bir ülke olurdu. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce bile, Avrupalıların ‘hasta adam’ olarak adlandırdıkları Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşı kaybedeceğini düşünenler 1916’da Sykes-Picot anlaşmasını imzaladılar. Osmanlı’ya ait yerleri, İngiliz, Fransız ve Ruslar aralarında nasıl paylaşacakları üzerinde bir karara vardılar. Atatürk ve arkadaşları olmasaydı ve halkı uyandırmasaydı Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ne olacaktık? Atatürk’ün yeni Türkiye’nin baba sembolü olması çok doğal bir süreçti. Bu nedenle tarih profesörü Norman Itzkowitz ile onun hayatını anlatan kitabı yazdığımız zaman ismini ‘Ölümsüz Atatürk’ koyduk.
Araştırmaya kaç yılınızı verdiniz?
Yedi yıl... Kitabı hazırlarken 13 ay Ankara Üniversitesi Tıbbiyesinde hocalık yaptım. Atatürk’ü, ailesini tanıyan ve hâlâ hayatta olan kişilerle buluştum. Bana en çok yardım eden Sabiha Gökçen Hanım oldu. Onun apartmanında defalarca buluştuk. Bir gün bana Atatürk’ün manevi bir oğlu olduğunu söyledi.
Bu o zaman bilinmiyordu, öyle mi?
Tabii, bilinmiyordu. Bu beni de şaşırttı. Sabiha Hanım’ın yardımıyla Abdurrahim Tuncak ile iki uzun görüşme yaptım. Bir de Selanik’te Atatürk’ün komşularıyla buluştum. Nedense onlar isimlerini kullanmamı istemediler. 1969’da Şevket Süreyya Aydemir’in üç cilt ‘Tek Adam’ kitapları basılmıştı. Sayın Aydemir’i ziyaret ettim. O, Atatürk’ün hayatını tarihi yönden incelemişti.
Şevket Süreyya Aydemir’in kitaplarının adı ‘Tek Adam’dı. Bugün ‘tek adam’ kavramı farklı mı algılanıyor?
Tabii ki Atatürk bir bakıma ‘tek adam’dı. O zamanki tarihi göz önünde tutarsak Atatürk, ‘tek adam’ olmadan inanılmaz bir şeyi, yeni bir Türkiye ve Türkiye kimliği yaratmayı başaramazdı. Önemli olan şu: Onun ‘tek adam’lığı yaratıcılığını halkın daha olumlu, daha rahat, daha yüksek seviyede yaşamasını sağlamak içindi.
Atatürk muhaliflerine nasıl bakardı, onları susturur muydu?
Onun yaptıkları gelecekte Türkiye’de demokrasinin yerleşmesini sağlamaktı. O zamanlar Anadolu’da demokrasinin ne olduğunu bilen ve tecrübe edenler yoktu. Bu nedenle muhalefetin doğuşunu sağlamak için denemeler yapıldı. 1920’leri yakından okuyup anlamadan, Atatürk’ün yaptığı inanılmaz şeyleri anlamak çok zor.
ATATÜRK KİTABINI YAZARKEN SORGUYA ÇEKİLDİM
Yedi yıllık araştırmanızda Atatürk’le ilgili ne bulmaya çalışıyordunuz?
Biz Atatürk’ün iç dünyasını anlamaya, onun yaratıcılığının temellerini bulmaya çalışıyorduk. Aydemir elinde kalan birçok dosyayı benimle paylaştı. Kitabı yazmayı bitirdiğimizde Chicago Üniversitesi Yayınevi tarafından 1984’te basılmadan önce, ansızın Türkiye’de bazı otoritelerin yaptıklarımızdan rahatsız olduklarını duydum. Bir kez Washington’da Türk elçiliğine çağrıldım ve sorguya çekildim. Sanki bir Türk olarak Atatürk’ün hayatını anlatmak suçtu.
Nasıl oldu, biraz detay verir misiniz?
Amerika’ya geldiğim zaman İngiliz tabiyetindeydim. Birkaç sene sonra Amerikan tabiyetine geçtim. Yani hayatımda hiç Türkiye tabiyetine geçmedim. Kitabımızın yazılışını duyunca Washington’daki Türk Büyükelçiliği New York’ta Kuzey Kıbrıs’ı temsil eden candan arkadaşım rahmetli Nail Atalay ile temasa geçmiş. Nail, Washington’daki büyükelçinin beni görmek istediğini söyledi. O New York’tan, ben Charlottesville’den gidip Washington’da buluştuk. Büyükelçinin önüne oturduk. Yanında asistanı dimdik durdu, sanki beni korkutmak istiyordu. Doğrudan bana soru soracağına, Nail’e söyledi ve Nail’in bu soruları bana sormasını istedi. Çok acayip bir durumdu bu.
Sizden ne talep ettiler?
İstediği şey; Atatürk hakkında fena bir şey yazmamamızdı. Ben de Nail’e kitabımızda hiçbir şeyi değiştirmeyeceğimizi, fakat Atatürk’ü küçük düşüren bir şeyin zaten kitapta bulunmadığını söyledim. Atatürk sağ olsaydı ve böyle bir şey yapıldığını bilseydi herhalde çok üzülürdü.
O gün ile bugün arasında Atatürk’ü korumak, eleştirmek gibi kavramlarda bir farklılık görüyor musunuz?
O sıralarda Atatürk’ü bir insan olarak değil tam dokunulmaz bir ‘şey’ olarak kullanmış oluyordu baştakiler. Yıllar sonra bu büyükelçi –tabii ki emekliye ayrıldıktan sonra- bir gazetede hakkımda çok güzel şeyler yazdı. Demek ki Washington’da bana yaptığı kendi karakterinin bir parçası değildi. O zamanların bir ifadesiydi.
ATATÜRK’Ü YIPRATMAK, KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKMAKTIR
Nazizm, faşizm, komünizm yaşama şansı bulamamışken Atatürkçülüğün yeni yüzyıla da taşınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hitler, Mussolini ve Stalin gibi kişilerin iç dünyalarını araştırdığınız zaman onların ‘yıpratıcı’ liderler olduklarını görürüz. Yani onlar kendilerini yüceltmek için başkalarını insanlıktan çıkarırlar ve onları yok etmeye, öldürmeye, sürgün etmeye başlarlar. Bu nedenle onların ortaya koyduğu Nazizm, faşizm ve kullanılan komünizm tipi yaşama imkânı bulmadı.
Peki Atatürk?
Atatürk, ‘yaratıcı, tamir edici’ liderdi. Yani ulusunu yüceltirdi, ulusuna dünya gerçeklerine uygun yeni yollar gösterirdi ve aynı zamanda insanlıktan çıkarıp, yok etmek için başka bir grup bulmayarak öz sevgisini ortaya koyardı. Tabii ki seneler geçtikçe, dünya değiştikçe, yeni tarihi olaylar ortaya çıktıkça Türkiye’deki politika durumları da değişti ve değişmeye devam edecek. Fakat Atatürk’ün imajı, kendi yaşadığı tarihte olağanüstü bir kişi, yeni Türkiye’nin kurucusu ve sembolü olarak ‘ölümsüz’ kalacak.
- Bir psikiyatr olarak cevaplar mısınız, Atatürk imgesini yıpratmak neye yol açar?
Bu, elinize bir tabanca alarak kendi ayaklarınıza kurşun sıkmak olur.
KİMDİR?
1932 yılında Lefkoşa’da yaşayan bir Türk ailede doğdu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1956’da mezun oldu. 1957’de psikiyatri uzmanlığı almak için Amerika’ya gitti. 1963’te Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi oldu. 1987 yılında Prof. Dr. Vamık Volkan Virginia'nın Üniversitesi Tıp Fakültesi çatısı altında Zihin ve İnsan Etkileşimi Araştırmaları Merkezi'ni kurdu. Prof. Volkan bu merkez aracılığıyla Sovyetler Birliği, Baltık Cumhuriyetleri, Arnavutluk, Kuveyt, Eski Yugoslavya, Gürcistan, Güney Osetya, Türkiye, Yunanistan ve ABD gibi pek çok ülkede projeler gerçekleştirdi. Eski ABD Başkanı Jimmy Carter'ın başkanlığında kurulan Carter Merkezi'nin Uluslararası Müzakere Ağı'nda görev yaptı ve uluslararası sorunların çözümü için çalıştı. Türkiye’de de çözüm sürecine akademik katkı yapan aktörlerden biriydi. Yaptığı çalışmalardan ötürü Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi. Geçen yıl, ‘Psikanalizin Nobel’i diye tanımlanan Mary Sigourney Psikanaliz Ödülü’nü aldı. Halen Virginia Üniversitesi’nde Emeritus Profesör olarak görev yapan ve 2007 yılında kurduğu Uluslararası Diyalog İnisiyatifi’nin Emeritus Başkanlığını yürüten Vamık Volkan’ın başta Atatürk’ün Psikanalitik Biyografisi ve Ölümsüz Atatürk olmak üzere pek çok kitabı var.