A.A
Oluşturulma Tarihi: Haziran 09, 2011 10:48
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Orhan Tatar, Ege Bölgesi'ndeki deprem riskine dikkat çekerek, her an deprem üretme potansiyeli taşıyan fayların varlığına dikkat çekti.
Aynı zamanda, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dekanlığı görevini de yürüten Prof. Dr. Tatar, Kütahya'nın Simav ilçesinde meydana gelen 5.9 büyüklüğündeki depremle birlikte yeniden bir gerçeğin hatırlandığını söyledi.
Bu depremin olağan bir deprem olduğunu, Türkiye'nin batısındaki “Ege Genişleme Bölgesi” diye adlandırılan bölgede, düşey hareketler sonucu meydana gelen faylanmaların bulunduğunu aktaran Tatar, “Simav da bunlardan bir tanesi. Ege bölgesinde Simav'a benzer bir çok jeolojik yapı var. Bu faylanmaların en önemli özelliği de çok derine doğru gitmemeleri. Ama bunlar 6 ve üzeri büyüklüklerde her zaman deprem üretebilecek türde jeolojik yapılar. Geçmişe baktığımızda buna benzer depremleri görüyoruz. Gediz, Dinar, Demirci depremleri son yüzyıl içinde olan depremler” dedi.
Tatar, Simav'daki depremden sonra hasarlı binası sayısının çokluğunun dikkat çekici olduğunu ifade ederek, “Aldığım bilgiye göre, Simav'da yaklaşık 5 bin 500 civarında bina var. Orada hasar tespit çalışması yapıldı. Bu çalışmanın ardından ortaya çıkan tablo gerçekten çok düşündürücü. Neredeyse ilçedeki binaların yüzde 70-80'inin de çeşitli boyutlarda hasar var. 86 binanın tamamen yıkıldığı, bin 616 binanın oturulamaz düzeyde hasarlı olduğu, bin 783 binanın oturulabilir düzeyde ama yine hasarlı olduğu, 277 binanın da acilen boşaltılması gerektiği rapor edilmiş. Bu rakamlar çok önemli” diye konuştu.
Simav depreminin bölgedeki ne ilk ne de son deprem olduğuna işaret eden Tatar, şöyle konuştu:
“Önümüzdeki yıllarda ya da her an bu bölgede benzer şekilde 6 ve üzeri büyüklükte, hasar yapıcı deprem beklentimiz var. Bu anlamda Simav gibi orta büyüklükteki, nüfusu 30 bin civarındaki ilçelerimizin yapı stokuna baktığımızda bunların çoğunun 1999 depremi öncesinde yapıldığını görüyoruz. Depreme dayanıklılık konusunda sıkıntılı binalar. Bu yapı stokunun bir an önce çıkarılması, bir takım kentsel dönüşüm politikalarıyla bunların elden geçirilmesi gerekiyor. Tabi bu çok kolay bir iş değil. Bölgede belirli bir bilinç oluşturulduğu takdirde, belediyelerden başlayıp, sıradan vatandaşa kadar bunu indirgediğimiz de bu bilinç oluşturulmalı.”
EGE BÖLGESİNDE DEPREM RİSKİ
Prof. Dr. Orhan Tatar, özellikle Ege bölgesinde deprem beklentisinin yüksek olduğu yerler bulunduğunu dile getirdi.
Geçen 5-6 yıllık süreç içinde İzmir, Denizli, Aydın civarlarında birtakım depremler yaşandığını, bunların orta büyüklükteki depremler olduğunu ifade eden Tatar, “Doğrudan doğruya bir yerleşim yeri ya da bölge adı vermek çok doğru değil, ama özellikle Denizli, Aydın bölgelerinde İzmir, Muğla, Kütahya civarının risk altında olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu tür yerlerde benzer depremleri her zaman yaşama riskimiz var. Bu bölgeler ülkemizin en aktif sismik zonlarından birisi. Gerek karada Ege bölgesi içinde, gerekse Ege Denizi'nin içindeki jeolojik yapılardan dolayı aktif bir bölge. Her an deprem üretme potansiyeli taşıyan faylar bu bölgelerde oldukça fazla bulunuyor” diye konuştu.
Tatar, şunları kaydetti:
“Şu anda oturduğumuz saatlerde bile onlarca deprem dünyanın bir yerlerinde oluyor. Deprem ülkemizin bir gerçeği. Bu anlamda öncelikle en küçük bireyden başlayıp bilinçlendirme yapıp, insanların risk algılama düzeylerini yükseltmemiz gerekiyor. Türkiye'de İstanbul ya da Marmara Denizi içinde bir deprem beklentisi var, ama en az bu bölgeler kadar risk taşıyan başka bölgeler de mevcut. Özellikle Doğu Anadolu fay zonu üzerindeki birtakım yerleşim yerlerinde risk her geçen gün artarak devam ediyor. Önümüzdeki dönemlerde Kahramanmaraş civarlarında benzer bir deprem beklentisi var. Hatay bunlardan bir başkası. Kuzey Anadolu fay zonu üzerindeki Erzincan'ın doğusunda bir deprem tehlikesi bulunuyor. Bunların hepsini sonuçta toplumla paylaşmak büyük önem taşıyor. En temel konulardan bir tanesi toplumu bir kaygıya, telaşa, paniğe sevk etmekten ziyade, uygun şekilde bunları normal olağan zamanlarda dillendirerek, halkın bu konudaki bilinçlendirme düzeyini artırmamız gerekiyor.”