Güncelleme Tarihi:
Geçen hafta folk-rock müziğin yaşayan en mühim ismi Bob Dylan'ın 60'ıncı yaşgünü abartmasız bütün dünyada kutlandı. Türkiye'deki hayranları bile onun için Marmaris Hisarönü'nde bir parti vermeyi düşünüyor, gerisini siz hesap edin artık. Dylan tam bir efsane. Ama günümüzde eleştirilmeyen efsane yok! Geçen hafta İngiliz Independent on Sunday Gazetesi'nde Barney Hoskyns imzalı bir yazı çıktı. Dylan hayranlarını epey kızdıracak bu yazıyı kısaltarak yayımlıyoruz.
Bob Dedikleri Adam hakkındaki gerçek duygularımı açıkça ifade etmeye nihayet cüret eden bir yazı yazmayı ve insanları sinirlendirmeyi amaçlamıyorum ama ‘‘muhteşem Bob’’ altmışını devirmeyi hazırlanırken bazı şeyleri de söylemenin zamanı geldi sanırım.
Şöyle bir yetmişli yılların başlarına dönersek; Dylan İngiltere'de konser verdiği zaman bir Mesih gibi insanların başını döndürür, kendinden geçirirdi. Dylan benim için sadece türünün en seçkin örneği olan bir ozan değil, sanki dini bir mistik, Bir Seçilmiş'ti. Şimdi geriye dönüp baktığımda o zamanlar tam olarak ne duyduğumu ve gördüğümü çok merak ediyorum.
Minnesota Hibbing'ten gelen ve kendi kendini yaratan bu tanrı birkaç yıl boyunca gezegenin en ‘‘cool’’ herifi oldu. Her tarafından cool'luk fışkırırken bütün dünyaya kibirle bakar ve alaycı sözleri olan kendi şarkılarını söylerdi. O Jimmy Dean olarak yeniden doğmuş beatnik bir Arthur Rimbaud'ydu. Rolling Stones ve Beatles onun yanında acemi kalıyordu.
Fakat onun 1964, 1965 ve 1966'da İngiltere'yi birbirine katan gölgelere bürünmüş yıldız hali beni her zaman biraz rahatsız etti. O zamanlar henüz küçük bir erkek çocuktu, ama narsizm ve küstahlıkla örülmüş bir kişiliğe sahipti. Elvis'in biyografisini yazan Peter Guralnick, 1966'da Dylan'ın alaycılık ve kibrinin, bir yandan konformist, burjuva topluma duyduğu ilgisizliği ilan ederken, bir yandan da rahatsız edici olduğunu söylerken haklıydı.
Acaba bu kasabalı Yahudi çocuk kendi 1965 ve 1966 yıllarındaki konser turunda o yeniyetmelere özgü oyunları sahneye koyarken bilinçli olarak mı esrarengiz bir pelerine bürünmüştü? (Dylan'ın ‘‘Don't Look Back’’te kendisininkine benzeyen sahte bir isim taşıyan bahtsız Donovan'a yaptığı kişilik suikastini de hatırlatmak isterim.)
Nik Cohn 1969'da Dylan için ‘‘Sürekli tapınılmak isteyen bir peygamber, bir yeniyetme mesih olarak görülmek istedi. Amatör bir mit yaratacısı için çok başarılıydı ve kendini rock tarihini değiştiren Elvis, Mick Jagger ve Jim Morrison ayarında biri olarak gösterdi’’ diye yazmış.
Kabul ediyorum, Dylan'ın ‘‘Positively 4th Street’’ ve ‘‘Like a Rolling Stone’’ şarkıları ellili yılların gösteriş ve şıklık meraklısı banliyö hayatınının saçmalığını gözler önüne serer, onu eleştirir ve alay eder. Fakat her zaman Dylan'ın en kurnaz taktiğinin kendisini eleştirenleri terörize etmek olup olmadığını merak ettim. Altmışlı yıllarda şöhretinin doruk noktasındayken insanlara kendi kurallarını dayattı ve kimse de onun blöfünü görmeye cesaret edemedi.
Altmışlı yıllar Dylan, Rolling Stones ve Beatles anlamına geliyor ama Dylan da (tıpkı Rolling Stones ve Beatles gibi) pop denilen oyunun en tepesinde dört yıldan fazla duramadı. ‘‘Bringing It All Back Home’’, ‘‘Highway 61 Revisited’’, ‘‘Blonde on Blonde’’ gibi üç iyi albüm yaptı. Kimi pürist folk hayranları tarafından ‘‘çirkin’’ olarak nitelendirilen bir sesi olan Dylan'ın altmışlı yıllardaki sesi teknik olarak iyiydi. Dylan uyuşturuya bulanmış büyük hiti ‘‘Blonde on Blonde’’daki ‘‘zayıf, vahşi cıva gibi’’ sound'uyla zirveye ulaştığını kendisi de kabul ediyor.
Dylan hayatını her zaman gizem ve karanlık ile besledi. Howard Sounes, Dylan hakkında yazdığı ‘‘Down The Highway’’ adlı yeni biyografide onun başka bir insanın beceremeyeceği bir sis perdesinin arkasında yaşadığını söylüyor. 1966'da bir motosiklet kazası geçirdi ama, ya 1) o kaza söylenildiği kadar ciddi değildi, ya da b) bu kaza ona temizlenmesi ve Woodstock Basement Tapes yıllarının peygamberimsi aile reisi haline dönüşmesi için iyi bir bahane sağladı.
Bob Dylan kimyasal uyuşturucularla olan maceralarını gerçekten bıraktı mı? Ya da sadece o muhteşem yaratıcı süreci sırasında aslında nasıl alçak bir adam olduğunu anlayabilecek kadar azalttı mı? Dylan dura kalka ortaya çıkardığı benzersiz başyapıtları ‘‘Blood on the Tracks’’ ve ‘‘Time Out of Mind’’ın tortularından epey yararlandı. Dylan'ın dokunulmazlık üzerine inşa ettiği statüsünde, üzerinde neredeyse putperest bir uzlaşma sağlanan bu albümlerin büyük katkısı var.
1975 tarihli Tracks albümünde Dylan'ın karısı Sara'dan ayrıldığı sırada duyduğu acı bariz bir şekilde hissediliyor. Fakat bence bu çok da ilginç değil, çünkü biraz es geçilen 1974 tarihli ‘‘Planet Waves’’ albümündeki acı çok daha sahici. Benzer bir şekilde Dylan'ın 1992 tarihli ‘‘Good As Been To You’’ ve 1993 tarihli ‘‘Gone Wrong’’ albümlerini onun insanlık düşmanı eski bir dipsoman gibi göründüğü 1997 tarihli ‘‘Time’’ albümüne tercih ederim.
Dylan'ın hiç bitmeyen konser turları onu zamanla üzgün, hilekar, ümitsiz ve mültimilyoner bir aylağa dönüştürdü. (Van Morrison gibi. Dylan da Morrison gibi çözümü dinde aradı; ama o da Morrison gibi içki şişesini tamamen bırakmadı.) Belki de Lennon, Hendrix ve şürekasından daha fazla yaşadığı için bu kadar acıklı görünüyordur kimbilir?
Dylan'ın uzun ve tarife gelmez kariyerini analiz eden en parlak yorum, geçen ay ‘‘Uncut’’ adlı derginin yazarı Ian MacDonald'tan geldi. Dylan'ı açıklamak için üç teori attı ortaya: Birincisi, o dünyanın en büyük performans sanatçısı. Kariyerindeki bütün o iniş çıkışlar, yeniden doğmalar ve biçim değiştirmeler, kısacası her ayrıntı sanatsal bir 'happening'in parçası olarak ince ince planlanmış. Bu ‘‘happening’’ özellikle entelektüeller için tasarlanmış bir tuzak! MacDonald'ın teorisini saçmalık olarak kabul edenler çıkacak ama bence ne olursa olsun iyi deneme.