Dünyanın en çılgın bilimsel araÅŸtırmaları

Güncelleme Tarihi:

Dünyanın en çılgın bilimsel araştırmaları
Oluşturulma Tarihi: Kasım 05, 2004 00:00

Bilim merakı hiçbir engel tanımıyor. Tarih boyunca bilim adamları, merak ettikleri ÅŸeyler üzerine bugün bile herkese çılgın ve acayip gelecek binlerce çok ilginç deneyler yaptılar...Mesela kimi örümceÄŸi sarhoÅŸ etti veya uyuÅŸturucuya alıştırdı ve nasıl örümcek aÄŸları ördüğünü gözlemledi.. Kimi seviÅŸme sırasında nabız atışının kaça çıktığını ölçmek için, kadınlara ‘kalpölçermetre’ baÄŸladı... Kimi geliÅŸtirdiÄŸi uzaktan kumanda aletiyle boÄŸayı mat edebileceÄŸini ispat için arenada boÄŸa ile güreÅŸ tuttu.Alman bilim gazetecisi Reto U. Schneider ‘Das Buch der Verrückten Experimente’ (Çılgın Deneyler Kitabı) adlı son kitabında, dünya bilim tarihindeki en çılgın deneyleri bir araya getirdi. Yüzlerce deneyin yer aldığı kitapta aÅŸağıda 11 örnek sunuyoruz.ÅžEHVETÄ°N EÄžRÄ°SÄ°: ORGAZMDA NABIZ 148,5 Ä°lk kez 1925 yılında orgazmda nabız ölçümü yapılmıştı. Göğsünde lastik bantlarla seviÅŸen kadın 20 dakikada yaÅŸadığı orgazmda nabzı 148,5 ile, diÄŸer eylemlere göre en tepeye vurmuÅŸtu.Amerikalı doktor Ernst P.Boas tarafından geliÅŸtirilen kardiyotakometre, her kalp uzmanının düşü idi. Alet, hareket halindeki kiÅŸinin kalp etkinliklerinin otomatik olarak kaydedilmesine izin veriyordu. DiÄŸer tüm aletlerde insanlar hareketsizce yatmak zorundaydı. Boas ve meslektaşı Ernst F.Goldschmidt, 51 erkek ve 52 kadının yaÅŸamını ölçmeye koyuldular. Çalışmaları sırasında farklı eylemlerdeki en yüksek nabzı da kaydediyorlardı: Yemek yemek (102), telefonla görüşmek (106), müzik dinlemek (107,5), dans etmek (130,6), sportif hareketler (142,6). Fakat dakikada 148,5 nabızla orgazm birinci sırada yer alıyordu. Bu ölçümün ayrıntısı hakkında, Boas ve Goldschmidt’in The Heart Rate adlı kitabında pek fazla bilgi verilmemekte. AraÅŸtırmacılar, ‘Bir çiftin kalp atışını cinsel iliÅŸki sırasında ölçme ÅŸansına kavuÅŸtuk’ diyerek doÄŸrudan doÄŸruya sonuçlara geçtikleri gibi, kalp diyagramının son derece ilginç bir özelliÄŸini sanki çok normal bir olay gibi ele alıyorlar: ‘Kadının kalp diyagramında dört sivri uç görülüyor. Her uç bir orgazma eÅŸit.’ Kadın o gece 23.25 ve 23.45 arasında dört kez orgazm yaÅŸamıştı! Ãœstelik de göğsünde rahatsız edici lastik bantlarla tutturulmuÅŸ elektrotlara raÄŸmen. Elektrotlar 30m’lik bir kabloyla ölçüm aletine baÄŸlıydı. Dört sivri uç ilk kez 1933 yılında Human Sex Anatomy kitabında seks araÅŸtırmacısı Robert Latou Dickinson tarafından mercek altına alınır. Ancak uzman bunu ‘usta bir teknikle’ 25 dakika kadının içinde kalarak ‘onu mutlu’ etme yetisine sahip adama mal edecekti. UYUÅžTURUCU ALAN ÖRÃœMCEK AÄžINI NASIL ÖRERÖrümcekler aÄŸlarını sabaha karşı 4’te örer. AÄŸ örmesini daha geç saate alarak gözlemleyebilmek için örümceÄŸe alkol ve uyuÅŸturucu verirseniz ne olur? Örümcek en karmaşık ağını kafein etkisinde, en güzeli ağını marihuana etkisinde ve en düzenli ağını ise LSD etkisinde örüyor. Örümcekler bilim adamları için çok zahmetli bir araÅŸtırma konusudur. Çünkü aÄŸlarını sabaha karşı dörtte örerler. Tübingenli zoolog Hans Peters 1948 yılında bu durumu deÄŸiÅŸtirebilmek için eczacılık bölümündeki genç bir asistandan uyuÅŸturucu maddelerin, örümceklere, aÄŸlarını daha uygun bir saatte örmelerini saÄŸlayıp saÄŸlamayacağını sordu. Witt bunu ilk önce striknin, morfin ve dekstro -amfetaminle denedi. Bunları örümceklere yedirmek çok kolaydı. Åžekerli suyla karıştırıldığında örümcekler her türlü zehri yiyorlardı. Fakat ne var ki ilaçlar iÅŸe yaramamıştı; hayvanlar yine bildiklerini okuyor ve aÄŸlarını sabahın kör karanlığında örmeye devam ediyorlardı. Witt sonucu buna raÄŸmen ilginç buldu. Örümceklerin uyuÅŸturucu etkisinde ördükleri gibi aÄŸları daha önce hiç görmemiÅŸti çünkü. Çok delikli, sık dokulu, grotesk veya bazen de son derece düzgün aÄŸlardı bunlar. O halde örümcek ağı uyuÅŸturucu ve ilaçların etkisini yansıtan bir gösterge olabilir miydi? NASA da iÅŸe el attıWitt örümcekleri Meskalin, LSD, kafein, psilosibin, luminal ve valium gibi eline geçen tüm ilaçlarla besledikten sonra 35x35cm’lik bir çerçeve içine aÄŸlarını örmelerini saÄŸladı. Witt ayrıca en küçük sistematik farklılıkların saptanmasına izin veren istatistik bir yöntem de geliÅŸtirdi.AÄŸ üzerindeki açıları, ip uzunluÄŸu ve alanları iÅŸaretledikten sonra aÄŸ örme sıklığı, tuzak boyları ve aÄŸ eksenleri arasındaki farkları bir tabelada topladıysa da örümcek ağının kimyasal maddeler için bir gösterge olarak kullanılması mümkün olmadı. Kristalografi için geliÅŸtirilen istatistik programlarla 1995 yılında Nasa bilim adamları (neden özellikle de Nasa’nın bu tür deneyler yaptığı bilinmiyor) en ayrıntılı sonuçları yayımladılar. Sonuç ÅŸu: Örümcek ağının uyuÅŸturucu göstergesi olarak kullanılması mümkün deÄŸil. En karmaşık aÄŸ kafein etkisinde, en güzeli marihuana ve en düzenlisi ki bunu Witt de keÅŸfetmiÅŸti, LSD etkisinde üretilmekte. SOLUCANLARA FLÃœT VE PÄ°YANO ÇALAN BÄ°LÄ°MCÄ°Evrim kuramının sahibi ünlü bilimci Darwin, solucanlara flüt ve piyano çalarak iÅŸitme duyularını test etmek istemiÅŸti. Solucanlar müzik aletlerine tepki göstermeyince defterine not düşmüştü: ‘Solucanlar iÅŸitme duyusundan yoksun!’Bazı deneylere, incelenen hayvanların görüşüyle bakmak gerekir. Bir saksı toprak içinde kıvrılan solucan, saksının kenarından yukarı baktığında ne görür? Mesela, bilim tarihinin en önemli doÄŸa bilimcilerinden biri olan Charles Darwin’nin, ÅŸiÅŸirilmiÅŸ yanaklarla fagot çalışını. Åžimdi solucanın ÅŸaşırdığını sananlar fena halde yanıyorlar. Çünkü Darwin, solucana daha önceleri de flüt ve piyano çalmıştı’ Darwin evrim bilimini kurmakla kalmayıp kırk yılı aÅŸkın bir süre de solucanların yaÅŸamını araÅŸtırdı. Bilim adamanın en büyük amacı, solucanların iÅŸitme yetisine sahip olup olmadıklarını öğrenmek idi. Solucanlar hiçbir müzik aletine tepki göstermeyip, Darwin’in bağırışlarına da aldırış etmeyince, bilim adamı 1881 yılında ‘Solucanların yetisi sayesinde ekim toprağı oluÅŸumu’ adlı kitabına ÅŸu notu düşer: ‘Solucanlar iÅŸitme duyusundan yoksun.’ HARÄ°KA, BENÄ°M YERÄ°ME BAÅžKASI ÇEKÄ°YOR!1883’de gerçekleÅŸtirilen ip çekme deneyi ilginç bir sonuç verecekti: Ä°pi çekenler ne kadar çoÄŸalırsa, her bir çekenin sarfettiÄŸi kuvvet de azalıyor ve 8 kiÅŸide yüzde 50’ye düşüyordu!Çok uzun bir süre öncesinden biliniyorduysa da, tez, bilimsel olarak ilk kez Fransız Agronom Max Ringelmann tarafından kanıtlanmıştı: Ä°nsan tembel. Özellikle de fark edilmediÄŸini sandığı zaman. Ringelmann’ın şık deneyi, yirmi öğrenciye tek baÅŸlarına ve gruplar halinde beÅŸ metre uzunlukta bir ipi çekmelerini isterken ipin diÄŸer ucuna bir dinamometre (kuvvetölçer) yerleÅŸtirmesine dayanır. Bu alet deneklerin harcadıkları kuvveti gösteriyordu. Ä°pin ucundan iki kiÅŸi çektiÄŸinde iki deneÄŸin harcadıkları ortalama kuvvet, tek baÅŸlarına harcadıklarının % 93’üne eÅŸitti. Üç kiÅŸide bu oran % 85’e, dört kiÅŸide % 77’ye düşüyordu. Ve tembellik halkası bu ÅŸekilde, sekiz kiÅŸilik grupta herkes kendi kapasitesinin sadece yarısı kadar kuvvet harcayana dek devam ediyordu. Psikologlar bu etkiyi bugün Ringelmann etkisi olarak adlandırırlar. KAYBOLAN MEKTUPLARLA GERÇEĞİ KEÅžFETMEDiyelim ki yolda gezinirken ‘Nazi Partisi dostlarına’ gönderilmesi gereken bir mektup buldunuz, bunu postalar mıydınız? Ya da ‘Komünist Partisi dostlarına’, ‘Tıp AraÅŸtırmaları BirliÄŸi’ne veyahut da sadece Walter Carnap adına bir mektup bulsaydınız ne yapardınız? Amerika’nın New Haven eyaletinde yaÅŸayan birçok kiÅŸi iÅŸte Yukarıdaki bu sorularla karşı karşıya kaldılar. Ancak insanlar mektupların Yale Ãœniversitesi öğrencileri tarafından sokaklara, telefon kulübesi ve dükkanlara bırakıldığını bilmiyorlardı. Mektupların üzerinde basılı posta kutusu adresi ‘P.O. Box 7147, 304 Columbus Avenue, New Haven 11, Connecticut’ psikolog Stanley Milgram tarafından kiralanmıştı. 100 mektubun ‘kaybolmasından’ iki hafta sonra, 25 mektup Nasyonal Sosyalist Partisine, 25 tanesi Komünist Partisine, 72 tanesi Tıp BirliÄŸi ve 71 tanesi de Walter Carnap’a ulaÅŸmıştı. Milgram sonuçtan memnundu. ‘Kaybolan mektuplar yöntemi’ insanların belli baÅŸlı organizasyonlara ve konulara gösterdikleri tavrı fark ettirmeden ortaya koyması nedeniyle baÅŸarılıydı. Oysa daha önceki araÅŸtırmalarda katılımcılara sorular yöneltiliyor veya soru formları doldurmaları isteniyordu dolayısıyla da doÄŸru söyleyip söylemediklerini kestirmek zordu. Ama Milgramın ‘kaybolan mektuplar yönteminde’, insanlar bir araÅŸtırmanın parçası olduklarını bilmedikleri için yalan söylemelerine imkan yoktu. Deney 1963’de yapıldı. Yöntem o zamandan bu yana yüzlerce araÅŸtırmada kullanıldı. Milgram bu yöntem sayesinde 1964 baÅŸkanlık seçimlerinde Lyndon B.Johnson’un baÅŸkanlığını önceleyebilmiÅŸti. Yöntem özellikle de çok tartışmalı konular için çok uygun. Kısa bir süre öncesine kadar aynı yöntemle yaratılış, cinsel bilgi dersi ve eÅŸcinsel öğretmenler hakkında bilgi toplanıyordu. YÃœZDEKÄ° TUTKUNUN, AÄžRININ VE ÃœZÃœNTÃœNÃœN KASIPekçok düşünceyi ve duyguyu anlatan yüzümüzdeki kasların pek çok anlamını, insanlık Dr. Duchenne’nin, ceset gibi bir yüzü ve sınırlı zekası olan bir kunduracıya borçlu.YaÅŸlı insanın ismini, doktor Guillaume Benjamin Armand Duchenne de Boulogne, hiçbir zaman açıklamadı. Méchanisme de la physionomie humaine adlı kitabından, sadece kunduracı olduÄŸunu ve yüz ifadesinin ‘iyi huylu karakterine’ ve ‘sınırlı zekasına’ uygun olduÄŸunu biliyoruz. Fakat bugün bile yüz kaslarıyla ilgili bilinen pek çok ÅŸey, bu yaÅŸlı adamın ceset gibi yüzünde yapılan deneylere borçluyuz..Dr. Duchenne, deneylerinde, güzel yüz göremeyen okurların tepkisini merak ediyordu daha çok. Doktorun diÅŸsiz ihtiyarı tercih etmesinin çok iyi nedenleri vardı: Kırışmış cildi, kasları iyice belirginleÅŸtiriyordu. Fakat yaÅŸlı adam, yüzündeki duyarlılığı neredeyse tümüyle yitirmiÅŸti. Bu durum doktora, kasların tıpkı bir ceset üzerindeki kadar ayrıntılı bir ÅŸekilde incelemesine izin veriyordu. Çünkü yaÅŸlı adam hiçbir ÅŸey hissetmiyor ve deneyler sırasında da hep sakin kalıyordu. Duchenne, 1842 yılından beri, epilepsi hastalarını, spastikleri ve parapleji hastalarının kaslarını elektrikle uyararak inceliyordu. EÄŸer felçli bir kas elektriksel olarak uyarılabiliyorsa, Duchenne hasarın beyinde veya beyine giden baÄŸlantılarda, ama eÄŸer uyarılmıyorsa sorunun kasta olduÄŸuna karar veriyordu. Bu çalışma bugün Duchenne Kas Distrofisi’ni (kas bozukluÄŸu) hatırlatmakta. Doktor sadece bilimsel deÄŸil estetik hedefleri de takip ediyordu. Yüzün elektrikle uyarılmasıyla Duchenne, 1852 yılında, mümkün olduÄŸunca gerçekçi duyu uyarımları yakalamaya çalışıyor ve kaslara, etkinleÅŸtirdikleri duyulara göre üzüntünün, aÄŸrının veya tutkunun kası gibi isimler veriyordu.Gerçek ve sahte gülüşGerçek ve sahte gülüşün arasındaki fark Orbicularis oculi, pars lateralis kasına baÄŸlıydı. Gözü çevreleyen bu kas yalnızca doÄŸal gülüşlerde etkinleÅŸmekte. ‘KiÅŸinin isteÄŸine baÄŸlı deÄŸil’ demiÅŸti Duchenne. ‘EksikliÄŸi, yanlış dostu açığa çıkarıyor.’ Duchenne, yüz çalışmalarıyla sanatı da etkilemek istiyordu. Bu amaçta sanatçılara ‘Ruhun hareketlerini gerçekçi ve eksiksiz olarak’ tasvir etmesine izin veren kurallar formüle etti. Doktor antik dönemdeki büyük sanatçıların birçoÄŸuna iyi not vermemiÅŸti. Gerçi kaba hatları doÄŸru yakalamışlardı, ama bunların dışında kalanlar ‘mekanik açıdan imkansızdı’. ÖrneÄŸin sanat tarihçileri tarafından baÅŸyapıt olarak kabul edilen Yunanlı rahip Laokoon’un heykelinin alnında bazı eksiklikler vardı. Öyle görülüyor ki Rodoslu heykeltıraÅŸlar Polydoros, Agesandros ve Athanodors, alın bölgesinde etkiyen m.corrugator supercilii kasından haberdar deÄŸillerdi. UZAKTAN KUMANDALI BOÄžA GÃœREŞİBir elinde kırmızı pelerin, diÄŸerinde ise telsiz kumanda cihazı ile arenaya çıkan ispanyol sinirbilimci, New York Times’a manÅŸet olacaktı. Ä°spanyol araÅŸtırmacı, pelerini atacak ve kumanda cihazı ile boÄŸayı durduracak sonra da kaçırtacaktı!Bir Ä°spanyol sinirbilimci, bir hayvanın beyni üzerine kurduÄŸu hakimiyetini, arenadan baÅŸka nerede kanıtlayabilirdi? José M.R. Delgado, bu amaçta CÓrdoba arenasında saÄŸ elinde kırmızı pelerinini sallarken, sol elinde de telsiz kumanda aletini tutuyordu. BoÄŸa kendisine doÄŸru koÅŸarken, pelerini yere bırakarak uzakta kumanda aletinin tuÅŸuna basınca hayvan durdu, ikinci tuÅŸta ise hayvan kaçmaya baÅŸlamıştı. 1964’te yapılan boÄŸa güreÅŸi deneyi, New York Times gazetesinin ilk sayfasına manÅŸet olabilen ender araÅŸtırmalardan biridir. ‘O zamandan beri her yıl, hayvanın beynini kontrol altına aldığımı zanneden insanlardan mektup aldım’ diye anlatmıştı Delgado daha sonraları. Yale Ãœniversitesi profesörü, beyni elektrikle uyararak insan ve hayvan davranışları hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyordu. Çok sayıda deney hayvanında yaptığı gibi boÄŸanın beynine de uyartılarıyla belli baÅŸlı davranış biçimlerini üreten elektrotlar yerleÅŸtirmiÅŸti. Dengeli hastalar!Mesela bu ÅŸekilde maymunları tek tuÅŸla esnetmeye ve kedileri saldırıya teÅŸvik etmeye baÅŸarmıştı. Epilepsi hastalarında ise sevimliliÄŸi, konuÅŸmadaki akıcılığı ve korkuları etkileyebiliyordu. Delgado, beynin elektriksel uyarımının sadece sosyal davranışların temelini anlamaya yarayan anahtar olduÄŸunu bulmakla kalmayıp, üyeleri onları ‘daha mutlu, daha az yıpranan ve dengeli insanlar’ haline getiren bir tekniÄŸe sahip ‘psikolojik olarak uyarılmış’ yeni bir toplumun da tasarlayıcısıydı. Gerçi bu vizyon bugüne kadar gerçekleÅŸmiÅŸ deÄŸil, ama beynin elektrikle uyarılması bugün gerçekten de uygulanmakta olan bir yöntemdir. Parkinson hastaları bu ÅŸekilde hastalık semptomlarıyla daha kolay baÅŸa çıkabiliyorlar. OYUN TEKNİĞİ Ä°LE UZMAN KANDIRMACAMükemmel bir sunum tekniÄŸiyle, içerikteki saçmalıkları fark ettirmeden, konunun uzmanlarını kandırmak mümkün mü? 1970’te yapılan bir deney, usta bir oyun tekniÄŸiyle, uyduruk bir bildirinin, uzmanlara yutturulabileceÄŸini gösterdi.Myron L.Fox’un bir toplantıda sunduÄŸu bildirinin baÅŸlığı Matematiksel Oyun Teorisinin Tıp EÄŸitiminde Kullanılması idi. Ve Güney Kaliforniya Ãœniversitesi Tıp Okulu EÄŸitim Programı katılımcısını Fox, ‘MatematiÄŸi insan davranışları üzerinde uygulayan otorite’ olarak tanıttı. Dinleyicileri iddialı çıkışıyla o kadar büyülemiÅŸti ki hiç kimse yalanını fark etmedi. Adam oyuncuydu ve Oyun Teorisi hakkında hiçbir ÅŸey bilmiyordu. 1970 yılında, Fox’un tüm yaptığı Oyun Teorisi hakkındaki bir makaleden, anlaşılması zor bir konuÅŸma, uydurma sözcükler ve tartışmalı saptamalardan oluÅŸan ve mizah ve anlamsız baÄŸlantılarla diÄŸer çalışmalara aktarılan bir bildiri hazırlamaktı. Bu aldatmacının arkasında ise bu tezle eÄŸitim programı için bir tartışma yapmak isteyen John E.Ware, Donald H.Naftulin ve Frank A.Donnelly vardı. AraÅŸtırmayla yanıtlanması beklenen soru ÅŸu idi: Deney baÅŸlıyorBir grup uzmanı mükemmel bir sunum tekniÄŸiyle, içerikteki saçmalıkları fark ettirmeden, kandırmak mümkün mü? John Ware saatlerce oyuncuyla çalışmıştı: burada amaç, Fox’un bildiriyi sunarken ve sunduktan sonra saçmalamasını ve deneyin çökmesini engellemekti.’Fox, aldatmacının baÅŸarılı olmayacağından emindi. Ama ne var ki dinleyici bildiriye hayran kalmış ve bir saatlik sunumun arkasından da heyecanla sorular sormaya baÅŸlamıştı. Fox, aldatmacanın anlaşılmaması için soruları yanıtlamamıştı. On uzmanın tümü daha sonra deÄŸerlendirme formunda, bildirinin kendilerini düşünmeye ittiÄŸini, hatta dokuzu, Fox’un konuyu çok iyi ele aldığını ve yeterli örnek verdiÄŸini söylemiÅŸler. Böylece bir bildirinin sunuÅŸ ÅŸekliyle, uydurma içeriÄŸin fark edilmeyeceÄŸine dayanan etki o zamandan bu yana ‘Dr.Fox etkisi’ olarak bilinmekte. Reagan nasıl seçildi?Dinleyiciler Fox’un gerçekte kim olduÄŸunu öğrendikten sonra bile ondan konuyla ilgili kaynakça istemiÅŸler. Öyle görülüyor hiçbir iddiası olmayan ve uydurma olduÄŸu ortaya çıkan bildiri konuyu cazip hale getirmiÅŸti. Ware bunun üzerine öğrencilerini motive etmek isteyen profesörlerin derslerini bir oyuncuya verdirtmelerini önerdi. Bu öneri üzerine bir Los Angeles Times gazetecisi ÅŸunları yazdı: ‘Bu araÅŸtırma, yazarların bile fark edemedikleri imalar taşımakta. Bir oyuncu bir öğretmenden daha iyiyse, neden daha iyi bir parlamenter hatta daha iyi bir baÅŸkan olmasın ki?’ Yedi yıl sonra Ronald Reagen Amerikan baÅŸkanı seçildi!GÃœZEL HAVA ALDATMACASISadece gerçek hava raporu insanların morali üzerinde etkili olmuyor, uydurma bilgi de etkili olabiliyor, hatta hava çok güzel dediÄŸinizde insanlar daha çok bahÅŸiÅŸ veriyor.Mart 1994 tarihinde Atlantic City’deki Casino Otelinde ilginç bir hava raporu tahmini yapan oda hizmetlisi, her sabah kahvaltıları odalara götürmeden önce, her odanın önünde bir deste karttan birini çekiyordu. Bu kartların üzerinde ‘soÄŸuk ve yaÄŸmurlu’, ‘soÄŸuk ve güneÅŸli’, ‘sıcak ve yaÄŸmurlu’, ‘sıcak ve güneÅŸli’ olmak üzere dört tahmin bulunuyordu. Ses yalıtımlı olan otel odalarının camları da siyah olduÄŸu için konukların hava durumunu görmeleri mümkün deÄŸildi. Konuklar hava durumunu sorduklarında oda hizmetlisi çektiÄŸe karta göre yanıt veriyordu. Amerikalı psikolog Bruce Rind bu araÅŸtırmayla, insanların morali üzerinde etkili olanın sadece gerçek hava raporu olmadığını, uydurma bilginin de etkili olabileceÄŸini kanıtlamak istiyordu. Oda hizmetlisinin aldığı bahÅŸiÅŸler gerçekten de ‘insanları etkilemek için doÄŸrudan bir sensorik etkinin" gerekli olmadığını göstermekte. DiÄŸer sözlerle söyleyecek olursak, kötü havalarda oda hizmetlisi için yalan söylemek daha karlı. Çünkü araÅŸtırmadaki oda hizmetlisi havanın güneÅŸli olduÄŸunu söylediÄŸinde yaklaşık olarak üçte bir oranında daha fazla bahÅŸiÅŸ almış. Bu konuda hava sıcaklığını hiçbir rol oynamamış. Bu yöntemden yalan söylemek istemeyen otel hizmetlileri bile yararlanabilirler. Çünkü aynı araÅŸtırmacı dört yıl sonra bir Ä°talyan restoranında, ertesi gün için yapılan çok iyi bir hava durumu tahmininin bile dörtte bir daha fazla bahÅŸiÅŸ getirdiÄŸini saptadı. RUHUN AÄžIRLIÄžI 21 GRAMGeçen sezon izlediÄŸimiz ‘21 Gram’ filmine de ismini veren, ruhun 21 gram geldiÄŸini iddia eden tuhaf deney, ölmekte olan bir insanın tartışmalı tartılmasına dayanıyordu. Bu amaçla da karyolada fazla gürültü yapmadan ölecek bir tüberküloz hastası seçilmiÅŸti!Haber New York Times gazetesinde bile yayımlanacak kadar önemliydi. 11 Mart 1907 tarihindeki gazetenin beÅŸinci sayfasında yayımlanan haberin manÅŸeti: ‘Doktor, ruhun ağırlığı olduÄŸuna inanıyor’ ÅŸeklinde verilmiÅŸti. Gazete, Massachusetts’te çalışan doktor Duncan MacDougall’ın tuhaf deneyinden söz ediyordu. MacDougall uzun bir süredir ruhun doÄŸası üzerinde çalışıyordu. EÄŸer psiÅŸik fonksiyonlar ölümden sonra varlığını koruyabiliyorsa, yaÅŸayan bedende belli bir yer kaplamış olmalılar. Ve ‘bilimdeki son bulgulara göre’ yer kaplayanların bir ağırlığı olduÄŸu için de ruhun, ‘ölmekte olan bir insanın tartılmasıyla’ ruhun varlığı saptanabilmeliydi. Bu düşünceden yola çıkan MacDougall hassas bir terazi üretti. Askıya asılan bir karyolanın ağırlığı, üzerindekilerle birlikte beÅŸ gramlık hata payıyla ölçülebiliyordu. Tüberküloz hastası en uygunu!Terazinin duyarlılığı bununla birlikte denek seçimini önemli ölçüde kısıtlıyordu. ‘En uygun kiÅŸiler hastalıkları yüzünden iyice halsiz düşen ve ölümleri kas hareketlerine baÄŸlı olmayanlar. Çünkü terazi ancak bu ÅŸekilde dengede tutulabildiÄŸi için en küçük ağırlık kaybı hemen fark edilebiliyor’ diye yazmıştı MacDougall daha sonra American Medicine dergisinde. ÖrneÄŸin akciÄŸer iltihabı yüzünden ölenler, terazinin dengesini bozabilecek kadar mücadele edebilecekleri için hiç uygun deÄŸildi. Bu yüzden hayattaki son anlarını mümkün olduÄŸu kadar sakin geçiren tüberküloz hastaları en uygunlarıydı. MacDuagall bu hastaları Cullis-Free-Home AkciÄŸer Tedavi Merkezinde buldu. Hastaların veya yakınlarının deneyler için onay verip vermedikleri bilinmemekte. Ancak MacDougalls’ın biyolojik teolojideki çalışmalarını kuÅŸkuyla izleyenler kesinlikle vardı. MacDougall, tartılan altı kiÅŸide terazinin doÄŸru ayarlanmadığından ve bu ayarın araÅŸtırmalarını onaylamayanlar tarafından bozulduÄŸundan yakınmakta. Ölmekte olan ilk hastasını MacDougall bir akÅŸam 17.30 sularında ruh terazine yatırdı. Hasta üç saat 40 dakika sonra son nefesini verdiÄŸi anda terazinin kolu duyabilir bir sesle yükseldi. MacDougall teraziyi dengelemek için 2 metal doların ağırlığından yararlandı. Ve bunların ağırlığı 21 gram idi. Köpekleri zehirledi mi?Bundan sonraki denekler karmaşık bir tablo sundular. Ä°kisinde ölçüm geçersiz sayıldı, birinde ağırlık ölümden sonra deÄŸiÅŸmedi, iki kiÅŸide ağırlık önce düştü sonra yine yükseldi ve bir hastanın ağırlığı ise iki kez yükselip, düştü. Ayrıca MacDougall kesin ölüm tarihini saptamakta da zorlanıyordu. Ama bu tür küçük aksaklıklar ruhun ağırlığını kanıtlayan bir araÅŸtırma sunmuÅŸ olduÄŸu inancını sarsmadı. Sonuçta ikinci bir deneyle bu bulguya kanıtlamıştı. Ağırlıkları 7,5 ila 37 kilo arasında deÄŸiÅŸen on beÅŸ köpek terazi üzerinde ölürken herhangi bir ağırlık kaybı yaÅŸanmamıştı. MacDougall, American Medicine dergisinde, köpekleri terazi üzerinde ölmeleri için ne ÅŸekilde ikna ettiÄŸinden söz etmedi ama bir olasılıkla onları zehirlemiÅŸ olmalı. MacDougall bununla birlikte bu deneyden memnun deÄŸildi. Fakat doktorun memnuniyetsizliÄŸi saÄŸlıklı köpekleri öldürmesiyle deÄŸil onların uygun bir denek olmamasına dayanıyordu. ‘Ne var ki hareket etmelerini önleyecek hastalığa sahip köpeklere ulaÅŸma ÅŸansım olmadı’ diye yakınmıştı MacDougall. Parlak ışık görmüş!MacDougalls’ın ruh terazisi bilim dünyasında farklı görüşler doÄŸurdu. Kimi meslektaÅŸları deneylerini saçma bulurken, diÄŸerleri de MacDougall’ın ‘tüm zamanların en önemli bilimsel buluÅŸunu’ yaptığına inanıyor ve yöntemin ne ÅŸekilde geliÅŸtirebileceÄŸini tartışıyorlardı. Özellikle de ölüm döşeÄŸindeki ağır hastaların kullanılması sorun yaratıyordu. Sonuçta ölü beden çabuk bozulduÄŸu için bu nedenle de ağırlık farkı ortaya çıkabilirdi. New Yorklu bir doktor Washington Post gazetesinde deneyin saÄŸlıklı erkeklerle yapılması halinde daha saÄŸlıklı sonuç vereceÄŸini ve bunun için de elektrikli sandalyenin bir teraziye asılarak, beden ağırlığının idamdan önce ve sonra tartılmasını önerdi. MacDougall birkaç deney daha yaparak 1911 yılında ikince kez dikkatleri üzerine topladı. Doktor, ruhun bedenden ayrılması sırasında parlak bir ışığın yayıldığını iddia ediyordu. MacDougall’ın araÅŸtırmalarını kanıtlayan tek sonuç ilk hastasıyla saptamış olduÄŸu 21 gramlık ağırlık kaybıydı. Ama bu 21 gram buna raÄŸmen yüz yıldan bu yana popüler kültürde ruhun ağırlığı olarak ele alınmakta. Hatta 2003 yılında yönetmen Gonzalez Inarritu sayesinde yaÅŸam ve ölümün anlamını konu eden ‘21 Grams’ filmine bile konu oldu. Filmi geçen sezon Türkiye’de de izledik.MUZA DOÄžRU YÃœKSELEN KULE Bir ÅŸempanze üst üste istiflenmiÅŸ sandık üzerinde bir muza uzanıyor. Normalde eriÅŸemeyeceÄŸi muzlara ulaÅŸabilmek için sandıkları üst üste koyan akıllı maymunun öyküsünü psikoloji öğrencileri kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa okudular. Fakat konu aslında biraz daha karmaşık idi. Maymunlara yönelik bu düşünce testini bulan Alman psikolog Wolfgan Köhler, 1913 yılında Antropoid Merkezi’nin yönetimini devralmak için Teneriffa’ya gitmiÅŸti ve aslında bir yıllığına gitmesine raÄŸmen, Birinci Dünya Savaşı yüzünden burada altı yıl kaldı. Orada insansı maymunlar üzerindeki şık deneylerini gerçekleÅŸtirerek, ÅŸempanzelerin insanlar gibi bilinçli davranışlar sergilediklerinden emin oldu. Bu bulgu o tarihteki evrim biyologlarını rahatlattı. Darwin’in doÄŸal ayıklanma teorisini sunmasından sonra çok uzun bir zaman geçmemiÅŸ ve biyologlar her yerde bununla ilgili kanıtlar arıyordu. Ä°nsan ve maymun bedeni arasındaki benzerlik, ikisi arasındaki yakınlığı gösteren bir kanıttı fakat Darwin, insan ve maymunun zeka açısından da yakın olması gerektiÄŸinden emindi. Ä°ÅŸte Köhler deneyleriyle bu yakınlığın derecesini öğrenmek istiyordu. 24 Ocak 1914 yılında altı ÅŸempanzeyi yüksek tavanlı bir odanın köşesine asılmış muzlarla ve odanın ortasındaki sandıklarla baÅŸ baÅŸa bırakarak bekledi. Tüm hayvanlar muza zıplayarak ulaÅŸmaya çalışmıştı. Maymunlar ve sandalyeler‘Ancak Sultan, huzursuz bir ÅŸekilde odada dolaşırken birden sandığı kaptığı gibi hedefe doÄŸru taşıdı ve hedeften henüz yarım metre kadar uzakta olmasına raÄŸmen sandığın üzerinde zıplayarak muzu yakaladı’ diye yazdı daha sonra Köhler. Problemi çözen Sultan sanki aniden bir fikre ulaÅŸmış gibi davranmıştı. Fakat ÅŸempanzelerinin ikinci problemde uzun bir süre baÅŸarısız olmaları Köhler’i daha fazla ÅŸaşırttı. Muz bu sefer daha yükseÄŸe asılmış ve maymunlar ona ancak iki sandığı üst üste koyarak ulaÅŸabilirlerdi. Köhler, problemin zorluk derecesine göre ikiye ayrıldığını fark etti. Kolay olanı muzun altına bir sandık, zor olanı ise iki sandığını üst üste yerleÅŸtirmek idi. Bu ilginç olay karşısında Köhler çaresiz kaldı, çünkü insanda durum farklıdır. Bir sandıkla muza ulaÅŸabileceÄŸini anlayan insan, daha yüksekte asılı bir muza iki sandığı üst üste yerleÅŸtirerek ulaÅŸabileceÄŸini bilir. Gerçi Grande adındaki bir diÅŸi ÅŸempanze iki sandığı üst üste yerleÅŸtirmek için uzun bir süre çalıştıktan sonra bir kule yapmaya öğrenmiÅŸti ama her seferinde aynı hataları tekrarlıyordu. Ãœstelik birçok kez baÅŸarılı olduktan sonra bile iki sandıkla tekrar çaresiz kalabiliyordu. Ve Köhler ÅŸu notu düştü: Åžempanze, sandıklarla yaptığı kulelerin statiÄŸinden haberdar deÄŸil. Statik sorunları düşünerek deÄŸil tamamen deneyerek çözüyor. Köhler’in deneyleri bugün klasikler arasında yer almakta ve geliÅŸtirilmiÅŸ biçimiyle kullanılmaya devam ediliyor. Ancak insan ve ÅŸempanze arasındaki benzerlikleri açığa çıkardıklarını söylemek zor. Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!