Dünyanın en büyük, en pahalı ve en gülünç yarışı:'BAŞKAN'LIK KOMEDİSİ -1 "İktidar yozlaştırır!.. Mutlak iktidar, mutlak şekilde yozlaştırır!.." Kim demiş diye sormayın, vallahi hatırlamıyorum. Bu vecizeyi, Hürriyet Araştırma Servisi'ndeki sevgili müdürüm Halûk Şahin'den öğrenmiştim... Dünya tarihi, "mutlak iktidar" sahibi olup sonra da böylesine ezici bir yükü taşıyamayıp yozlaşan, içten içe çürüyen, hep yalnız kalan, dostsuz, sevgilisiz, ölüm korkusu yüklü bir bedeni taşımaya mahkûm, vücudunun sağlık yetmezlikleriyle malûl, ama hiç çaktırmamaya çabalarken hayatından harcayan, kuyruğunu dik tutması öğretilen, bu yüzden daha yumuşak, yaşamı anlamlı kılacak ufacık, ama sıcacık şeyleri öğrenmeye fırsat bulamayan "muktedir"lerle dolu. Kadını ve erkeği ile…. İngiltere -ki, topraklarında güneş batmayan bir cihan imparatorluğu idi- tarihinin en "şaşaa" dolu iki hükümdarı, da kadındır: Kraliçe Elizabeth I ve Britanya ve Hindistan İmparatoriçesi Kraliçe Victoria. Kraliçe Elizabeth I ile İngiltere, bir ada devleti olmaktan kurtuldu; denizlere açıldı. Baltık Denizi'ne açılabilmek için canını dişine takan Çar Petro'nun (bizim tarih kitaplarında -nedense- "Deli Petro" diye anılan ve muhteşem Petersburg'u kuran ve karizmatik çar) Kraliçe Elizabeth'e mektuplar döşenip denizlere açılmak için yardım rica etmesi boşuna değildi. Ne güzel günlermiş… Mutlak iktidar ve mutlak yalnızlık… Caesar yalnızdı, Marcus Antonius Kleopatra'nın hasretinden yarı deli divane idi. Roma'nın ilk imparatoru olan Octavianus ("Ağustos" ayına adını veren "Augustus" nâm hükümdar) dünyanın en yalnız adamlarından biriydi; hepten sevgisizdi. Bizim tüm padişahlarımız (Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan'ın aşkı hariç) yalnız idiler; İstanbul'u bize armağan eden Fatih Sultan Mehmet dahil. Napoleon yalnızdı.
Atatürk, onca kalabalığın içinde fevkalade yalnızdı. Aklıma gelen istisnalar, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun "asker" imparatoru (geceleri, özel dairesindeki demir asker karyolasında yattığı rivayet olunur) Franz-Joseph. Mutlak hâkimi olmak ve bekâsını sağlamak üzere yetiştirildiği koskoca imparatorluğunun çöküşünü, sadece erteleyen, ama engelleyemeyen bu "muhkem" adam, güzeller güzele eşi Sissy'e (Bavyera Kralı'nın kızı Elizabeth) körkütük âşık idi. Fakat, saray protokolüne dayanamayan Sissy'nin her fırsatta dağlara kaçması yüzünden, pek sık görmezlerdi biribirlerini. Çar Nikola II de yalnız değildi. Britanya İmparatoriçesi Victoria'nın torunu olan, Çariçe Alexandria'ya deliler gibi sevdalıydı. Ama o da, çoktan inişe geçmiş bir imparatorluğun son hükümdarı olarak hiç de "muktedir" sayılmazdı, iktidarı başka birileri ele geçirmişti, bile. Günahları ve sevapları ile, tarih, heyecan veren iktidar sahipleri ile dolu. Ama bugün, o karizmatik isimlerin yerlerinde hazan yelleri esiyor. Artık, orta halli, hatta kimi zaman vasatın altında birtakım "komik" tiplerle idare etmek zorundayız. Yirmi sene evveline kadar, iki dev vardı dünya siyaset sahnesinde: ABD ve Sovyetler Birliği. Sovyet İmparatorluğu çökünce, ABD tek kaldı ve Beyaz Saray'a seçilen kişilere "Dünyanın patronu" denmeye başlandı. Güldürmeyin beni… Başkan denilen adam, evvela kendine -hatta, en son örnekte görüldüğü gibi, bir zahmet "uçkur"una- hâkim olsun, yeter de artar bile. "Çalın… "İngiltere Kraliçesi istiyor. Ve ben, Kral, emrediyorum." Konuşan, İngiltere Kralı Henry VIII. Kraliçe Büyük Elizabeth'in babası. "Kraliçe" dediği, Elizabeth'e can veren, ama bir erkek evlat doğuramayan, ikinci eşi Anne Boleyn. Richard Burton ile Genevieve Bujold'un başrollerini paylaştığı, "Anne of Thousand Days" filminden naklen. Nerede, şimdi böyle iktidar? Sovyetler Birliği'nin son dönem -sözüm ona "komünist"- çarları, "Ayyy, ölemediler gitti!" dedirterek güç bela sahneden çekildiler. Mikhail Gorbaçov dirayetli, hatta karizmatik idi. Ayrıca, Anton Çehov'un "Vanya Dayı"da dediği gibi, "Rusya'da yetenekli bir insanın tamamen temiz kalması neredeyse imkânsızdır." Gorbaçov'un gidişatın yönünü doğru değerlendirdi. Ama, beklentiler dev gibiydi. Ortalık öylesine karman çorman oldu ki, ipleri elden yitirmesi kaçınılmazdı. Yerine kahraman edasıyla kurulan Boris Yeltsin'in ise, iktidar sınırlarının votka kadehlerive yol üstündeki hatunları çimdiklemekten ibaret olduğu kısa gün çarşambadan perşembeye varmadan anlaşıldı. KGB ajanı Vladimir Putin ise, Çeçenistan katliamına imza attıktan sonra, dünyanın en muhteşem nükleer denizaltısı Kursk ile okyanusun dibini boyladı. Kursk'un gövdesi belki kurtarılabilir. Ama, Putin'in bir daha su yüzüne çıkma şansı nâkıs 20!.. Böylece, "muktedir" liderlere elveda dedik... Dünyaya hükmetme iddiasındaki ABD başkanlarının profilini ise, aklı evvel bir Amerikalı çiziyor. Amerikan senatörlerinden Keating şöyle demiş: "Franklin Roosevelt bir adamın cumhurbaşkanı olabileceğini ispat etti. Harry Truman, herhangi bir adamın cumhurbaşkanı olabileceğini ispat etti. Dwight Eisenhower ise, cumhurbaşkanına gerek kalmadığını ispat etti." Hasan Pulur'un "Olaylar ve İnsanlar" köşesinden, "La teşbih, Lâ temsil" başlıklı yazıdan (Milliyet, Kasım 1994). Doğrudur... Müttefik kuvvetlerin komutanı sıfatıyla, harp tarihinin kaydettiği en büyük fiyaskolardan biri olan Normandiya Çıkartması'nı (Haziran 1944) yönettikten (?) sonra, hayatın garip cilvesiyle "muzaffer kumandan" olarak eve döndü. Emir subayı olan sevgilisini Londra'da bırakarak. Tüm mesaisini beceriksiz komutanın rahat etmesine adayan bu cefakâr kadın, hiç konuşmadı. Ve, yıllar sonra, ABD'de bir hastanede yalnız başına öldü. Eisenhower ise, başkan seçildikten sonra, tombul teyze kılıklı eşi Minnie ile halka bol bol gülücükler dağıttı. Veeee… Sadece, golf oynadı! Evet, inanmayacaksınız. Ama, tam sekiz sene yalnızca golf oynadı!!! John F.Kennedy'e gelince… Heyecanlı bir alıntı ile başbaşasınız!.. "It is interesting to compare Jacquiline Kennedy, whose life as irst Lady ended in 1963, with Marilyn Monroe, whose life ended that same year. Monroe probably slept with the President, though it is daubtful if she was ever in love with him. (Kennedy was no great lover, Angie Dickinson, the actress, once said of her relationship with him: "It was the best three minutes of my life.") Kaynak belli, ama yazmıyorum. Tercüme de etmiyorum. Ne olur, ne olmaz, ölmüş de olsa, bir başkana hakaretten başım belaya girmesin. Zaten, ben masumum. O tarihlerde, sıska bir ortaokul öğrenisi idim. Ama burada, tecrübe konuşuyor!.. Bill "willy" Clinton'un
seçim günü... Seçimi alacağı belli idi. ABD BaÅŸkonsolosluÄŸu basın bürosu Conrad Oteli'nde CNN'den naklen yayın +açık oturum+ kahvaltı düzenlemiÅŸ. Basın mensupları da davetli. Sabahın köründe ittire kaktıra uyanmışım. Zor bela giyindim; Amerikalı ile aramızdaki saat farkına küfürler yaÄŸdırarak otelin yolunu tuttum. Balo salonunda apartman boyunda bir ekranda CNN'in naklen yayını, envai çeÅŸit ABD görüntüleri bombardımanına tutuyor izleyenleri. Çok mühim bir olaya tanıklık etmekte olduÄŸumuzu tastaman idrak edelim diye hiçbir ÅŸey eksik edilmemiÅŸ. BaÅŸta yılların basın danışmanı Bertan SaraçoÄŸlu olmak üzere, BaÅŸkonsoloslu basın bölümü çalışanlarının hepsi Demokrat Parti'li. Adaya bakmıyorlar. Futbol takımı tutar gibi parti tutuyorlar. Clinton seçildi diye hepsi havalara uçmuÅŸ vaziyette. Onların iyimserliÄŸini paylaÅŸmaya çabalıyorum, ama elimde deÄŸil. Olacak iÅŸ mi? Ben partiye deÄŸil, adama bakıyorum. Kampanya sırasında ve öncesinde tüm sürece bakıyorum, göz dolduracak bir karakter yok. Son 30 senedir, hem Demokratlar hem Cumhuriyetçiler "lider çıkaramama" illeti malûl. Clinton'a bakıyorum, boyu posu dışında hiçbir malzemesi yok! John F.Kennedy, hiç olmazsa, yakışıklı idi. Ama, zamparalığı "karda yürür, iz bırakmaz" türünden bir iÅŸbilir. Yapmadığı rezalet kalmadığı, suikasttan seneler sonra su yüzüne çıktığı halde, ismini çevreleyen romantizm ve "efsane lider" imajı pek de zedelenmedi. Aileyi çökerten, birbirini izleyen felaketler dizisi oldu. Batıl inancım hiç yoktur, ama Kennedyler'in başına öyle facialar çöktü ki, "lanetli sülale" söylemine ben de inandım, sonunda. Tüm servetini, sittin sene içki kaçakçılığı yaparak kazanan, baÅŸkanın seçim kampanyasına küfeler dolusu para akıttı diye -tüm namuslu insanların haysiyetiile alay edercesine- Londra'ya sefer tayin edilen, sahtekârlar ÅŸahı Jack Kennedy'nin ailesinin başına gelenler, hak yerini buldu deyiÅŸini mi doÄŸruluyor, ne dersiniz? Sülalede bir tek temiz adam vardı: o da, hayata erken veda ettiÄŸi için, kirlenmeye fırsat bulamadı sanki: II. Dünya Savaşı'nda ÅŸehit düşen, hava pilotu, en büyük oÄŸul. "SavaÅŸ kahramanı"nın kardeÅŸiyim diyerek, John F. Kennedy bunu bile kampanya malzemesi yapmıştı. "Willy"nin ("willy"nin argoda "küçük Turgut" anlamına geldiÄŸini biliyorsunuz, sanırım) ipliÄŸi ise, daha seçilmeden pazara çıkmıştı bile. Hatunun biri çıkıp tüm medyaya, Clinton ile Arkansas Valisi iken yaÅŸadıkları "fanfini" öykülerini 36 tekmili birden anlatıverdi. ABD'nin en iyi 50 avukatı arasında sayılan Hillary Rodham Clinton'un durmaksızın aldatılışı, kimilerine ilginç gelebilir. Ben, kadın olsun, erkek olsun, milletin çapkınlık hikâyelerine hep güler geçerim. Bana ne??? Ancaaak, bu öykünün sonundaki "ifÅŸa" kritik idi. Tek kelimeyle, kritik. Malum hatun, yemedi içmedi, "willy"nin sahiden de pek küçücük olduÄŸunu itiraf ediverdi. Onca boy posa, bu ne nispetsizlik??? Hayal kırıklığının boyutlarını tasavvur edebiliyor musunuz? Adam, bir de üstelik ABD baÅŸkanlığına soyunuyor! Yakışır mı?.. BaÅŸkan, her ne kadar, perde arkasındaki "asıl güç odakları"nın "mutemek adamı" olarak seçiliyor olsa da, ABD ve dünya tarihinin sayısız dönüm noktalarının yaÅŸandığı Beyaz Saray'a yerleÅŸtirilen bir adamın, nasıl olur da çok kritik bir noktası küçük olabilir? "Yakışmaz" idi... Hiç yakışmadı da… Bu öyküyü iÅŸittiÄŸim an, sıtkım sıyrılmıştı. Asla yanılmadığımı sekiz sene müddetince yaÅŸadığımız gökdelen boyundaki rezaletler fazlası ile kanıtladı. Amerikalılar, elbirliÄŸi ile, tarihe "uçkurgate"I ile meÅŸhur, bir adet anlamsız baÅŸkan hediye ettiler. Haydi, zamparalığı bir tarafa bırakalım. Clinton'un valilik yaptığı Arkansas nire? Tam manasıyla, Allan'ın unuttuÄŸu bir yer! Bizim ÇemiÅŸgezek bile Arkansas'dan evladır! Iowa'da burslu öğrenci iken, sınır tanımaz tarih merakım yüzünden, üç ayrı tarih dersi alıyordum: senior sınıf, junior sınıf ve de siyahların tarihi. Hiçbirinde Arkansas sözü geçmedi. Yahu, Arkansas'dan adam çıktığı nerede görülmüş? Ä°stedikleri kadar "ırkçı / mırkçı" desinler. Ä°ÅŸin gerçeÄŸi bu. Osmanlı'nın dediÄŸi gibi, kıt'a ebadındaki Amerika devletinde Arkansas, "cim karnında bir nokta"dır. Clinton'un sekiz yıllık sözde iktidar döneminde de fazla inkiÅŸaf ettiÄŸini sanmıyorum. "Adam olmak" ya da "adam çıkarmak" bir imkân meselesidir. DediÄŸim, bölge ayrımcılığı deÄŸil, hayatın her ülke için geçerli olan "acı gerçek"i! Örnek mi? Ä°stanbul'umuzun hem anası hem babası olan Çelik Gülersoy, jandarma subayı olan babasının görevi icabı, Hakkari doÄŸumludur. Ama, Turing'e intisap edip önce hukuk okuyup sonra da ReÅŸit Safvet Atabinen'in rahle-i tedrisinden geçmese idi, Çelik Gülersoy olabilir miydi? Yılmaz ErdoÄŸan ise, düpedüz, Hakkarili! Amma velâkin, ortalığı kasıp kavuran "Mükremin" haline, Hakkari'de gelmedi, herhalde. "Arkansas'dan adam ıkmaz" demiÅŸtim. Clinton vezir oldu, ama beÅŸ kuruÅŸluk adam deÄŸil. Tekrar, Clinton'un seçim günü, Conrad Oteli'ne dönelim. Kahvaltı güzel, arkadaÅŸlarla sohbet güzel. Altemur Kılıç ve Ersin Onulduran gibi "sıkı Amerikancı" tanınan ÅŸahsiyetin, "Clinton'un seçimi Türk-Amerikan iliÅŸkilerini Nasıl Etkiler?" baÅŸlıklı açık oturum da idare eder. Ama, tepem atmış bir kerem. "Yemezler…" Tepkimin dozu gittikçe artıyor. Masaları teker teker dolaÅŸmaya baÅŸladım. Sual ÅŸu: "Yahu, ben az buçuk Amerikan tarihi bilirim de, acaba yanılıyor muyum? Siz hiç Arkansas'dan adam çıktığını duydunuz mu? Hem, rivayet o ki, bilmem nesi de pek küçükmüş. Tek süper devletin başına böyle biri yakışır mı? üstelik, bizim gibi maço kültürü diz boyu bir ülkenin insanları, bu acı gerçekle nasıl bir arada yaÅŸayabiliriz?" Zavallı Bertan (umarım, sevgili meslektaşımın ÅŸimdi kulakları çınlıyordur), bir haltlar karıştırmakta olduÄŸunu hemen farkedip peÅŸime dolandı: "Jülide, gözünü seveyim. Kulun kölen olayım. / Palavra, zira pek zampara idi. / Ä°stediÄŸin parayı veririm. Ne olur, sus. Acı bize…" Hoppala, acınası duruma düşen biziz, kardeÅŸim!.. Yine de, o traji-komik anda, cümle âlemi kahkaha krizine sokmayı baÅŸardım. Clinton'dan intikamımı, ilk seçildiÄŸi gün almıştım. (Devam edecek...) Jülide ERGÃœDER - 22 Kasım 2000, ÇarÅŸamba Â
button