Güncelleme Tarihi:
Hüsamettin Cindoruk, Girit göçmeni bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü olarak 1933 yılında İzmir’de dünyaya geldi. Babası mühendis, annesi o günün şartları içinde ‘idadi (lise)’ye gidebilmiş, okumuş bir kadındı. Cindoruk altı aylıkken Ankara’ya taşındılar çünkü babası başkentin imar planını yapan Jansen’in ofisinde çalışmaya başlamıştı! İmar planları yapılan şehrin nüfusu o zamanlar 150 bindi. Nüfusu kadar muhitleri de küçüktü. Cindoruk o günlerin başkentini anlatarak başlıyor söze: “Biz Kavaklıdere’de otururduk. Az bina ve aile olduğundan herkes arkadaştı. Dar bir çevre içerisinde yetiştik. Ankara o dönemler tam bir inkılap şehriydi. Atatürk’ten sonra İsmet Paşa cumhurbaşkanı olarak bu ruhu devam ettiriyordu. Buna mukabil bugün bazılarının söylediği gibi din yasak edilmemişti. Dindar bir aileydik. Ben namaz surelerinin ezbere bilirdim. Selçuklulardan kalma camiler vardı. Bayram namazlarına giderdik...”
Zeynep Bilgehan, Hüsamettin Cindoruk’tan eski fotoğrafların hikâyelerini dinledi.
YILDIZLAR TAKIMI GİBİ OKUL
İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1939’da Cindoruk da eğitim hayatına başladı. O dönemden aklında kalanları şöyle aktarıyor: “Çankaya İlkokulu’ndaydım. Hocalar ‘Hüsamettin’ ismini çok uzun buldukları için bana ‘Yücel’ adını taktılar; dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e istinaden. Başöğretmenimiz Rasim Akın aynı zamanda Ankara tenis şampiyonuydu. İlkokulda çok özgür yaşayan, çok şey öğrendiğim bir hayat yaşadım. Ardından iki sene Cebeci Ortaokulu’na gittim. Müzik hocamız Ruhi Su idi. Bize şarkı, türkü öğretiyordu. İçine kapanık, ilginç bir adamdı. Sonra Atatürk Lisesi’nin orta kısmına geçtim. Orada da öğretmenim İsmail Hakkı Tonguç’tu. Köy Enstitüleri’nin kapamışlar, onu da resim öğretmeni olarak atamışlardı. Lise kısmında da çok iyi öğretmenlerle karşılaştık. Nurullah Ataç Fransızca öğretmenimizdi. Ankara’da o zaman üç lise vardı; Atatürk Lisesi, Gazi Lisesi ve Kız Lisesi. Yüksel Menderes, Mutlu Menderes gibi Adnan Bey’in çocukları Atatürk Lisesi’nde okudular. Altan Öymen, Turgut Özakman vardı bir sınıf büyük, İlber Ortaylı küçük sınıftaydı…”
‘MUHALEFET HOŞUMUZA GİTTİ’
Peki nelere ilgisi vardı? “Şiir ve edebiyata meraklıydım” diye yanıtlıyor: “Babam mühendis olmamı istiyordu. Fen derslerim iyiydi ama kafamda gazetecilik veya hukuk tahsili vardı. Ailede avukatlık yapan kişiler arttıkça avukatlığa eğilimim arttı. Liseyi 17 yaşında bitirdim. Dört arkadaş diplomalarımızı alıp kendimizi Ankara Hukuk Fakültesi’ne yazdırdık.” Bu arada Türkiye’deki siyasi iklim de değişiyordu. 1945 yılında tek partili sistemden çok partili rejime geçildi. 1946’da eski CHP milletvekilleri Adnan Menderes, Celâl Bayar, Mehmet Fuad Köprülü ve Refik Koraltan Demokrat Parti (DP)’yi kurdu. Cindoruk bu dönemi şöyle anlatıyor: “Demokrat Parti’nin tek parti idaresine karşı ciddi bir savaşı vardı. 1948-1950 seneleri arasında özgürlükleri ve demokrasiyi savunuyor, CHP’yi tenkit ediyordu. Ben bir lise talebesi olarak 1950 seçimlerini çok yakından takip ettim. Çok partili hayatta muhalefeti temsil etmek gençlerin hoşuna gitti. Gençleri muhalefet cezbeder çünkü iktidardan bir şey elde edemezsiniz. Bu bir eğilimdir…” Nitekim 1950 seçimlerinde DP iktidara geldi.
‘BEN KAÇTIM SİYASET KOVALADI’
Cindoruk 70 yılını geride bıraktığı siyasi hayatını bugün gülümseyerek, “Ben kaçtıkça siyaset beni kovaladı!” diye özetliyor. İşte siyasetin kapısını çaldığı ilk dönem de üniversite yıllarında olmuş... Anlatıyor: “CHP’nin Gençlik Kolları çok kuvvetliydi; Altan Öymen, Suphi Baykam, Orhan Birgit gibi isimler vardı. Bunun üzerine DP de bir ‘gençlik kolları’ kurmaya karar verdi. DP’li bir aileden geldiğim için beni buldular. 1951’de ‘Genç Demokratlar Örgütü’ diye bir teşkilat kurduk. Sonra üniversiteyi bitirdim ve 1955’te avukat oldum. Ancak ben kaçtıkça, siyaset beni kovaladı. Önce Hürriyet Partisi, ardından da tekrar DP’ye döndüm.”
‘27 MAYIS ÇOK GADDARCA GELDİ’
Katıldığı Hürriyet Partisi 1957 seçimlerinde yüzde 5 oy alınca ekibin bir kısmı CHP’ye geçti. Cindoruk, buna da isyan ettiklerini anlatıyor: “Hürriyet Partisi’nin, ‘Hür Demokrat Parti’ olarak mücadeleye devam etmesini istedik ama para yok, pul yok, lider yok… Partisiz kaldık. Sonra Menderes bizi DP’ye geri çağırdı. O zaman da Ankara ve İstanbul’da gençlik hareketleri başladı; rahmetli Orhan Birgit’in organize ettiği 555K hareketleri… Anlaşıldı ki Türkiye karışıyor. Derken 27 Mayıs İhtilali… Çok gaddarca geldi. DP’li muhtarları toplayıp Ankara’ya getirip dövüyorlardı. Tüm DP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırdılar. Önce Harbiye’ye oradan Yassıada’ya götürdüler. Davalar başladı. O zaman biz bir karar verdik; bu adamları savunacağız! Tamam yanlışlar yaptılar ama bu böyle, hele darbeyle hiç düzeltilemezdi. Haksızlık kanımıza dokunuyordu.”
‘ENGİZİSYONDAN FARKSIZDI’
Cindoruk, bu süreçte dördü bakan, diğerleri milletvekili 18 kişinin davasını aldığını söyleyerek devam ediyor: “Adamları Harbiye’den Yassıada’ya naklederken iki kere dövmüşlerdi. Bir orduya yakışmaz çok ayıp bir hareketti. Çeşitli davalar vardı; Ankara, İstanbul olayları, Vatan cephesi… Bugün de bakıyorum çoğu dava olacak nitelikte değil… Yassıada mahkemeleri hukuki mahkeme değil tam bir engizisyon mahkemesidir; biri TBMM Başkanı, ikisi Başkanvekili olmak üzere 15 idam kararı çıktı.”
‘AVUKAT DEĞİL, TUTUKLUYUM’
Yargılama süreci 14 Ekim 1960-15 Eylül 1961 arasında bir yıla yakın sürdü… Genç avukat Cindoruk’un mesaisi sabahları Fenerbahçe’de başlıyordu. Yedi buçuk lira verip vapura biniyor, bir buçuk saatlik yolculuktan sonra Yassıada’ya varılıyordu. 14 Aralık 1960 günü biletini satın alıyordu ki… Devamını kendisinden dinleyelim: “Haluk Şaman’ın radyo davasına gidiyordum. Bir el bileğime yapıştı ve ‘ Hüsamettin Bey bileti alma, hakkınızda tutuklama kararı var, siz tutukluyoruz’ dedi. Al başına derdi! İki komiser muavini beni cipe bindirip Balmumcu’daki ‘Örfi İdare’ye (Sıkıyönetim Mahkemesi) götürdüler. Eskiden ahır olan karanlık bir koğuşa girdik. İçeride 60 kişi yatıyor. Bana ‘Buraya gelmeyi nasıl başardın, avukatlarla çok az görüşebiliyoruz’ dediler. ‘Avukat değil tutuklu olarak geldim!’ dedim. Suçum ‘milli inkılabımıza ihanet’miş...”
‘İLK SAĞ-SOL İTTİFAKINI BİZ YAPTIK’
“12 Eylül’den sonra Süleyman Demirel’in yasaklarının kaldırılması için çetin kavgaya giriştik. ANAP’ın isteğiyle referandum yapıldı. Çok az farkla yasakların kalkması karar alındı. Genel başkanlığı Demirel’e bıraktım. 1991 seçimlerinde hem biz hem SHP parlamentoya geldik. O dönem, ‘ANAP’la değil SHP ile koalisyon kuralım’ dedik. Emin Çölaşan’ın evinde Hikmet Çetin ve ben hükümet programı taslağı yaptık. Hikmet Çetin SHP lideri Erdal İnönü’ye, ben Demirel’e götürdüm. Onay verdiler ve hükümet programı ortaya çıktı. Sağ partiler, sağ partilerle hükümet kurarlar geleneğini yıktık ve ilk defa bir sol partiyle sağ parti hükümet kurdular. Demirel başbakan, Erdal Bey başbakan yardımcısı oldu. Beni TBMM Başkanı seçtiler.”
‘TÜRKİYE’DE HERKES BİR ARA DEMOKRATTIR...’
Prof. Dr. İlber Ortaylı, onu şu sözlerle tanımlıyor: “Genç bir Demokrat Partili olarak siyasete 50’li yıllarda başlamıştır. Normalde bu politik çizginin Türkiye soluna karşı düşmanlık olarak devam etmesi beklenirdi. Hüsamettin Bey bir liberal olarak kalmayı bildi. Onun kadar siyasi ve sosyal barışa önem gösteren kişilik görmek pek zor.” Bu tespitlerle ilgili ne düşünüyor: “Gerçek hukukçuysanız bunu yaparsınız. Hukuk itidal rejimidir, itidali temsil eder. Siz muteber olacaksınız. Kavgalarımda haklı veya haksız olabilirim ama hiçbir zaman demokrasiye ihanet etmedim, insan haklarına, milli hukuka saygılı oldum. Türkiye’de herkes bir ara demokrattır, sonra bir sebep bulur vazgeçer. Ben demokrattım, demokrat kaldım. Mağdurdan yana oldum.”
‘İLHAM GENCER ÇALDI, AJDA PEKKAN SÖYLEDİ’
Hüsamettin Bey, eşi Dilek Hanım ile 57 yıldır evli. Tanışma hikayeleri de ilginç: “Yassıada duruşmalarında müvekkillerimden yalnızca Hasan Polatkan’ın idam kararı tasdik edildi. Dilek Hanım’ı bu dönemde tanıdım. Hasan Bey’in eşinin yeğeniydi... Ailelere ölüm haberi nasıl verilir? Çok zor bir iş; ‘Üzgünüm, Hasan Bey’i kaybettik’ diyebildim. Bu dönemde yakınlaştığımız Dilek Hanım ile 30 Kasım 1962’de nikah yaptık. 25 Mayıs 1963’te evlendik fakat orada da kazık yedik. Talat Aydemir, 21 Mayıs hareketini yaptı ve sıkıyönetim ilan edildi. Düğünümüz sokağa çıkma yasaklarına denk geldi. Askerler beni düğünüme kadar takip etti! Buna rağmen İlham Gencer geldi çaldı, Ajda Pekkan şarkı söyledi...”
BAYKAL’LA 4 AY TUTUKLU KALDIK
“12 Eylül 1980 darbesi sonucu gene siyasi yasaklar başladı. 1982 Anayasası askerlerin Danışma Meclisi’ne dayattığı bir zincirdi. Gene Demirel, Ecevit, Erbakan yasaklanmıştı. Boşluktan yararlanarak Demirel ve arkadaşlarımızın desteği ile Büyük Türkiye Partisi’ni kurduk. Genel Başkanlığa emekli Orgeneral Ali Fethi Esener’i getirdik. Kenan Evren on beş gün sonra partiyi, 79 sayılı kararname ile kapattı. Bizleri Zincirbozan’a hapsetti. Aslında 79 sayılı karar bir askeri darbedir. Unutuldu. Zincirbozan’da iki senato başkanı Sırrı Atalay, Çağlayangil, Başbakan Demirel, Deniz Baykal, CHP’li ve Adalet Partili bakanlar dört ay tutuklu kaldık.”