DTP Siyasi Tutum Belgesi

Güncelleme Tarihi:

DTP Siyasi Tutum Belgesi
Oluşturulma Tarihi: Kasım 09, 2007 18:45

Haberin Devamı

DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ   TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİ VE KÜRT SORUNUNDA ÇÖZÜME DAİR SİYASİ TUTUM BELGESİ

 A-  TÜRKİYE’NİN SİYASİ-İDARİ YAPISINDA REFORM VE KÜRT SORUNUNDA ÇÖZÜM MODELİ

1920’lerde Anadolu Halkları’nın birlikte yürüttüğü mücadele sonucunda kazanılan bağımsızlığın ardından ilan edilen ve  84 . yılını dolduran Cumhuriyet, aradan geçen onlarca yıla rağmen  demokratik bir niteliğe kavuşamamıştır.  Merkeziyetçi ulus devlet sistemi kültürel farklılıkları yok sayan sonuçlara yol açtığı gibi Türkiye’de yaşayan tüm toplumsal kesimlerin özgürlük,eşitlik talepleri ile sosyal ve ekonomik sorunlarını çözümsüz bırakan büyük dengesizlikleri ortaya çıkarmıştır.

 Temelde Türkiye’de yaşayan       -başta Kürtler olmak üzere-  bütün farklılıkları yok sayan, bunun da ötesinde asimile ederek kültürleri ortadan kaldırmayı resmi bir ideoloji olarak benimseyen yönetim anlayışı, hiçbir toplumsal sorununun çözümüne olanak sunmamaktadır. Tekçi bir devlet yönetimi anlayışıyla toplumu da tektipleştirmeyi hedefleyen mevcut uygulamalar, toplumsal ihtiyaçlara cevap olmak bir yana, sorunların ve krizlerin de başlıca nedenidir. Katı merkeziyetçi ulus devlet olarak örgütlenen devletin siyasi ve idari mekanizmaları, Demokratik Cumhuriyetten daha ziyade oligarşik bir yapılanmaya denk düşmektedir. Anayasa’nın başlangıç kısmında Cumhuriyet’in temel nitelikleri olarak zikredilen sosyal, demokratik, laik bir hukuk devleti olma ifadesi hiçbir dönemde hayata geçirilememiştir. Söylemde etnik bir temele dayanmadığı iddia edilen Türk Milliyetçiliği anlayışı bir tarafa; aslında askeri, idari ve yargısal devlet örgütlenmesinin tamamında Türk etnisitesini esas alan bir anlayışın hakim kılındığı tartışmasızdır.

Haberin Devamı

Westfalya antlaşmasından sonra başlayan ulus devlet süreci amaç olarak tek tip vatandaş yaratmayı ve buna dayalı bir kültürel yapıyı hedeflemiştir. Bu sistem, egemen kültür dışındaki diğer kültürleri yok etti. Bu da inanılmaz bir kültür katliamına yol açtı. Yine bu süre zarfında iki dünya savaşı, binlerce bölgesel ve yerel savaş yaşandı. En nihayetinde ulus devlet süreci Hitler faşizmine kadar vardı. İkinci dünya savaşından sonra Avrupa devletleri bu gidişatı gördükleri için bir kısmı kendini federalizme uyarladı, zaten Avrupa Birliği de bunun sonucunda ortaya çıktı. ABD de yine bu tehlikeyi bertaraf eden bir idari yapılanmayı esas aldı. Ancak Fransa gibi devletler bunu yeterince algılamadığı için bu gün hala kısmen devam eden sorunlarla uğraşmaktadır. 

Haberin Devamı

Ancak etnik temele dayalı ulus devlet anlayışının en güçlü modeli olarak gösterilen Fransa’da bile köklü değişikliklerin yapılmaya devam edildiği, mevcut ulus devlet sistemiyle yürümenin artık imkansızlaştığının görülmesi üzerine ülkedeki farklı dil ve kültürlerin özgürce kendini ifade etmesi önündeki engeller kaldırılmış ve bu kültürler yasal güvenceyle koruma altına alınmıştır. “Dixion Dil Yasası” ile birlikte Korsika, Bask, Broton, Alsas gibi dillerde eğitim, yayın vb. haklar tanınmıştır. İtalya’da Sardca, Almanca, Fransızca, Slovanca dillerine, Avusturya’da Slovanca, Hırvatça, Çekçe, Macarca, Sorabca dillerine, ABD’de İspanyolcaya, Finlandiya’da İsveççeye, Yunanistan’da Türkçeye çeşitli düzeylerde özerklikler tanınmıştır. Merkeziyetçi ulus devlet sisteminin karşılaştığı hazin sonuçlardan biri de Irak’tır. Bu gün Arap milliyetçiliği esasına dayanan Saddam rejiminin Irak coğrafyasında yaşanan etnik boğazlaşmanın en büyük nedeni olduğu ortaya çıkmıştır. Irak’ı bu günkü duruma düşüren şey, farklıkları demokratik bir ulus anlayışı etrafında örgütlemek yerine merkeziyetçi ulus yaklaşımı ile devlet yönetme anlayışındaki ısrardır.  

Haberin Devamı

   Türkiye’de hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu, milletin iradesinin her şeyin üstünde olduğu söylemlerine rağmen, halkın demokratik bir şekilde devlet yönetimine katılımını sağlayacak mekanizmalar oluşturulmamakta, sivil siyaset üzerindeki askeri vesayet gerçeği, olağan bir durum olarak telakki edilmektedir.

Sorunların artık yerelde yani sorunun yaşandığı yerde ve sorunu yaşayanlarca tartışılıp çözüldüğü çağdaş demokrasilerle kıyaslandığında, Türkiye; ağır, hantal,bürokratik ve yerele uzak katı merkeziyetçi idari yapılanmasıyla tıkanmış durumdadır. Doğusuyla, batısıyla, kuzey ve güneyiyle değişik kültürel, sosyal ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya olan Ankara, bu sorunları çözmeye muktedir bir iradeye sahip olmadığı gibi bunu gerçekleştirecek gücü de kalmamıştır.

Haberin Devamı

Kongremiz, bu temelde Türkiye’deki siyasi-idari yapılanmanın köklü bir reformla ele alınarak değiştirilmesini kaçınılmaz görmektedir. Yapılan tartışmalar, dünya genelinde yaşanan deneyimler ve hali hazırda Ortadoğu’da yaşanmakta olan fiili durumlar da göz önünde bulundurularak, devletleşmenin hele hele ulus temelinde bir devletleşmenin halklara demokrasi ve özgürlük yerine baskı getirdiği açıktır.

Bu tespitten hareketle, her ulus için ayrı bir devlet talep etme gibi felsefik ve konjönktürel gerçeklikten uzak ve halkların birbirini boğazlamasına kadar gidebilecek bir süreci tetikleyecek siyaset anlayışı yerine, halkların demokratik birliğini esas alan, demokrasiyi genel bir meclise hapsetmeyen, halkın tartışma ve karar mekanizmalarına katılımını kolaylaştıran, toplumun temel bütün sorunlarını en iyi şekilde ve yerinde çözüme kavuşturacağı bir siyasi ve  idari yapılanma modeli ,kendini büyük bir ihtiyaç olarak dayatmaktadır.Kongremiz, Ülke bütünlüğü içinde halkın yerelde söz ve karar sahibi olmasını sağlayacak ve tüm farklılıkların kendini özgürce ifade edebileceği düzeyde özerklik kazanması temeline dayanan modelin çağdaş kavramlaştırılışını  “demokratik özerklik” biçiminde tanımlamaktadır .Demokratik öz yönetim anlamına gelen demokratik özerklik ,Demokratik Cumhuriyet’in içinin doldurulmasıdır.

Haberin Devamı

Demokratik Özerklik;
 -Türkiye siyasi ve idari yapısında demokratikleşmeyi sağlamak amacıyla  köklü bir reformu ön görür ,
-Sorunların çözümünde geliştirilecek yöntemler için, yereli güçlendirme, halkı söz ve karar sahibi kılma felsefesinden hareket eder,
-Halkın karar süreçlerine dahil olması için demokratik katılımcılığı savunur ve tüm yerel birimlerde meclis sistemini esas alır,
-Salt “Etnik” ve “Toprak” temelli özerklik anlayışı  yerine kültürel  farklılıkların özgürce ifade edildiği bölgesel ve yerel  bir yapılanmayı  savunur,
-“Bayrak” ve “Resmi Dil” tüm “Türkiye Ulusu” için geçerli olmakla birlikte her bölge ve özerk birimin kendi renkleri ve sembolleriyle demokratik öz yönetimini oluşturmasını öngörür ,
-Sorunların çözümünü sadece devlet sistemini değiştirmede  aramaz, toplumun öz yeterliliğini esas alır.

Türkiyenin siyasi ve idari yapısında değişiklik öngörülürken; elbetteki  öncelikle Türkiye’nin demografik yapısının açığa çıkarılması ve bunun için gerekli  çalışmaların yapılması zorunludur.

Kongremiz tarafından İstanbul’dan Antalya’ya , Adana’dan Samsun’a, Edirne’den Kars’a kadar kentlerin tümünde yaşanan ortak sorunlardan, farklı ve özgün yerel sorunlara kadar her türlü toplumsal sorunun modern ve demokratik bir devlet yapılanması içerisinde çözümünü kolaylaştıracak en akılcı model olarak tanımladığımız “Demokratik Özerkliğin” hayata geçebilmesi açısından ve yeni Anayasa çalışması da dikkate alınarak , siyasi ve idari yapılanmada köklü bir reforma gidilmesi gerekmektedir.

Bu idari modelde,ademi-merkeziyetçilik işletilerek birbiriyle yoğun bir şekilde sosyo-kültürel ve ekonomik ilişki içinde bulunan komşu illeri kapsayan ve il genel meclislerine benzer bir şekilde seçimle iş başına gelen bir bölgesel meclis; merkezi hükümet tarafından yürütülecek dış işleri, maliye ve savunma  hizmetleri ile merkezi ve bölge yönetimlerince birlikte yürütülecek emniyet ve adalet hizmetleri hariç ;eğitim,sağlık,kültür,sosyal hizmetler,tarım, denizcilik, sanayi, imar, çevre, turizm, telekomünikasyon,sosyal güvenlik, kadın ,gençlik,spor gibi hizmet alanlarından sorumlu olacaktır.

Bölge meclisleri nüfus ve gelişmişlik düzeyine göre her yıl merkezi hükümetin aktardığı bütçenin yanında yerel gelirlerden de pay alarak hizmetlerin yürütülmesini sağlayacaktır. Az gelişmiş ve yoksul bölgelere pozitif ayrımcılık uygulanacaktır. Bölge meclisleri her yıl bütçelerin belli bir kısmını yatırım ve hizmet oranında belediye meclisleri ve il genel meclislerine aktaracaktır.
          
Bu meclislere “bölge meclisi”, meclislerde  görev yapacak kişilere de “bölge temsilcisi” denir. Meclis hem meclis başkanını hem de görevli olduğu alandaki işleri yürütecek yürütme kurulu üyelerini ayrı ayrı seçer.Başkan ve yürütme kurulu üyeleri meclisin aldığı kararların icrasından sorumludurlar.

Bu yapı fedaralizmi ya da etnisiteye dayalı özerkliği ifade etmez;  merkezi yönetimle iller arasında kademelendirilmiş demokratik bir yeni idari takviyedir. Bölgelerin her biri o bölgenin özel adı veya bölge meclisinin yetki sınırları içinde bulunan en büyük il in adıyla anılacaktır.

Bu modelde il valileri,  hem merkezi hükümetin hem de bölge yürütme kurulunun aldığı kararları uygulamakla görevlidir.  Bakanlıkların taşra teşkilatları da aynı prosedüre tabi olacaklardır. İl Genel Meclisleri, Belediye ve  Muhtarlıklar gibi diğer idari yapılar varlığını korumaya devam edeceklerdir.

Özcesi Türkiye’de kurulacak Bölge Meclisleri -ki sayısı 20-25 olabilir- , TBMM ile iller arasında işleri kolaylaştıran, halkın yönetime daha fazla katılımını sağlayan çağdaş, demokratik bir siyasi ve idari yapılanmadır.

Kongremiz bu modelle Demokratik Cumhuriyet’in inşasında önemli bir aşama katedileceğine inanmaktadır. Böylece Cumhuriyet’in ilk kuruluş aşamasında gerçekleşmeyen demokratikleşme yaşamsallık kazanacaktır. Bu aynı zamanda Atatürk’ün 1923 yılında gazeteci A.Emin Yalman’a ifade ettiği bir nevi Yerel Muhtariyet’in, bugünkü koşullarda hayata geçirilmesi de olacaktır.

Toplumun kendi öz ve sivil örgütlenmeleri ile birlikte ele alınması gereken “Demokratik Özerklik” uygulaması ,özünde “az devlet” “çok toplum”, başka bir ifadeyle “az yasak” “çok özgürlük” anlayışının sistematize edilmiş modelidir. Bunun içindir ki, toplumun tüm sorunlarının çözümünün devletten beklenmediği, sivil ve bağımsız kurumlar aracılığı ile toplumun kendi sorunlarına çözümler geliştirdiği daha pratik, daha demokratik ve daha katılımcı bir sistemdir. Ekonomiden çevre sorunlarına, sağlıktan eğitime, kültür ve sanattan kadın özgürlüğüne kadar toplumsal yaşamın her alanında öz yeterliliği esas alan özerk birimler oluşmalıdır. Bunun anlamı toplumun , kendi demokratik özerklik sistemini , kendi iradesi ile inşa etmesidir. Kongremiz , bir yandan devlet yapılanmasında reformu öngörürken öte yandan beklemeksizin toplumun kendi örgütlenme sistemini kurmasını kararlaştırmıştır.

Kongremiz, özellikle Anayasadaki mevcut “ULUS” kavramının etnik vurgularla değil, demokratik uluslaşmanın bir ifadesi olarak “TÜRKİYE ULUSU” ortak aidiyetiyle yeniden tanımlanmasını zorunlu görür.

Herkesi Türk olarak tanımlayan bir vatandaşlık tanımı yerine kültürel kimlikleri kabul eden ve bu kültürel kimliklere dayalı Türkiye Ulusu’nun tümünü kapsayan “TÜRKİYELİLİK” üst kimliği çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı esas alınmalıdır. Türkiye Ulusu’nu oluşturan farklı kimlik ve kültürler,kendi farklılıklarını anayasal güvence içerisinde koruyup geliştirdikleri bu sistemle daha özgür bir ortama kavuşacaklardır. Aslında 1920’lerde kabul edilmiş olan bu esaslar, 1921 anayasasında da yer almış,1924 Anayasası ile ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle; Cumhuriyetin kuruluş felsefesine uygun bir şekilde yeni bir toplumsal sözleşme olarak ele alınması gereken yeni anayasa, Türkiyeyi 21. yüzyıla taşıyacaktır.


Yeni Anayasa’da “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası,bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder” hükmünün yer alması, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt Sorunu’nun barışçıl çözümünde önaçıcı bir yaklaşım anlamına gelecektir. Kürt dili başta olmak üzere diğer diller ve de kültürler önündeki engellerin kaldırılması, tekçi etnik referanslara dayalı “vatandaşlık” ve “ulus” kavramlarının demokratik bir tarzda yeniden tanımlanması şeklinde ifade ettiğimiz siyasi hedefler, anayasa referandumunda temel ölçütümüzdür.

1924’ten bu yana devam eden dil ve kültür yasakları aslında Kürtlere yönelik özel uygulama olmakla birlikte Türkiye’deki farklı diğer kültürler de bundan nasibini almıştır. Bu nedenle; Türkiye Ulusu’nu oluşturan bütün etnik ve inanç farklılıklarının zenginlik olduğunun kabulü ile birlikte bu zenginliklerin korunup geliştirilmesi için devletin özel tedbirler alacağı şeklinde devlete pozitif bir edim yükleyen düzenlemelere de ihtiyaç vardır. Türkçe resmi dil olmakla beraber ;  diğer dillerin bölgelerin çıkarılacak demografik yapısı da dikkate alınarak, kamusal alanda ve eğitim dili olarak kullanılabilmesi,   uluslararası sözleşme hükümlerine de uygun şekilde  anayasal güvence altına  alınması gerekmektedir. Kendi kimliği ile siyaset yapma hakkı dahil, bütün kültürlerin kendini özgürce örgütleyip sivil kurumlarını yaratması olanağı anayasal güvenceye bağlanmalıdır. Ayrıca düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan  ifadeler Anayasa da yer almamalıdır.

Toplumsal eşitsizlikler kaynağını kadın-erkek eşitsizliğinden almaktadır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği sağlanmadan hiçbir eşitlik ve özgürlük talebi gerçek anlamda ifadesini bulmayacaktır. Bu nedenle, Toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının hayata geçirilebilmesi; Kadının toplumsal, sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik hayata aktif katılımının ve hayatın tüm alanlarında kadın erkek eşitliğinin sağlanabilmesi için pozitif ayrımcılık ilkesi açık ve net bir
ifade ile anayasada yer almalıdır.

B-BÖLGENİN EKONOMİK VE SOSYAL SORUNLARINA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

I.BÖLÜM EKONOMİK POLİTİKALAR

 Cumhuriyet tarihi boyunca uygulanan  merkeziyetçi ekonomik politikalar ile çatışma ortamının yaratığı ekonomik geri bırakılmışlık ve yıkımın ortadan  kaldırılması için köklü bir yeni ekonomik politikaya ihtiyaç vardır. Merkez ile yerel arasında yetki kullanımının dengelendiği bölgelerin aciliyet ve öncelikleri ile kimi kaynakların kullanımında yerele inisiyatif tanınan Bölgesel kalkınma odaklı ve yetki paylaşımını içeren bu modelin uygulandığı dünya deneyimlerinin başarı öykülerine atıfta bulunuyoruz.

Kürt sorununda barışın tesis edilebilmesi için bölgenin mevcut toplumsal-iktisadi sorunlarını gidermeye yönelik etkin ve kapsamlı politikaların oluşturulması elzemdir. Ancak, oluşturulacak politikalar ve atılacak adımların sürdürülebilir bir barış ve istikrara vesile olabilmesi için bölgenin yoksulluğu ve yoksunluğunun tarihsel-siyasal sebepleriyle yüzleşmemiz gereklidir. Nasıl ki, tarihsel olarak ileri iktisadi refah düzeyi yüksek olan Katalan ve Bask bölgelerinde etnik şiddet ve çatışma durumlarının ortaya çıkmasını ve süregelmesini önleyememişse, bölgeye yönelik olarak geliştirilecek iktisadi programların bölgenin toplumsal-iktisadi sorunlarının Kürt sorununa içkin boyutlarını kabul etmediğimiz sürece kalıcı bir barışa hizmet etmeyecektir.

Devlet Planlama Teşkilatının (DPT) 2003 verilerine göre, Dogu-Güneydoğu Anadolu Bölgesi sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesi arasında son sırada yer almaktadır.
Sosyo-ekonomik açıdan en geri kalmış 16 ilin ikisi hariç hepsi Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’ndedir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi tarım, sanayi ve hizmet sektörlerindeki üretim açısından diğer bölgelere nazaran büyük oranda geri kalmış ve bu durum diğer refah göstergelerine de yansımıştır. Ülkenin batısında bulunan en gelişmiş iller olan İstanbul, İzmir ve Ankara’da on bin kişiye düşen hekim sayısı sırası ile 20, 23 ve 32 iken, başkent Ankara ile ülkenin en doğusunda bulunan Ağrı ili arasında kişi başına düşen hekim sayısı açısından tam 13 kat fark vardır.
 

Söylem olarak neredeyse tüm siyasal partiler bu sosyo-ekonomik eşitsizlik durumuna vurgu yapmakta, ancak pratik politikalar durumu değiştirmemektedir. 59. Hükümetin kalkınmacılık söylemi ile uyguladığı teşvik yasası, yatırım teşvikleri ve yatırım-istihdam yaratmaya yönelik kamu yatırımlarının bölgesel dağılımını gösteren resmi rakamlar bu uygulamaların bölge açısından olumlu bir sonuç doğurmadığını açıkça göstermektedir.

Adil ve onurlu bir barışın tesisi için geliştirilecek her türlü toplumsal-iktisadi programın bölgedeki yoksulluğun siyasal ve tarihsel nedenleriyle yüzleşmesi zorunludur. Daha açık bir ifade ile, halen devam eden yoksullaşmaya neden olan politikalardan vazgeçilmeli, pozitif ayırımcılığın ve sosylal devlet anlayışının gereği olarak bölgesel ekonomik kalkınma için gerekli köklü irade ortaya konulmalıdır

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

1. Başta yerel yönetimler olmak üzere yerel dinamiklerle koordinasyon şarttır. Yerel katılımdan uzak,insan odaklı olmayan merkeziyetçi iktisadi politikaların, GAP projesi örneğinde olduğu gibi, başarı şansı yoktur. Her alanda olduğu gibi yerel ve merkez arasında etkin diyalog yapıcı sonuçlar doğuracaktır.

2. Harçlar ve vergi gelirlerinin bir bölümü ile yerel ve kaynaklardan elde edilecek çıktının bir bölümü bölgesel kalkınma için, yetkileri arttırılmış yerel ve bölgesel meclislere bırakılarak halkın sosyo-ekonomik sorunlarının çözümü için kullanılmalıdır.

3. Bölgenin bozulan iktisadi ve toplumsal dengesinin yerine oturması ve bölgelerarası gelişmişlik farkının ortadan kaldırılması için özellikle madencilik, tarıma dayalı sanayi, hayvancılık, turizm ve emek yoğun  sektörlerinde kalkınmayı hedefleyen özel bir teşvik yasası çıkarılmalıdır. Daha önce çıkarılan teşvik yasasından Türkiye’nin her tarafındaki iller eşit faydalanmaktaydı. Muhakkak ki ülke içindeki coğrafi konumunu gözetmeksizin tüm illerimizin kalkınmasını istiyoruz. Ancak ülkenin doğu ve batısı için eşit yatırım teşvikleri uygulandığında, çatışma ve şiddet ortamı yüzünden yatırımcı doğal olarak batıdaki illeri tercih edecektir. Bunun için bölgeye yönelik olarak özel bir teşvik yasasının gerekliliğini vurguluyoruz.

4. Bölge altyapı (ulaşım, iletişim, enerji vb.) olarak iktisadi yatırımlara hazırlanmalıdır.

5. Batman, Mardin ve Diyarbakır ile Van Gölü Havzasına  ortak hizmet edecek iki sivil uluslararası havaalanının inşası sağlanmalıdır.

6. Kuzey-Güney ile Doğu-Batı Oto yolarının yapılması ekonomik ve sosyal bağların güçlenmesinin olmazsa olmazıdır.

7. İktisadi kalkınma çerçevesinde AB’den alınacak kalkınma fonlarının ‘pozitif ayrımcılık’ çerçevesinde bölgeye aktarılması ve bu fonların kullanılmasında, yerindenlik ilkesi gereği, siyasi ve idari modelde demokratk özerkliğin sağlanması son derece önemlidir.

8. Hem bölgesel sosyo-ekonomik gelişme için motor rol oynayacak ve bölge dinamiklerini harekete geçirecek, hem de bölgeden dışarıya göçü barajlamak üzere Trabzon, Diyarbakır, Van,Erzurum gibi şehirlerimiz bölgesel metropol kent olarak yapılandırılmalıdır.

9-  Habur sınır kapısının kapasitesi geliştirilerek hem Irak’la hem de Kürdistan Federe yönetimi ile dostane ve ticari ilişkiler geliştirilmeli,serbest bölgeler yaratılmalıdır.

10- Zorunlu göç sorununun genel çözümü ve göçün şehirler üzerindeki baskısının azaltılması için bir taraftan köylerine dönmek isteyen vatandaşlarımız için uygun koşulların hazırlanmalı, diğer taraftan kentte kalmak isteyenlerin kentle bütünleşmesi için ekonomik ve toplumsal tedbirler alınmalı ve bu doğrultudaki çalışmalarda yerel yönetimler ile işbirliği yapılmalıdır. Güvenlikli bölge uygulamasına son verilmesi ve bir bütün olarak kırsal kalkınma projelerinin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Göç ettikleri yerde kalmak isteyenlerin kente entegrasyonu için Kentsel Dönüşüm Projeleri ile sağlık, istihdam, eğitim ve barınma gibi önemli sorunların çözümüne yönelik bütünlüklü projelerin geliştirilmesi, bu projelerin hayata geçirilmesi için de merkezi yönetim ile Avrupa Birliği fonlarından mali kaynak yaratılması gerekmektedir.

11- Bölgede istihdamı sağlayacak projelerin önünün açılabilmesi için gerekli yasal ve idari düzenlemeler yapılmalıdır. Bu çerçevede, KOBİ ve yatırım teşvikleri, kredi ve sübvansiyonlar, vergi muafiyetleri vb. alanlar ile yatırımların altyapısal hazırlığı olarak ulaşım, enerji, bilgi-iletişim gibi alanlara öncelik verilerek bölge somut yatırımlara hazırlanmalıdır. Teşviklerin ve kamu yatırımlarının dağılımda daha fazla pay ve pozitif ayrımcılık uygulamasına gidilmelidir.

12- Bu uzun vadeli projeler dışında acil müdahale bekleyen sorunlar bulunmaktadır. Hükümet özel fonlarla Sağlık ve Sosyal Hizmet Müdürlükleri, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri ile ortak çalışarak özellikle kadın, çocuk, genç ve göç mağdurlarının yaşadığı açlık, şiddet, barınma, sağlık, eğitim gibi acil sorun alanlarında sosyal politikalar geliştirmelidir.

II.BÖLÜM  SOSYAL POLİTİKALAR

Bölgede özellikle son yirmi yılın yarattığı toplumsal ve iktisadi yıkım, kitlesel yoksulluk ve bunların ürettiği travmalar acil müdahale gerektiren durumlardır.

Ülke İçinde Yerinden Edilme olgusu, Doğu ve Güneydoğu’nun tarihsel, siyasi, etnik ve toplumsal bağlamından, 1984’ten beri süren çatışmalı ortamdan ve Kürt sorunundan bağımsız olarak düşünülemez. Bunun yanı sıra, devletin bölgedeki varlığını genelde “uzaktan” ve ağırlıkla askeri önlemlerle hissettirmesiyle beslenen devlet-vatandaş güven eksikliği, göç-yoksulluk-sosyal problemler sorunuyla daha da katmerlenmiş durumdadır.

1984-1999 arası dönemde  Bölgede Kürt sorunu bağlamında yaşanan çatışmalı ortamda sayıları 380 bin ile 3,5-4 milyon arası ifade edilen Kürtlere uygulanan zorunlu göç politikaları ile bir yandan bölge insansızlaştırılmış diğer yandan bölge insanının can damarı olan ekonomik faaliyetleri ortadan kalkmıştır..


1984-1999 arası yaşanan göç dalgası sebepleri itibariyle Türkiye’de 1960 ve 1970’lerde yaşanan göçten farklı olarak sosyo-ekonomik nitelikli değil, büyük oranda Kürt sorunu bağlamındaki siyasal koşullar ve güvenlik kaygıları ile zorla gerçekleştirilen bir göçtür.Çatışma ve yerinden edilmenin yaratmış olduğu yoksulluk, yoksun bırakma ve sosyal problemler insan hakları ihlali olmanın yanı sıra, Türkiye’nin tarafı olduğu ya da olmadığı birçok uluslararası sözleşmenin de ihlali niteliğindedir.

YAŞAM ALANLARINA GERİ DÖNÜŞ VE BUNUN KOŞULLARININ   SAĞLANMASI

1. Yaşam alanlarına dönmenin bir hak olduğu kabul edilmeli ve bu haktan bütün sorunlu göç mağdurlarının koşulsuz olarak yararlanması sağlanmalıdır.

2. Devlet yurttaşlarına güvenmek zorundadır; hiçbir devletin yurttaşını potansiyel suçlu olarak görme hakkı yoktur. Bu nedenlerle, hangi köylere geri dönüleceğini güvenlik güçleri değil, o köyün nüfusuna dahil olan yurttaşlar vermelidir. Güvenlik güçlerinin görevi, geri dönülen köyde güvenliği sağlamak; diğer kamu kesimlerinin görevi ise mağduriyetlerini gidererek, geri dönülen köyde insani yaşam ortamının doğmasına gerekli desteği vermektir.

3. Eski yaşam alanlarına geri dönüşlerin önünde büyük engel teşkil eden koruculuk  sistemi kaldırılmalıdır.Korucular silahtan arındırılarak emeğe dayalı istihdam  edilmelidir. El konulan arazilerin tekrar eski sahiplerine iadesi sağlanmalıdır.

4. Geri dönüş öncesi, boşaltılan tüm köyler, bunların çevreleri ve yaylalar mayınlardan temizlenmelidir. Sınırdaki mayınlı araziler toplumsal fayda gözetilerek değerlendirilmelidir.

5. Arıcılık,seracılık, hayvancılık ve endüstri bitkileri üretimi gibi ekonomik faaliyetlerin canlandırılması için gerekli donanımların sağlanması ve teşvik edilmesi gerekmektedir. Köylülerin kooperatifler ve birlikler kurmaları için teknik ve hukuki destekler verilmelidir.

6. Düşük faizli besi projesi uygulamasında öncelik köyüne dönen yurttaşlarımıza verilmeli, söz konusu krediden yararlanacak olanlara sadece kendi emvallerine dayalı teminat sistemi geliştirilmeli, kefalet aranmamalıdır.

7. Milyonlarca insanı yaşam alanları ve iktisadi üretim ilişkilerinden koparan zorunlu göçün neden olduğu maddi ve manevi tüm kayıplar acilen ve adil bir şekilde tazmin edilmedir. Bunun için mevcut 5233 Sayılı Yasa’nın tazminat kriterleri ve kapsamı genişletilmeli, başvurular etkin ve şeffaf bir şekilde yürütülmelidir. Zorunlu göçün yarattığı kayıpların adil tazmini, sadece kentlerin varoşlarında yaşayan insanların ekonomik sorunlarını azaltmak için değil, devletin sosyal karakteri gereği vatandaşına karşı olan sorumluluğu olarak hayata geçirilmeli, yasanın işlemesi yöntem, miktar ve prosedür olarak bozulan vatandaş-devlet ilişkilerinin onarılmasına hizmet edecek şekilde olmalıdır. Maalesef, yasanın şu ana kadarki uygulanışı sorunları çözüp adalet sağlamak değil, geçmişin üstünü kapatmaya yönelik olarak gerçekleşmiştir.

KENTSEL SORUNLAR 

 Türkiye Geneli için Öneriler

1. Göç sonrası ortaya çıkan en önemli problem, göç edenlerin üretim sürecinden tümüyle kopmaları, tüketicilik eğilimi ağır basan bir yaşam sürmeleri, geliri düzensiz, mevsimlik, dönemlik işler yapmalarıdır. Düzensiz iş, düşük gelirle çalışma ve tüketiciliğin giderilmesine yönelik olarak, geri dönüş sonrası da düşünülerek, göç edenlerin meslek edindirilmesi, mesleğe yönlendirilmesi ve üreticilik yönlerini geliştirecek çalışmaların yapılması gereklidir.

2. Bölgenin acilen istihdam sağlayıcı politikalara ihtiyacı vardır. Bölge nüfusu, hükümetin sosyal devlet değil, “hayır” politikaları ile bağımlı duruma sokulmaktadır. Sosyal devlet olmanın gereği olarak tüm vatandaşlarına hakları olan insanca çalışmak ve emeklerinin karşılığını alabilmek için uygun istihdam koşulları yaratılmalıdır. Ancak, hükümet ne teşvik yasası, ne de temel altyapı ve istihdam yaratmaya yönelik kamu yatırımlarının dağılımı ile bölgesel gelişmişlik farkının kapatmaya yönelik hiçbir aktif politika izlememektedir.

3. Acil olarak yapılması gereken çalışmalardan birisi de, bulundukları şehirlerin en yoksul kesimlerini oluşturan zorunlu göç mağdurlarının sağlık-sosyal güvenceye kavuşturulmasıdır. Bu konuda göç edenlere yönelik özel bir sağlık-sosyal güvence fonunun oluşturulması yoluna gidilmelidir.

4. Göç edenlerin göç sonrası insancıl ve yaşanabilir bir çevrede yaşamaları, çevre ve alt yapı sorunlarının çözümü için, yerel yönetim organları ile işbirliği çerçevesinde “insani ve yaşanabilir bir çevrede yaşama” projesi yürütülmelidir. Bu proje içerisinde öncelikle, salgın hastalıklara yol açabilecek ortamın yok edilmesi, göç edenlerin mahalle yerleşimlerinin ilaçlanması yoluna gidilmelidir. Bu konuda kentlerde ortaya çıkan alt yapı ve çevre sorunlarının çözümü için kamu yönetiminin göç edenlerin yaşadığı yerleşimlerin belediyelerine özel kaynak aktarması gibi maddi desteklerde bulunmalıdır.

5. Dar gelirlilere kira yardımı yapılması, beslenme sorununun çözümü konusunda destek sağlanması yoluna gidilmelidir.

6. Bir an önce sağlıksız barınma koşullarından yerleşik yaşama geçiş için gerekli adımların atılması sağlanmalıdır.Sosyal barışa yardımcı olacak, göç edenlerle kentin yerleşik grupları arasında kaynaşmayı, dayanışmayı sağlayacak, birlikte yaşama deneyimlerini zenginleştirecek, “kültürel-toplumsal yakınlaşma çalışmaları” yapılmalıdır.

7. Sağlık sorunlarının çözümü için, göç edenlere yönelik genel sağlık taraması yapılmalı, tedavi ve koruyucu hekimlik çalışmalarını da içine alacak, sağlık ocaklarının sayısını artırıp, mahallelere dağılımını düzenleyecek bir “sağlık projesi” başlatılmalıdır. Özellikle anne-çocuk sağlığı ve güvenilir annelik çalışmalarına ağırlık verilmelidir.


8. Çocukların okullaşma oranlarının yükseltilmesine çalışılmalıdır. Okula devam eden çocukların okulla bağlarının güçlendirilmesi hedeflenmelidir. Ders programlarında, kitaplarında, eğitim öğretim malzemeleri-araçlarında çocukların ana dilinin Kürtçe olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

9. Kamu yönetimi-yerel yönetim ve sivil-demokratik örgütlerin işbirliği gençlik sorunları üzerinde özel olarak durulmalı, gençlik danışma merkezleri, gençlik kültür evleri ve gençlik kalkınma kooperatiflerinin oluşturulması yoluna gidilmelidir.

10. Özellikle bölgenin bir çok yerleşim alanı birinci derece deprem bölgesi olduğu dikkate alındığında,doğal afetlerde mağduriyet  riskini azaltacak tüm tedbirler alınmalıdır.

İstihdam ve işsizlik
• Bölge ekonomisinin canlandırılması için öncü sektörlere yatırımın teşvik edilmesi; bölgesel ticaretin geliştirilmesi için önlemlerin alınması, yatırımları teşvikte istihdamı artırıcı, emek-yoğun ve katma değer üreten sektörlere ağırlık verilmesi gerekmektedir.
• İstihdam edilmeyen her yurttaşa ,işsizliklik sigortası bağlanmalıdır.

• İşyerlerindeki mevcut çalışma koşullarının iyileştirilmesi, çalışanların sosyal güvence kapsamına alınması.
• Kent merkezine uygun uzaklıklarda hazine arazileri tahsis edilerek ve uygun koşullarda kredi olanakları sağlanarak organize alanlarda üretim yapılmasının koşulları yaratılmalıdır. Ailelerin hayvancılık ve kent tarımı yapmalarına olanak sağlanmalıdır.
• Cinsiyet ve yaş gruplarına göre farklı programların uygulandığı istihdama yönelik beceri kurslarının açılması sağlanmalıdır.


Çocuk çalıştırılması
Bu sorunun hafifletilmesi ve zamanla çözüme kavuşturulması için acil ve orta vadeli önlemler alınmalıdır. Acil olarak, devletin uyguladığı eğitimi teşvik politikası geliştirilerek okuyan öğrenci başına verilen parasal miktar artırılabilir. Çocuk çalıştırılmasının tamamen ortadan kaldırılabilmesi ancak öngörülen eğitim ve istihdam politikalarının uygulamaya konulması sonucunda yetişkinlere insan onuruna yaraşır istihdam alanları açılması ile olabilir.
 
Mevsimlik işçilik
Mevsimlik işçilik aynı zamanda, ya çocukların eğitimden tamamen yoksun kalmasına ya da  eğitimlerinin önemli ölçüde aksamasına yol açmaktadır. Bölge dışına, Batı illerine mevsimlik işçiliğe gidenler sadece ücretlerin düşüklüğü, yaşam koşullarının kötülüğünden değil aynı zamanda etnik kimlikleri nedeniyle aşağılayıcı muameleye maruz kalmaktan şikâyetçidirler.
Bir yandan mevsimlik çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik yasal düzenlemeler yapılırken, öte yandan insanlara ailelerinin yaşadığı ve çocuklarının okula gittikleri mekânlarda istihdam olanaklarının yaratılması için politikalar uygulanmalıdır.

Eğitim
• Her şart ve koşulda ve  her  aşamada parasız eğitimi savunmaktayız.Çocukların eğitimini teşvik için devletin uyguladığı şartlı nakit transferi kapsamında verilen destek daha cazip hale getirilmelidir.
• Gençlerin yaşamlarının olumlu yönde dönüştürülmesi için bir yandan istihdam olanakları yaratılmalı, diğer yandan o istihdam alanlarına uygun beceri geliştirici meslek eğitimlerinin verilmesi gereklidir. Planlama yapılmadan verilen eğitimler sonuç alıcı olmamaktadır.
• Anadilde eğitim ve öğrenim için gerekli yasal ve alt yapı düzenlemeleri yapılmalıdır.
• İşsizleri vasıflı hale getirmek için verilen eğitimlere ait sertifikaların ustalık belgelerine dönüşümlerini kolaylaştırıcı yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
 
Kadınlar
• Kadınların yaşamlarını kolaylaştıracak, çamaşırhane, çocuk yuvası gibi yerlerin açılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.
• Kadınların çalıştığı iş kollarında işgücü arzının fazla olması sonucunda ücretlerin düşürülmesini önlemeye yönelik girişimlerde bulunulmalıdır.
• Kadınların kendi talepleri doğrultusunda eğitim programları oluşturulmalıdır.
• Ev eksenli çalışan kadınlara mallarını satmak için satış olanakları sağlanmalıdır.
• Özellikle erkeklerden kaynaklanan sorunların çözümü için erkeklerle ilgili programlar oluşturulmalıdır.
• Kadına dönük şiddet olgusunun ortadan kaldırılması için tedbirler alınmalı,kadın sığınmaevleri –yaşamevleri yaygınlaştırılmalıdır.
• Çatışma ortamından en fazla etkilenen kesimin başında kadın yer aldığı için fiziksel-sosyal-psikolojik gelişimini öngören ve anadilini kullanmasına olanak veren mekanlar yaratılmalıdır.
• Ev içi emek sosyal güvenceye kavuşturulmalıdır.
• Kadına iş yaşamında daha aktifleşmesi ve istihdam olanakları yaratılması için pozitif ayırımcılık uygulanmalıdır.

Sağlık sorunları
Sosyal devlet ilkesi gereği sağlık hizmeti ücretsiz yürütülmelidir. Mahallelerde, koruyucu hekimlik hizmetlerinin yanı sıra hijyen ve hastalıkların nedenleri konusunda da eğitimler verilmelidir.
Bu eğitimlerde dikkat edilmesi gereken nokta eğitimin insanların anlayabileceği dilde verilmesidir.
Bu mahallelerde mesai saatleri dışında da genel sağlık hizmetlerinin (enjeksiyon, pansuman gibi) verildiği sağlık ocakları kurulmalıdır.
C- ÇATIŞMASIZLIK HALİ İÇİN  EYLEM PLANI

22 Temmuz 2007 genel seçimleri sonrası Türkiye yeni bir sürece girmiştir. Tüm politik  güçler durdukları yerden ve kendi öncelikleri üzerinden ülke sorunlarına yaklaşmakta ve çözüm önerilerinde bulunmaktadır. Ancak, sorunların çözümünde rol oynayabilecek güç odakları ne yazık ki, ülkemizin en temel ve yakıcı sorununu adeta görmezden gelmektedir.

   Neredeyse 30 yılı bulan çatışma ortamı, ülkenin tüm sorunlarının derinleşmesinde bir ana kaynak işlevi görmesine karşın, hala bir terör ve güvenlik sorunu olmanın ötesinde ele alınmamakta ve bu bağlamda sorun her açıdan daha da derinleştirilmektedir. On yıllardır sorunu aynı zihniyet ve tedbirlerle çözme arayışlarının kesin başarısızlığı ortaya çıkmıştır. Toplum bundan dolayı her açıdan geri dönülmesi zor kayıplar yaşamaktadır. Coğrafyamızda yaşayan tüm insanlar artık bu sorunun çözümünü istemektedirler. Yaşanan can kayıplarını, her gün bir aileye düşün acıyı hiçbir insan anlaşılır ve kabul edilebilir bulmamaktadır. “VATAN SAĞOLSUN DEMEYECEĞİM”,“VATAN SAĞOLSUN AMA NEREYE KADAR” sözleri bunun  ifadeleridir.

Çatışmalı ortamın devamı, bin yılı aşkındır bu coğrafyada birlikte yaşayan ve yaşamın bir çok alanında ortaklık yapmış olan halklar arasında giderek geri dönülmesi ve onarılması zor düşmanlıklar geliştirmektedir. Buna denk gelen önemli uyarı sinyalleri bir çok yerde ortaya çıktı. Ama ne yazık ki, bunlar ya görmezden gelindi ya da birileri tarafından günlük politikanın malzemeleri olarak kullanıldı.

 Türkiye nin tüm sorunlarına sahip çıkan ve bu konularda çözüm yolları arayışı içinde olan bir parti olarak, ülkemizde öncelikle bir çatışmasızlık ortamının sağlanmasını ve ardından bunu kalıcılaştıracak adımların atılmasını hayati önemde buluyoruz. Bu alanda somut  sonuçlar alınmadığı sürece, ülkemizde iç barışın, huzur ve refahın sağlanamayacağını  görüyoruz. Bu bakış nedeniyledir ki, yıllardır iç barışımızın sağlanmasına dönük çaba içinde olduk. Bunun için bedeller ödedik. Çünkü, bin yıllık ortak yaşamın yaratığı ortak değerleri sahiplenmenin ve yaşatmanın tek yolunun bu olduğunu biliyoruz. Diğer tüm girişim ve yolların iki toplum arasına düşmanlık ekmekten ve bunları her geçen gün büyütmekten başka işe yaramadığını yakın tarihimizin tanıklığıyla öğrendik. Israrımız ve inadımız bundandır.

Tarihten gelen ortaklığın eşit ve özgür bir kardeşlik ilişkisiyle yeniden yapılandırmasının bu ülkeye ve insanlarına her açıdan kazandıracağını biliyoruz. Amacımız;  halkalarımıza, ülkemize, tüm bölgemize örnek olacak bir saygınlık  ve itibar kazandırmaktır.

   İç barışın sağlanması ve ilişkilerin yeniden yapılandırılması için, parti olarak bugüne kadar sorumluluğumuzun bilincinde hareket ettik.. Türkiye nin içinde bulunduğu bu gerilimli ve kritik günlerde de üstümüze düşeni yerine getirmekte kararlıyız. Çatışmasızlık ortamının sağlanması ve giderek kalıcı bir barışın tesisi için çabalarımızı yoğunlaştıracağız.
 
   Partimiz, bugüne kadar çatışmaların durması ve sorunun çözümüne elverişli bir ortamın oluşması için birçok girişimde bulundu. Yapılan bu girişimler zaman zaman olumlu karşılık da buldu. Bu  tüm toplumda çözüme dönük umutların oluşmasına da yol açtı. Ancak, bu girişimlerimiz her seferinde çatışma ve gerilimden beslenen yapılar tarafından sekteye uğratılarak, sonuçsuz bırakıldı. Bu yaklaşım halkımızda haklı olarak belli bir güven ve inanç kırılmasına yol açtı. Bundan dolayı, parti olarak daha ciddi ve sonuç alıcı bir sürecin geliştirilmesine öncülük etme rolümüzü oynayacağız. Yaşanan deneyimler göstermiştir ki, tek taraflı olarak ilan edilen ateşkesler  kalıcı ve pozitif sonuçlar yaratmamaktadır. Bu deneyimlerden de hareketle, iki taraflı bir çatışmasızlık sürecinin başlatılması ve giderek bunun kalıcılaştırılması için etkin bir çaba içine girilecektir.

    Bunun için;

    1-Ülkemizde yaşanan çatışmanın temelinde Kürt sorunu vardır.Yeni ANAYASA çalışmalarında Kürt sorununa dönük kapsayıcı yaklaşımların geliştirilmesi barışçıl bir ortamın sağlanmasına önemli katkı sunacaktır. Bunun etrafında diğer tüm güç ve yapılarla bir buluşma ve ortaklaşma çalışması geliştirilecektir.
 
    2-Kalıcı bir çatışmasızlık ortamının sağlanması için, ilgili tüm çevreler üzerinde etkili olunmaya çalışılacaktır. Ortamı oluştuğunda ve ilgili güçlerin olumlu yaklaşımları geliştiğinde arabuluculuk misyonu da üstlenilebilecektir.

   3-Sivil toplum örgütleri, demokratik kurum ve yapılarla kalıcılaşabilecek bir çatışmasızlık ortamının gelişmesi için ortaklaşma girişimleri başlatılacak,elverişli bir ortam ve baskı gücünün oluşması girişimlerinde bulunulacaktır.

   4-Çatışmasızlık ortamı için, önemli bir rol oynayabilecek dış güçler –Barış için çalışan uluslar arası sivil toplum örgütleri,AB , ABD ve Kürt Federe Yönetimi-  ile ilişki geliştirilecek ve bu eksenli bir diplomatik süreç başlatılacaktır.

   5-Tüm bu çalışmaları yürütmek için,siyasi parti ,barış meclisi,sivil toplum,demokratik kitle örgütü temsilcileri ve şahsiyetlerin içinde yer alacağı bir çalışma grubunun oluşması için partimiz,üzerine düşen tüm görevleri derin bir sorumlulukla yerine getirecektir.     

 


8 kasım 2007
DEMOKRATİK TOPLUM PARTİSİ 2.OLAGANÜSTÜ KONGRESİ

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!