Güncelleme Tarihi:
Daha iyi anlaşılması bakımından tarihini anlatarak başlamak istiyorum. İbni Arabi bütün Selçuklu Devleti, hatta Osmanlı’nın düşünsel hayatına çok önemli girdi sağlamış bir insan. Bu kavram, onun ‘Büyük üstat’ dediği Eflatun döneminden geliyor. Yani Milattan Önce’ye dayanıyor. Aslında iki yönü var, biri ‘doğru yönlendirme’, diğeri ‘yoldan çıkmamayı sağlamak’. Toplum doğru yöne gitmek için nasıl karar verecek?
Örnekleyebilir misiniz?
Tabii. Yönetim ve yönetişim farklı kavramlar. Mesela bir toplum savaşa gitme kararını askerlere bırakmak istemez. Buna mecliste karar verir. Ama savaşı da meclisten yönetemezsin. Bir generalin yapması gerekir. Ona yönettireceksin diye bütün kararı ona bırakırsan hayatın savaştan kurtulmaz. Dolayısıyla yönetim ve yönetişim birbirini tamamlayan ancak birbirinden ayrı kavramlar. Herhangi bir uygulamanın dört aşaması var. Birincisi fikir üreteceksin, ikincisi bu fikri ‘uygundur’ ya da ‘değildir’ diye test edeceksin. Üçüncüsü uygulama, dördüncüsü değerlendirme, hesap verebilmedir. Bunlardan bir ve üçüncüsü yönetim hakkı, iki ve dördüncüsü yönetişim hakkıdır. Ayrıştırmadığınız zaman çok büyük hatalarla karşılaşırsınız.
Ne gibi hatalar?
İnsan zafiyetleri ortaya çıkar. Eğitimlerde, “Annesi güzel olmayan var mı” diye soruyorum. Şimdiye kadar hiç olumsuz cevap almadım. Çünkü kendi fikrini kendin değerlendiremezsin. O sana zaten güzel gelir. Başkasının değerlendirmesi lazım. Bunları ayrıştırmak toplumda güven oluşturmak için önemli bir unsurdur. Ayrıca bunu ayrıştırmanın şöyle bir faydası var: Her yönetici başkalarının kaynaklarını kullanıyor. Yönetişim kavramı olmadığında riskler artıyor.
Riskleri daha somut şekilde anlatır mısınız?
Siz başkalarının kaynaklarıyla aklınıza gelen her şeyi uyguladığınız zaman daha çok hata yaparsınız. Başkasının parasını harcamak kolay gelir insana. Hele de kötü niyetliyseniz, kendi namınıza kullanırsınız. Güven ortamı yok olur gider.
‘Belediye Yönetişim Karnesi’nin önsözünde bir cümle dikkatimi çekti. “Esas olan insanların geleceklerini biçimlendirmede söz sahibi olması, yerel ve küresel karar alma süreçlerine katılabilmesi” diyorsunuz. Biz Türkiye’deki yurttaşlar bunu başarabiliyor muyuz?
Bu konuda gelişmemiz gerekiyor. O yüzden çocuklardan başlayarak öğretmeye çalışıyoruz. Bizim kültürümüzde bu var biraz. Mesela Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyanın en uzun imparatorluklarından biri olmasının altında AB’de de çok önemli bir kavram olan ‘yerindenlik’ kavramını çok iyi uygulamış olması yatar. Osmanlı, fethettiği yerlerde vergi ve askerlik haricindeki kararlarda yerel yönetimlere özerklik verdiği için oradaki insanlar voyvodalıkla yönetmek yerine Osmanlı tarafından yönetilmeyi tercih etmiştir. Her karar, o kararı ilgilendirenlerin tamamını içeren en alt seviyede alınmalıdır. Sen anne-baba olarak çocuğunu çok iyi korumaya çalıştığında, çocuğun yeteri kadar gelişmiyor. Bir miktar alan bırakman lazım. Toplum olarak da bütün kararlar tek bir yerden alınırsa, herkese uygun olması zordur. Küresel ısınma için küresel bir karar mekanizması olması lazım. Yerel için yerelde karar alınması lazım. Hatta 12. ve 13. Yüzyıl Anadolu kültürünün de etkisi vardır üzerimizde. Mevlana’nın ‘Ne olursan ol gel’ sözü çeşitliliği bir yerde yaşatabilmektir. Yunus Emre’nin “Kendin için ne istiyorsan, karşındaki için de onu iste” gibi önemli sözleri var yine. Hakikaten İmparatorluğu o kadar uzun yaşatan kapsayıcılığı içeren kavramların olmasıydı.
Bugün dünya bu kavramlara ne kadar ihtiyaç duyuyor?
Çok. Pabucu dama atmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Meslek loncalarının kalite bozukluğu yapan üyelerini cezalandırma aracıdır. Pabucunu dama asıyorlar, astığı müddetçe ondan alışveriş yapmak yasak. “Sen bizim mesleğin itibarını düşürüyorsun” diye ortaklaşa bir sorumluluk alıyor ve ona bir müddet ceza veriyor. Bugün dünyanın ne kadar ihtiyacı var bu toplumsal sorumluluk örneğine, düşünsenize.
Yönetişimin, liyakatı da destekleyen bir kavram olduğunu düşünürsek, aile şirketleri ya da siyasi yönetimlerdeki nepotizm üzerinde ne kadar etkili olur?
Aile şirketinden örnek verelim. Yönetim kurulunda bağımsızlar olduğu zaman oradaki tartışma şirketin geleceği üzerine odaklanıyor. Duygusallık ya da kişisel konular başka tarafa taşınıyor. Olmadığı zaman duygusallık şirket sorunlarının önüne geçiyor ve zarar veriyor. Mesela, Dünya’nın ilk halka açık şirketi Hollanda’da. Osmanlı, Akdeniz’i kontrol edince Batılılar zenginliklere yani Doğu’ya ulaşmak için alternatif yollar denemeye başlıyor. Burada teknolojik inovasyon Portekizlilerden geliyor. Uzak yol gemileri inşa etmeye başlıyorlar. Ancak bu gemiler yeni olduğu için açık denizlerde çok büyük risklerle karşılaşıyor. Yüzde 20’si geri gelmiyor. Gemicilerin ise yüzde 60’ı dönmüyor. Bunu bir aile finanse ediyor, geri gelirse zengin oluyor, gelmezse bütün varlığı gidiyor. Bunun üzerine Hollandalılar da kurumsal inovasyon yapıyor. Madem durum böyle biz niye hepimiz ayrı gemi yapıyoruz. Beş aile birleşelim, beş gemiyi finanse edelim, gelen hepimize yeter, hiçbirimiz batmayız. Halka açık şirket doğuyor. Sonra batıyor.
İyi bir sonuç bekliyordum, şaşırdım…
Batıyor, çünkü ortaya yönetişim zafiyeti çıkıyor. İşler büyüyünce oraya bir takım adamlar atıyorlar, onları denetleyemedikleri için batıyorlar. Yönetişim zafiyetlerinin maliyetini yaşayarak böyle bir deneyim yaşamışlar.
Yönetişim kavramının temel dayanağı güven duygusu mu?
Algı olarak doğrudur. Kavram olarak ise doğru yola gitmek ve yoldan çıkmamaktır. Bu da güveni oluşturur sonuçta. Ben sizin kaynağınızı kullanıyorsam onun nereye gideceğini bilmem ve yoldan çıkmamasını sağlamam lazım.
Süreçlere katılmaktan bahsettiniz. Günler sonra bir yerel seçim var ve hepimiz yurttaşlık görevimizi yapacağız, sandığa gideceğiz. Dahası mı var?
Görev orada bitmiyor işte. Bir kere 2005’te Türkiye’de müthiş bir yerel yönetim reformu oldu. Bu reform kanunlarımızda var. Diyor ki, “Katılımcı stratejik plan yapacaksın.” Ne demek bu? Kaynakları nasıl kullanacağına herkesin görüşünü alarak karar vereceksin. Dolayısıyla bu sürece vatandaşlar, sivil toplum kuruluşları katılabilir, katılmalı. Hesap sormak ile ilgili, bilgi edinme hakkın var, bunu yapabilirsin. Farklı kesimler öneri getirsin diye kent konseyleri kuruldu. Devletin şikâyet mekanizmaları var, orada mutlu olmadığı konuları dile getirebilir. Yerel yönetimler, vatandaşın kamu yönetimiyle en sık temasta bulunduğu alanları oluşturuyor. Biz de yerel seçimler yaklaşırken bir yıl boyunca ilçe belediyelerine yönetişim karnesi vermek için 20 bin sayfa dokümanı irdeledik. Ve İstanbul ilçe belediyelerine yönetişim karnesi verdik.
Hangi sorulara yanıt aradınız?
Çok soru sorduk. Bazılarını söyleyeyim: ‘Belediye bütçesinin hazırlaması sürecine davet edildiniz mi’; ‘Belediye meclisinin bütçe onay aşamasında görüşünüz alındı mı’; ‘Belediye mahallenizde imar değişikliği yapmadan görüşünüzü alıyor mu’; ‘Mahallenizde belediye faaliyetleri yapmadan önce size bilgi veriyor mu’; ‘Belediye ile bir ay içinde ortalama kaç kez temas edersiniz’; ‘Belediye başkanına kolay ulaşabiliyor musunuz’, ‘kent konseyi çalışmalarına davet ediliyor musunuz’ gibi sorulara cevap aradık.
Kim birinci, kim sonuncu çıktı?
Bizim kitapta bunun cevabı yazmıyor. Çünkü toplum, bu sorunun cevabını aldığı anda tüketir. Biz her belediyenin 14 alanda başarı oranlarını ortaya koyduk. Kim kimden daha iyi görmek için, bütün sayfaları gezmek zorunda. Her sonucun bir anlamı, öğreteceği bir mesajı var. Mesela Bağcılar Belediyesi, halk toplantıları yapıyor. O toplantılara sadece halk değil, yöneticiler de katılıyor. 39 belediyenin 4-5’i katılımla ilgili hiçbir şey yapmamış mesela. Oysa bir araya geldiğimizde şikâyetlerimizi, dileklerimizi daha kolay ortaya koyuyoruz. ‘Katılımı sağlarsan şunun gibi başarı sağlarsın’ı da göstermek istedik. Bütçe ile harcama arasında bir fark olabilir, sel oldu, önceliğin değişti diyelim. Sen bunu vatandaşa anlattın mı, hesap veriyor musun, bu senin web sitende var mı?
Nasıl bir sonuç elde ettiniz?
Bence çok iyi iki sonuç çıktı. Bizim önerilerimizden biri şuydu: “Faaliyetlerinizi entegre raporu olarak yayımlayın”. Mesela geçen hafta Kadıköy Belediyesi “Biz fikri alıyoruz” dedi ve dünyada entegre raporu yayınlayan ilk belediye oldu.
Entegre raporu yayınlayınca ne oluyor?
Konu sadece finansallarınla ilgili hesap vermek değil. Toplumun entelektüel sermayesini nasıl geliştiriyorsun, çevreyi, başka kaynakları nasıl etkiliyorsun, bunu görüyorsun. “Şu kadar yol yaptım”ın ötesinde yaşlılara, gençlere, engellilere şunu sundum, bu da şu stratejik hedefime uygun bir davranış diyorsun. İkinci güzel gelişme, Sultanbeyli Belediyesi’nden bizi aradılar, raporu çalıştıklarını söylediler, kendi verilerini almışlar, diğerleriyle karşılaştırmışlar. Biz bazı yaptıklarımızı açıklamadığımız için geri kalmışız, bazı şeyleri de yapmıyormuşuz diye kendilerini tarttılar. Amacımız buydu, bu bakış açısını vermekti.
Tüm bunların nedeni yaşam kalitesini arttırmak mı?
Kesinlikle. Güvenin olduğu yerde daha çok gönüllü çalışıyor. Güvenin olduğu yerde sana daha çok kaynak geliyor. Dünyada da baktığınızda güvenin olduğu yerde refah seviyesi daha yüksek. Dolayısıyla güven, yaşam kalitesini arttırıyor.
Bir belediye bu modellemeyi alır ve ona göre yol haritasını çizerse nasıl bir sonuçla karşılaşır?
Kaynaklarını daha verimli kullanır. İlçesinde oturanların ne istediğini bilir. Diyelim sizin iki çocuğunuz, benim iki yaşlı ebeveynim var. Ben belediyeyi yaşlılar evi yaptığı için severim ama siz az kreş yaptığı için sevmezsiniz. Eğer “Benim beldemde vatandaşların yüzde 70’i yaşlıdır. Onun için oraya daha fazla kaynak verdim” derse, yani hesap verirse, siz o belediyeye kendi mutsuzluğunuza rağmen daha çok güvenmez misiniz? Ortak bir gelecek için sınırlı kaynakları paylaşmamız lazım. Paylaşırken elbette bazı şeylerden çok mutlu olmayacağız. Ama yapılanlar şeffaf, veri tabanlı olursa bunu anlarsınız. Bildikçe güven artar.
BİLGİ YOKSA ALGI VE HİSLERLE DAVRANIRSINIZ
Güven diyoruz, şeffaflık diyoruz. Peki biz gerçekten tüm bu hizmetleri mi oyluyoruz yoksa ideolojiyi mi?
Verinin olmadığı yerde ideolojiye oy verme olasılığı artar. Verinin olduğu yerde kimin neyi daha iyi yaptığına bakarsınız. Bilgi yoksa algı ve hislerle davranıyorsunuz. Bilim her zaman öbürünü geçer.
Yurttaşa ne öneriyorsunuz?
Katılım sağlaması, taleplerini dile getirmesi, bilgi edinme hakkını kullanması gerekiyor. Gelen cevaptan tatmin olmuyorsa, ısrarcı olması lâzım. O zaman demokrasinin kalitesini artacaktır.
BU SORUYU NİYE SORUYORSUN?
Kent konseyleri ve halk meclislerinin katılımı belediyedeki işleyişi etkiliyor mu? Gerçekten öneri getiriyorlar mı?
Kent konseylerinin kararlarına, ne kadar uygulandıklarına baktık. Kent konseyleri gerçekten öneri getiriyor mu, getirmiyor mu? Çünkü bazısının kendisi var, etkisi yok. Muhtarları bu işin içine kattık. Bir de Sabancı Üniversitesi’nden bir sınıfla anlaştık. Her öğrenci 39 belediyeye birer soru sordu. Bilgi edinme hakkı nedeniyle iki hafta içinde cevap verilmesi gerekiyordu.
Cevap geldi mi?
Bu önemli, çünkü iki hafta içinde cevap verenler yüzde 50’yi bile bulmuyor. Bir kısmı “Sen bu soruyu niye soruyorsun” diye kızıyor. Bir kısmı geçiştiriyor. Kanunda olan hakkın kullanılmasını zorlaştıranlar oluyor. Daha da önemlisi ne biliyor musunuz? Sabancı Üniversitesi’nde bu çalışmaya katılan öğrencilerin büyük bir kısmı da bu haklarının olduğunu bilmiyordu.
Muhtarlar ne kadar etkili?
Onlara da mesela, “Size imar planı değişirken ne kadar danışılıyor” diye sorduk. Yok, sorulmuyor. Sorulması lazım. 227 soru var, amaç onlara baksınlar. Çünkü hepsi yurttaşın hakkı, yönetenlerin görevi.
OYUNLARLA DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI
Dünyada bir ilk olan çocuklar için yönetişimi öğreten kitaplar çıkardınız. Anlatır mısınız, kimlerle çalıştınız?
Öncelikle tabii ki pedagoglarla konuştuk. En erken kaç yaşında öğretebiliriz diye sorduk. 9-10 yaş dediler. Çok yönlü takımlar kurduk. Pedagog, konu uzmanı, karikatürist, ölçme değerlendirme uzmanı…
Ne öğretiyorsunuz?
Oyunlarla demokrasi ve haklarımızı, toplumsal cinsiyet eşitliğini, farklılıklarımıza saygı göstermeyi, dayanışma ve gönüllülüğü, finansal okuryazarlığı, güvenli bilgiye erişimi ve elbette çevre bilincini ele alıyoruz. Her sorumlu bireyin, hangi yaşta olursa olsun kararlara katılma hakkı bulunuyor. Ailemizle, arkadaşlarımızla, okulumuzla, yaşadığımız çevreyle, toplumla ve dünyayla ilgili kararlar alınırken ne kadar çok insan fikrini söylerse, alınan kararlar o kadar güçlü oluyor. Sürekli öğrenen bir bireyin kararları da daha etkili oluyor. Hedefimize ulaşırken, zamanımızı ve kaynaklarımızı amacına uygun kullanmalıyız. Önce isteklerimizin ve ihtiyaçlarımızın farkında olmalı, sonrasında gerekli olan harcamalarımızla ilgili fiyat araştırması yapmalıyız. Araştırdıkça bütçemize uygun davranabilir ve hesap verebiliriz. Öğrenen bir birey olarak, hayallerimize giden yolda ilerlerken aldığımız kararları açık ve şeffaf olarak paylaşabildiğimizde, bize güven duyulmasını sağlıyoruz. Böylelikle güvene dayanan daha sağlam ilişkiler kuruyoruz.Ve bunu topluma yayabiliriz…
Kesinlikle. Bakın böyle bir birey, bilgisini paylaşır. Bu davranışların yayılması için çevresiyle iş birliği yapar, yaşadığı toplumla ilgili sorumluluk üstlenir.
DÜNYA İÇİN NE YAPABİLİRİZ?
“Türkiye’nin önemli problemlerinden biri reel faizler uzun süre yüksek kaldığı için herkesin perspektifi çok kısadır. Türk insanı stratejik düşünmek yerine fırsatçı düşünür. Strateji yetkinlik geliştirmeyi gerektirir. Biz dünyada daha fazla katma değer yaratmak istiyorsak dünyanın hangi sorununa çözüm üretmemiz lazım, hangi fırsatı yakalarım diye düşünmek değil. Türk insanının fırsatçı olduğunu söylemiyorum ama maalesef ortam biraz böyle. Buradan yola çıkarak, Akademi olarak “Biz dünya için ne yapabiliriz” diye düşündük… Dünyanın önemli borsalarında sürdürülebilirlik endeksine girmiş şirketlerden belli endüstride olanlarını seçtik, bunu nasıl yapıyorlar, araştırdık, dünyadaki sürdürülebilirlik liderlerine yönetişim karnesi verdik. Bizden de bu endekse girmiş 20’ye yakın şirket var. Bu, Türkiye’den dünya için düşünen bir araştırma olacak. Çok enteresan sonuçlar çıkmaya başladı. İki ay içinde açıklayacağız. İngilizce yayınlayacağız.”