Doğu'nun Erin Brockovich'i

Güncelleme Tarihi:

Doğunun Erin Brockovichi
Oluşturulma Tarihi: Mart 31, 2001 00:00


Kadir SABUNCUOĞLU
Haberin Devamı

Diyadin'de eczacılık yapan Nuray Merttürk, 49 yaşında hayata yeniden başladı

Nuray Merttürk eczacı. Eşini ve 2 oğlunu İstanbul'da bırakıp, hayatını sıfırlamış. Bir süredir Diyadin'de feodal yapıyla mücadele ediyor. Amacı sevgi okulu kurmak.

İnsanlara sevgiyi öğretiyor. Yiyecek, giyecek getirtip, dağıtıyor. Nuray Merttürk, verdiği yaşam mücadelesiyle Julia Roberts'a Oscar getiren Erin Brockovich'i anımsatıyor.

JULIA Roberts, Erin Brockovich (Tatlı Bela) filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu Oscar'ını kazandı. Bu film gerçek yaşamdan alınan bir öyküydü. Bu öykünün bir benzerini, 49 yaşındaki eczacı Nuray Merttürk, Ağrı'nın Diyadin İlçesinde sevgi savaşı vererek yaşıyor.

Merttürk, İstanbul Mecidiyeköy'de başlayan mutlu bir yaşamın ardından Amerika'da öğrenciliğe devam etmiş. Daha sonra, İstanbul Eczacılık Fakültesi'ndeki öğrenimi sırasında tanıştığı bir makina mühendisiyle evlenmiş. Kumburgaz'da uzun yıllar eczacılık yapmış. Merttürk, 1997'de borsadaki hisse senetlerini ve açık senetlerini bir arkadaşına vermiş. Arkadaşı onu büyük bir zarara uğratmış. O sırada çok sevdiği annesini de kanserden kaybetmiş. Tüm bunların faturasını ödemek için 2 oğlu ile eşini bırakıp, Anadolu yollarına düşmüş. Diyadin'de bir aşiret reisi ile girdiği savaş nedeniyle, hayatını o ilçede geçirme kararı vermiş.

İNSANLAR SİNDİRİLMİŞ

Diyadin, Ağrı'nın İran sınırına yakın Tendürek Dağları'nın eteklerinde, 10 bin 900 nüfuslu, en fakir ilçelerinden biri. Ağrı ile Gürbulak Sınır Kapısı arasında, il merkezine 60 kilometre uzaklıkta bir ilçe. Nuray Merttürk, buradaki Sevgi Eczanesi'nin sahibi. Anlatacak çok şeyi var:

‘‘Bir aşiret reisi, eczane işletiyor. Kendisi eczacı değil. Yıllarca kim eczane açmışsa kapattırmış. Tam bir terminatör. Dünyanın en gaddar ve acımasız insanı. Doğu'ya gittiğimi bilen bir arkadaşımdan benim adımı almış. Bir telefonla ulaştı ve beni ikna etti. Meğerse amacı bana eczane açtırmak değil, açılacak bir başka eczaneyi engellemekmiş. İlk müşterinin gözlerindeki korkuyu gördüm. Merak ettim, araştırdım. ’’

Burada yaşayanlarda sevgi eksikliğini hisseden Merttürk, bunda fedoal yapının etkisini görüyor. Çocukların isteyerek dünyaya getirilmediğini söyleyen Merttürk, ‘‘Çocuk büyüyor ama anne ve baba sevgisinden uzakta. Çünkü anne ve baba çocuğunu kucağa alamıyor. Töreye ters düşer diye. 17 yaşına girmeden evlendiriliyor. Erkek karısını, kadın erkeğini sevmesini bilmiyor. İnsanlar birbirlerine güvenmiyor. Çünkü terörün acı izleri var’’ diyor.

PES EDERSİN DEDİLER

Kendisine bir amaç edinmeye böylece karar vermiş Nuray Merttürk. ‘‘Eczanemin ismini 'Sevgi' koymalıydım. Sevgi üzerine yazılmış bütün kitapları okudum. Dedim ki, sevginin başaramayacağı hiçbir şey yok. Düşünün kadının sokağa çıkmadığı bir toplumda, ayağında kot pantolon, başı açık bir kadın burada eczane açıyor. 'Başaramazsın, pes edersin' dediler. Ben 7 Temmuz 1997, saat 15.00'den beri Diyadin'deyim. Sevginin gücüyle tüm engelleri aştım. Hayatımda 45 yaşına kadar geçirdiklerim milattan önceydi. Tanrı özel olarak göndermiş beni buraya. Çile ve eziyet çekmiş insanlara yardım etmek için. Türlü iftira ve engellemelere karşı bunu başardım.’’

Aşiret ağasının tarihi geçmiş ilaçları sattığını, bunu belgeleriyle savcılığa verdiğini söyleyen Nuray Merttürk, şöyle anlatıyor:

‘‘Aşiret reisi, ‘Senin onuruna, mesleğine, namusuna öyle lekeler atarım ki, artık Türkiye'de yaşayamazsın' dedi. Korkacağımı sandı, ben de ona 'Hodri meydan' dedim. Çok güç koşullar altında ikamet ettiğime dair belge aldım. Aylarca aynı kot pantolonla dolaştım. Ama asırlık bir imparatorluğu yıktım. DSP'den Belediye Başkanlığı'na aday olduğum sırada miting meydanlarında halka yaptıklarını yüksek sesle anlattım. Seçimi şimdiki FP'li Başkan 700 oyla kazandı, ben 250 oy topladım. İnsanlarla sevgide buluştuk.’’

Acıyı burada çektim buraya gömüleceğim

Nuray Merttürk, eczane açmak için verdiği mücadeleyi, ‘‘Ben devletin orada var olduğunu ispat etmek için devletin kendisi ile savaştım’’ diye nitelendiriyor. Merttürk, ‘‘Ben bir sevgi okulu açmak istiyorum. Bunu Amerikalı bir sevgi misyoneri yapmış. Her gün gençlere bir saat sevgiyi öğretmek istiyorum. Buradaki insanlar doğa, insan, hayvan sevgisinden yoksunlar. Eğitim yok. Şu anda tek eczaneyim. İki yıldan beri ilçenin vergi rekortmeniyim. Burada durumları fakir olan 1'i kız 3 çocuğu okutuyorum. Eşim enfarktüs geçirdi, 6 damarı değişti. Hepsi benim yüzümden. Ancak hiçbir şekilde geri dönemem. Buraya gömülmek istiyorum. Acıları burada çektim bedelini de burada ödemeliyim. Burada sevgiyi buldum. İstanbul'daki arkadaşlarımla kampanyalar düzenliyorum. Yiyecek, giyecek getirip dağıtıyorum. Bir esnaf kefalet kooperetifi kurmak için çaba harcıyorum.’’

Merttürk, çalışma hayatında hiç makyaj yapmamış, spor kıyafetleri tercih etmiş. Kendini şöyle anlatıyor:

‘‘En büyük zevkim mangal yakmak. Aile planlaması için köyleri gezerim. Eskiden sadece biberon ve emzik satardım. Şimdi erkekler bile gelip benden doğum kontrol hapı alıyorlar. Artık Diyadin vatanım. ’’

Diyadin’in ‘Sevgi Ablası’

SEVGİ Eczanesi'nden içeri girince, raflardaki ilaçlardan çok Nuray Merttürk'ün İstanbul'a veda etmeden bir hafta önce çektirdiği büyük boy fotoğraflar dikkati çekiyor. Kocaman bir soba, içerdeki havayı daha bir sıcaklaştırıyor. Kapı sıkça açılıyor, içeri girenler çoğunlukla erkek. Ellerinde reçeteler. Kimi ‘‘Sevgi abla’’, kimi ‘‘Sevgi bacı’’, kimi ‘‘Sevgi ana’’ diyor Merttürk'e.

Omuzlarına düşen saçları, sol kulağında üç küpesi, çenesindeki sakalı ve ince bıyıkları ile bir genç var eczanede. Eczacı Nuray Merttürk'ün büyük oğlu Murat olduğunu öğreniyoruz bu gencin. Yıldız Üniversitesi Makina Mühendisliği bölümü son sınıfında okuyor. Özlem gidermek ve annesine güç vermek için İstanbul'dan Diyadin'e gelmiş. Bir taraftan da İnternet'te dolaşıyor. Fotoğraf çektirme ve konuşma isteğimizi kabul etmiyor.

O sırada Sevgi Eczanesi'ne başındaki kasketiyle 70 yaşlarında, 10 çocuk babası Baki Aydın adımı atıyor. Yıllara meydan okuyan Aydın, anlatıyor:

‘‘O benim evladım. Biz onu çok seviyoruz, o da bizi. Bir defa bana 'Baba' dedi, ben de ona 'Ana.' Geçtiğimiz yaz Antalya'ya tatile gitmişti. Onu göremediğim için hastalandım, hatta yatağa düştüm. Telefon açmış oralardan, öğrenmiş benim durumumu. Tatilini yarıda keserek geldi. Ben de kızımı görünce hemen iyileştim, ayağa kalktım.’’

Oscar getiren gerçek bir öykü

GERÇEK yaşam öyküsünden beyazperdeye uyarlanan ‘Erin Brockovich’ filmi, 2 kücük çocuğu ile yaşam mücadelesi vermek zorunda kalan bir kadını anlatıyor. 2'nci evliliğinde de eşi tarafından terk edilen Erin'in bir iş bulacak eğitimi ya da özel bir becerisi yoktur. İş için çaldığı kapılar sürekli yüzüne kapanır. Ancak hayat bu kadar acımasız değil elbette. Hayal kırıklığıyla sonuçlanan bir iş görüşmesinin ardından, kendisine vurup kaçan bir sürücüyü dava etmek için başvurduğu avukatlık bürosunda, artık sabrının sonuna geldiğini düşünürken, yaşamında bir başka pencere açılır. Kararlılığı, çalışkanlığı ve zekası sayesinde milyarlık bir şirkete dava acacak kanıtlar toplar. Avukatlık şirketinin yaşlı, babacan sahibi (Albert Finney) ile birlikte yüzyılın en önemli davalarından birine damgalarını vurur. Erin, kazanmıştır. Sonuçta iyi yaşayacak parası, sürekli hayalini kurduğu şık bir çalışma ofisi ve işi olmuştur.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!