Güncelleme Tarihi:
Rauf Denktaş'ın eşi Aydın Denktaş Kıbrıs'taki mücadele yıllarını, eşini, yalnızlığını anlatıyor...
DAHA NE KADAR SÜRECEK?
Rauf Bey'le geçmişe yönelik hesaplaşmalarınız oluyor mu?
- Vallahi o da üzülüyor. ‘‘Hakikaten beraber olamamışız’’ diyor. O kendini tamamen cemaate verdi. Ben de hep destekledim. Ama artık ‘‘yeter’’ diyorum. Bu daha ne kadar sürecek? Kıbrıs meselesi kolay kolay biteceğe benzemiyor. Bitti, bitecek deniyor, başka bir hadise çıkıyor. Rauf, Cumhurbaşkanlığı'na yeniden adaylığını koydu. Ben cidden istemiyordum. ‘‘Halk nasıl olsa seni tanıdı artık. Bu yaşta çıkıp, köylerde dolaşıp, yeniden adayım, bana oy verin, beni seçin demek...
Yazık, günah değil mi?
Ne kadar zamandır Rauf Denktaş'la birliktesiniz?
- Beni, daha doğduğum zaman, 'nişanlın doğdu' diye, Rauf'un kucağına vermişler. Akrabayız. Annemle eşim, iki erkek kardeşin çocukları. Kendimi bildim bileli Bayan Denktaş'ım. On beş yaşında evlendim, on altıda doğurdum.
Çocukluk yıllarınızda da birlikte miydiniz?
- Tabii, bana yardım ederdi. Tek ayak oynarken ayakkabım çözülse, o bağlardı. Abi derdim. Nikahlandığımda bile, arkadaşlar içinde utanır, ‘‘abim geliyor’’ derdim. Onlar da benimle alay ederlerdi, 'abin geliyor' diye.
BAŞKA SEVGİLİSİ DE VARDI
Beşik kertmesi mi yani?
- Annem ve anneannem, büyüyüp evleneceksin, Rauf'un eşi olacaksın, derlerdi. Dokuz yaşındaydım, tatile giderken, Rauf bana bir bilezik takmış, ‘‘Seni alacağım, beni bekle’’ demişti.
Rauf Bey, o zaman, başka kızlara bakmaz mıydı, başka sevgilisi yok muydu?
- Bakmaz olur mu? Başka sevgilisi de vardı tabii.
BABAM ZENGİNDİ
Ailenizin maddi durumu nasıldı?
- Çok güzeldi. Babam Kıbrıs'ın zenginlerindendi. Eczacıydı. Fakat çok cimriydi. Allah rahmet eylesin, bize birşey vermezdi. Ve aynı evde oturmamız konusunda çok ısrar etti. Babam, benim de erkek olmamı istiyormuş, o yüzden adımı Aydın koymuş. Doğduğumda üç gün beni görmek istememiş. Daha sonra erkek kardeşim doğunca onu kendisine daha yakın hissetti, daha fazla sevdi, ben bunu hep hissettim.
İÇGÜVEYİSİ OLDU
Rauf Bey'i içgüveyisi aldınız yani?
- Evet, içgüveyisi olacağı için de nikah kıyılmadan eve sokulmadı. Dört buçuk sene babamlarla oturduk. Evlendiğimizde çok küçüktüm. Ne yemek ne de temizlik yapmasını biliyordum. İkinci yıl çocuğum olunca zor oldu. Rauf, Girne boğazında bir ev aldı. Orada ikinci ve üçüncü çocuklar dünyaya geldi. İkisinin arasında on dört ay vardı. O arada Rauf'un tayini de Uzakdoğu'ya çıktı. Fakat küçük kızım Dilek, spastikti, gitmedik. Beyin ameliyatı için İngiltere'ye gittiğimizde, üç yaşındayken Dilek'i kaybettik.
İPTEN ADAM ALIRDI
Rauf Bey, Uzakdoğu'ya ne olarak gidecekti?
- İngiliz Hükümeti'nin savcısı olarak.
Avukatlığı nasıldı?
- İpten adam kurtarır diye nam salmıştı. Hiçbir davasını kaybetmedi. Ben o dönemde sık aralıklarla çocuk doğurduğum için fazlaca takip edemiyordum.
TÜRK SEFARETİNDE 13 GÜN
Kıbrıs'ta zor günler geçirdiniz...
- Tabii, zaten küvette ölü bulunan doktoru ve ailesini, biz zannettikleri için, öldürdüklerine dair bir söylenti çıktı. Çatışmalar başladığında duvarların dibinden sürüne sürüne İngiliz Sefareti'ne, oradan da Türk Sefareti'ne geçtik. 300 kişiydik. Sefarethane erkanı, askerlerin aileleri, çocukları, yerlerde yatıyorduk. Ben ve beslediğim kız yemek yapma işini üzerimize almıştık. Ama yemek diye bir şey yok. Un getiriyorlardı, pide yapıyorduk, bakıyorsun diğer bir gün, hiçbir şey gelmiyordu. Arasıra muz geldiği zaman yalnızca çocuklara veriyorduk. Öyle kıt kanaat, 13 gün orada kaldık.
Evi geçindirecek parayı nereden buluyordunuz?
- Rauf o zaman Türk Cemaati Başkanı'ydı.
Üniforması var mıydı?
- Hayır, bilmiyorum. Dışarıda giydi mi, onu da bilmiyorum. Cemaat arasında dolaşıp moral takviyesi yapıyordu. Ama yanında daima bir kurşun saklıyordu. Eğer teslim olmak zorunda kalınırsa intihar edilecekti. O dönemler devamlı kontrol ediliyorduk. Bir gün birileri gelip, ‘‘Burada kalamazsınız, Rauf Bey görüşmeler için Amerika'ya gitti, sizi Türkiye'ye götürelim’’ dediler. Ne yapacağımı şaşırdım. O zaman görümcemin kızı da, İngilizce öğrensin diye, bende kalıyordu. Tanklarla havaalanına götürdüler.
TURGUT SUNALP KARŞILADI
Bu işler olurken Rauf Bey'den haber alabiliyor muydunuz? Yanınızda olmadığı için kızıyor muydunuz?
- Hayır, biliyordum ki, vazifedeydi. O kendini adamıştı. Beni düşünmüyordu artık. O yalnızca ‘‘cemaat kurtulsun’’ derdindeydi. Bana güveniyordu. Benim başaracağımı biliyordu. Ankara'ya geldiğimizde, Turgut Sunalp Paşa bizi karşıladı. Bizi bir buçuk ay evlerinde misafir ettiler. Yirmi gün sonra, ilk kez Rauf'la görüşebildik. Ankara'ya geldiği zaman.
Memnun olmuşsunuzdur...
- Bir gün sonra da ‘‘ben Amerika'ya gidiyorum, bir ev bulun’’dedi ve gitti.
ARASIRA HAK VERİYORDU
Rauf Bey'le tartışma şansınız da yoktu herhalde. Dünyanın sayılı müzakerecilerinden biri, ne de olsa...
- Yoook, arasıra hak veriyordu canım. Haklısın diyordu. O zaman ben de susuyordum.
Hediye getiriyor muydu size?
- Arasıra. Dolar veriyordu, ‘‘Al bunu, idare et’’ diyordu. Cemaat Başkanı olmasına rağmen maaşımız gelmiyordu. Felçli annemle de bağlantı kuramıyordum.
ÇOK ROMANTİK BİRİ DEĞİL
Bu kadar sorunla boğuşurken biraraya geldiğinizde Rauf Bey sizi sevdiğini söylüyor muydu?
- Diyordu tabii.
Ne kadar sık söylüyordu?
- Yok, çok sık değil. Çok romantik biri değil.
Şimdiye kadar on kez söylemiş midir?
- Yok yok, o kadar olmamıştır.
‘‘Seni seviyorum’’ derken sesinin tınısı nasıldı, vurgular yerinde miydi?
- Öyle aşıkvári bir halimiz hiç olmadı.
Türkiye'de, sakin günler mi geçirdiniz?
- Büyük oğlum, Kıbrıs'a gitmesi için babasına israr ediyordu. Allah rahmet eylesin, Raif'im de babasıyla gitmek istiyordu. Çünkü arkadaşları okulda onu, İngiliz casusu, kaçaklar filan diye kızdırıyorlardı. Orta 2. sınıfa giderken bir keresinde kartopunun içine jilet koyup kafasına attılar, başından yaralandı.
Sonra ne oldu peki?
- Raif, sürekli olarak babasına mektup yazıp ‘‘Ya kıbrıs'a çıkarsın ya da bu şerefsizliği üzerimizden silersin’’ dedi. Vatanına söz söyletmeyen çok milliyetçi bir çocuktu. Hele ailesine ve babasına bir söz söylendi mi yıkılırdı.
KIBRIS'A GİTME TEŞEBBÜSÜ
Rauf Bey oğlunu dinledi mi?
- Evet, Kıbrıs'a gitme teşebbüsünde bulundu. Ben safra kesesinden ameliyat olmuştum. Beni hastaneden aldı, eve gidiyoruz, bir de baktım ki, bizim evi geçiyoruz. ‘‘Nereye gidiyorsun’’ dedim, ‘‘Seninle konuşacağım’’ dedi. ‘‘Hayrola ne var’’ diye sordum. ‘‘Bu akşam Kıbrıs'a hareket ediyorum’’ dedi.
DİKKAFALILIK EDİYORDU
O kadar kolay yani...
- O dönemde, biz de yasaklıydık. Ne pasaportumuz ne de başka bir şeyimiz vardı elimizde. Ciddi sorunlar da vardı. Hükümetle biraz arası açılmıştı, dikkafalılık ediyor diye, ama ben karışmıyordum. Neyse, o akşam hareket etti.
Hileli MEKTUPLAR
Ve Kıbrıs'a gitti...
- Evet. gitti. Ben iki günde bir kendisinden mektup alıyordum. Meğerse o mektupları yazıp da bırakmış, bir arkadaşına. Bana postayla geliyor. Zannediyorum ki, Rauf gönderiyor. Ben gidişinden hükümetin haberi var zannediyorum. Daha sonra öğrendim ki, Kıbrıs'a gidişinden hükümetin haberi yokmuş. Gizli yoldan gitmeye kalkıyor. İçine ancak üç kişinin binebileceği bir kayıkla Kıbrıs'a çıkmaya çalışıyor. O kayık şimdi müzede. Biz ancak 1968'in 13 Nisan'ında Kıbrıs'a girebildik.
Her şey yerli yerinde miydi?
- Her şey olduğu gibi duruyordu. Mücevher kutum bile koyduğum yerdeydi. Evimiz zaten Türk tarafında olduğundan akrabalar da gözkulak olmuşlardı.
KENDİ ELLERİMLE ASACAĞIM
Hiçbir sorunla karşılaşmadınız yani?
- Biz her zaman Kıbrıs'tan, Doktor Küçük'ten mesaj alıyorduk, 'Eğer gelirse Denktaş'ı kendi ellerimle asacağım'' diye. Acaba Kıbrıs'ta istenmeyecek miyiz diye endişe ediyordum. Ama kıbrıs'a geldiğimizde, muazzam bir mitingle karşılaştık. Çok korktuğum Doktor Küçük de kalabalığın önünde. Denktaş ve Doktor Küçük sefaret arabasında gidiyor. Biz de çocuklarla birlikte başka bir arabada. İçimde bir korku... Nereye götürüyorlar, yoksa asmaya mı?
Neden böyle düşünüyorsunuz?
- O zaman sanki Kıbrıs'ı isteyerek terketmişiz gibi bir hava yaratılmıştı. Öyle bir duruma sokmuşlardı bizi. Bir baktım ki, Denktaş ve Doktor Küçük sarmaşdolaş, içli dışlı olmuş bir vaziyette geliyorlar, rahatladım. Evimize ve eşyalarımıza kavuştuk. Çocuklar yeniden okula başladı. 1974'e kadar da önemli bir şey olmadı.
1974 Barış Harekatı sırasında neler yaşadınız?
- O zaman Raif askerdi. Hanımı da iki ay önce doğum yapmıştı.
DENİZDE YÜZERKEN
Ya siz?
- Ben küçük çocukları alarak seyahate çıkmıştım. Serdar da, İngiltere'de dil kursuna gitmişti. Harekat sırasında biz Çanakkale'deydik. Denizde yüzerken Temmuz'un ya 15'i ya da 16'sıydı, radyodan Papaz'ın ölüm haberini duydum. Kulaklarıma inanamadım. Ertesi gün İstanbul'a geçtik. Ama en iyi haberi Ankara'dan alırım diye başkente gitmeye karar verdim. Yine yollar kapandı. Karartma var. O gece Fındıkzade'deki Kaya Oteli'nde kaldık. Hiç unutmam, çok büyük bir korku içindeydim. Asker Raif'le, babası Kıbrıs'ta, Serdar İngiltere'de. Yine herkes bir tarafa dağılmıştı.
OĞLUNUZ DA SAĞDIR
Ankara'da ne yaptınız?
- Hemen Ecevit'e telefon açtım. Rauf'tan ve oğlumdan bir haber var mı diye sordum. Ecevit, ' Hiç merak etmeyin. Günü gününe size haber vereceğiz. Rahat olun'' dedi. Hakikaten hergün telefon ediyor, ‘‘Filan yerdedir. Görüşmelerdedir. Yakında gelecek. Üzülmeyin, oğlunuz da sağdır’’ diyor. Ama nasıl endişelenmeyeyim, Raif en kritik bölgede mücahitlik yapıyor.
Hayatınız beklemekle geçiyor...
- Benim hayatım onu beklemekle geçti, evet. Neyse... Bir gün, Ankara'da dediler ki: Ecevit'le Büyük Ankara Oteli'nde yemek yiyor, oradan da Kıbrıs'a...'' Ateşkesten sonra döndük. Benim dışarıda yaşadıklarım, Kıbrıs'ta savaşı yaşayanlarınkinden daha beterdi.