Diyarbakır’ı General Franks’tan önce Kanuni Süleyman üs yapmıştı

Güncelleme Tarihi:

Diyarbakır’ı General Franks’tan önce Kanuni Süleyman üs yapmıştı
Oluşturulma Tarihi: Aralık 29, 2002 00:00

Amerika'nın Irak'a girecek olan 80 bin askerine harekát merkezi yapmak istediği Diyarbakır, geçmişte Irak taraflarında yaşanan bütün savaşların kumanda merkeziydi ve Kanuni Süleyman'dan Dördüncü Murad'a kadar birçok hükümdarın ve kumandanın karargáhı olmuştu. Biz, Bağdat taraflarına sadece karadan değil, küçük tekneler kullanarak Dicle üzerinden de giderdik ve yeniçeriler, bu seferler sırasında Bağdat için besteledikleri şarkıları terennüm ederlerdi.SAVAŞIN çıkmasına ramak kaldı. Görünen o ki, sınırlarımızın az ötesinde ortalık çok yakında birbirine girecek ve bu toz-dumanın içerisinde biz de rol alacağız.Senelerdir devam eden huzursuzlukların sebebi olan Bağdat, şimdilerde Amerika için nasıl hiç bitmeyen bir baş ağrısıysa, bir zamanlar bizim için de aynı şekilde bir dert ve sıkıntı kaynağıydı. Amerika'nın Irak'a girecek olan 80 bin askerine harekát merkezi yapmak için Ankara'dan talepte bulunduğu Diyarbakır ise, geçmişte Irak taraflarında yaşanan bütün savaşların kumanda merkezi...Ben, Amerikalılar'ın Türkiye'den Diyarbakır'a asker gönderme izni istediğini okuyunca, savaş teknolojisi ne kadar ilerlerse ilerlesin, temel strateji anlayışında değişen hiçbirşeyin olmadığını yeniden farkettim. Bundan beş asır önceki askerî stratejiler ne ise, bugün de aynıydı ve değişmemişti.Bizim Irak'a hákim olduğumuz zamanlardaki savaşların ve çatışmaların sebebi, o devirlerde bölgenin bir başka gücü olan İran'ın ikide bir Bağdat'a saldırmasıydı. Petrolün bilinmediği günlerde, Bağdat'ı alan hemen aşağısındaki Basra'ya da hákim olacak demekti; bu, Hind Okyanusu'na açılan kapının anahtarını elde tutmak mánásına gelirdi. Bağdat, İran ile Türkiye arasında işte bu yüzden sık sık el değiştirir, İstanbul'a ikide bir ‘‘Acem Şahı Bağdat'a girip halkı kesmiş’’ diye haberler gelir, hemen arkasından seferler düzenlenir, sefere bazen bizzat zamanın padişahı kumanda eder ve o zamanki adı ‘‘Amid’’ olan Diyarbakır, koskoca bir garnizona dönerdi.Geçmişi bu yüzden askerî bir eyaleti andıran Diyarbakır, Irak taraflarında bir mesele olmadığı zamanlarda, İran'la bitmez tükenmez savaşlara giren Osmanlı ordusunun kışlağı idi. Kışın yaklaşmasına doğru Tebriz'den aşağıya inen birlikler ilkbahara kadar Diyarbakır'da kalırlar, havalar ısınınca çarpışmalar da kaldığı yerden devam ederdi.Diyarbakır, tarihindeki en büyük askerî yığınağı, Kanuni Süleyman'ın 1535'te ve 1554'te, Dördüncü Murad'ın da 1638'de çıktığı Irak seferleri sırasında gördü. Her iki hükümdar da şehri üs olarak kullandılar, hatta Dördüncü Murad, İran seferi sonrasında ayaklarının ağrısından yürüyemez hále gelince uzun müddet burada dinlendi.Çoğumuza belki garip gelebilir ama biz eskiden Irak'a sefer yaptığımızda sadece kara ordusunu değil, donanmayı da kullanırdık. Bugün Şanlıurfa'ya bağlı olan Birecik'te kurulan tersanede Dicle'de çalışabilecek nehir gemileri inşa edilir, ordu Bağdat üzerine karadan yürürken, bazı birlikler de güneye bu gemilerle iner ve şehrin surlarını nehirden zorlarlardı.Bağdat, yeniçeriler için hasreti çekilen şehirlerden biriydi. Oraya hákim olan bütün bölgeyi elde etmiş demekti, üstelik birçok din büyüğünün türbesi oradaydı ve şehrin ortasından geçen Dicle, şiirlere ve şarkılara da konu oluyordu.İşte, eski devirlerdeki Irak seferlerini anlatan Bağdat şarkılarından bazıları bugün notalarıyla beraber elimizde bulunuyor. Hemen hepsi kitaplıklardaki tozlu elyazmalarının sayfaları arasında kalan ama asırlardan beri hiçbir yerde çalınmamış ve terennüm edilmemiş olan şarkılar barut imali formülleriyle, bit ilácı reçeteleriyle yahut hasret çekilen sevgiliye kavuşmayı sağlayacak olan muska örnekleriyle yanyanalar.Yandaki kutuda, 16. asırdan kalma bu savaş şarkılarından dördünün sözlerini veriyorum. Şarkıların dili gerçi bugün konuştuğumuz Türkçe'ye oldukça yakındı ama teláffuz farklılıkları vardı ve artık anlaşılamayacak bazı teknik ifadeler yeralıyordu. Güfteleri bu yüzden vezinlerine dokunmadan bugünün Türkçesi'ne naklettim.Diyarbakır'dan Irak üzerine yürüyen Türk ordusundaki saz şairleri, Bağdat ve ‘‘Hünkár’’ diye bahsetikleri Dördüncü Murad hakkında bakın neler hissediyor ve nasıl çalıp söylüyorlar?.Yeniçeriler Bağdat’a yürürken bu şarkılarI söylerlerdiYENİÇERİ ALİ OĞLU'NUN ŞARKISI: ‘‘Askerin üstünde bir seyir gördüm / İnşaallah gaziler Bağdat alınır / İmam Azam türbesinin üstünde / Ezanlar okunur namaz kılınırGaziler doğuya, cenge giderler / İmam Azam gayretini çekerler / Düşmanların ciğerini sökerler / Mel'un Şah'a pek tokatlar atılırKahraman beyleri askeri toplar / Kimi şehid olur murada erer / Osmanlı şahindir üstüne konar / Şahin pençesine giren yolunurAli Oğlu dua et Sultan Murad'a / Günü bin eylesin ömrü ziyade / Şáh, ne kuvvet ile geldin Bağdat'a? / Eksiklik kimdedir şimdi bilinir’’YENİÇERİ KÁTİB'İN ŞARKISI: ‘‘İslam askeriyiz gazá kasdına / Peygamber sancağı çekip gideriz / Her birimiz kılıç alıp eline / Düşmanın hátırın yıkıp giderizAtımız küheylan, asildir huyu / Dicle ve Fırat'tan içeriz suyu / Kimse doğru yoldan şaşmasın deyu / Alámet taşını dikip giderizGaziler var ok ve yayı elinde / Yayları sağında kılıç solunda / Başı vermek için İslam yolunda / Günahlarımızı silkip giderizBir gazi hünkárın peşine düşüp / Konup göçüp nice vadiler aşıp / Taşkın sular gibi kaynayıp coşup / Acem iklimine akıp giderizKátib de bu yolun geçti üstünden / Arifler kámili seçer sözünden / Mániler söyleyip bátıl yüzünden / Sır ile göklere çıkıp gideriz’’YENİÇERİ ALİ'NİN ŞARKISI: ‘‘Gazi padişaha eyledi nazar / Yerleri gökleri yaratan şimdi / Şah Sáfi áh edip ağlayıp gezer / Yüreğinde kalan yaradan şimdiBedenden su gibi görünür çöller / Baş kesen gaziler takındı süsler / Şakıdı bülbüller açıldı güller / Şükür yanaşırız karadan şimdiPadişahun kılıcıdır, Arab atıdır / Şah'ın kaçması da satranç matıdır / Bağdat'ın, Revan'ın hararetidir / Tacını başında dar iden şimdiHünkár kılıcıyla yazar yazıyı / Bildirmiştir Acem Şah'a haddini / Dağıtırdı İskender'in seddini / Bozuldu Bağdat'ı zor iden şimdiAli der ki: Çöllerimiz oldu kan / Hánlar esir düştü, her yer Müslüman / Özbek'tir bir yanın bir yan Hindistan / Kaldırırlar seni aradan şimdi’’YENİÇERİ MUSTAFA'NIN ŞARKISI: ‘‘Padişahı görmeyenler / Heybet alsın otağından / O'dur yeryüzünün nuru / Işık al aydınlığındanDüşündü háli her yandan / Tahtı böyle som altından / Yeller eser kanadından / Duyan ürker yasağındanKahramandan nedir farkı? / On siperi aştı oku / Geçemez hiç düşmanları / Yüz bin türlü tuzağındanMustafa der: küçük erler / Göğsü kösler gibi gürler / Ayak altında kelleler / Kalkdı arslan yatağından’’‘Nerede o eskiler’ dedirtmeyen bir CDMUSİKİ bilgini Hüseyin Sadettin Arel, 1940'lı senelerde, o zamanlarda yeni yeni bozulmaya başlamış olan Türk Müziği için en iyi ilácın ‘‘nağmeleri ağlayıp inlemekten kurtaracak bir reçete bulmak’’ olduğunu yazıyor, ‘‘Ben bu müziğin şimdiki değil, gelecekteki haline meftunum’’ diyordu.Bu sözler edildiği sırada, Türk Müziği aslında en parlak dönemini yaşamadaydı. Müziğe gerçi piyasa kaygıları hákim olmaya başlamıştı ama başta Kapdanizade Ali Rıza ve Muhlis Sabahaddin Beyler olmak üzere geleceğin musikisini yapmaya çalışan üstadlar hálá eser veriyor, bunları çaldırıyor ve rağbet görüyorlardı.İleriki senelerde bunun tam tersi yaşandı ve geleneksel musikimiz ifláh olmaz bir hal aldı. Özellikle 12 Eylül sonrasında kalite düştükçe düştü, müziğin yerini seviyesiz bir şov merakı aldı, ‘‘klasik koro’’ adını taşıyan gruplar ise müzik yapmak yerine soğuk bir görüntü veren ciddiyet oyununa dönüştüler ve rollerine bugün de devam ediyorlar.Sözün kısası, Türk Müziği'ne artık ‘‘Kötü para iyi parayı kovar’’ diyen İngiliz iktisatçı Gresham'ın kanunu her yönüyle hákim olmuş bulunuyor.Müzik konusundaki bu karamsarlığımdan, bu hafta dinlediğim bir CD'yi dinleyince büyük ölçüde sıyrıldım: ‘‘İncesaz’’ grubunun yaptığı ‘‘Eylül Şarkıları’’nı...Albümde Cengiz Onural'ın şarkılarıyla Murat Aydemir'in enstrümantal parçaları vardı ve şarkıları Melihat Gülses okumuştu. Bu CD'nin en önemli tarafı, bestelerin alışılmış basmakalıp nağmelerin dışında, bundan çok önceleri denenmesi gereken zarif bir üslupta olması ve İncesaz Grubu'nun icrada yakaladığı tınıydı. Klasik sazlar teknolojiyle birleşince ortaya geleceğin müziğinin öncüsü olmaya láyık bir icra çıkmıştı.Anlayış ve üstün bir zevk beraberliğinin eseri olan ‘‘Eylül Şarkıları’’nı mutlaka dinleyin. Melihat Gülses'in sesinde geçmişin değil geleceğin hasretini ve hüznünü hissedince, CD'deki eserlerin bugün ‘‘müzik’’ diye yutturulmaya çalışılan tatsız ve zevksiz gürültülerle mukayesesini yapacağınıza eminim.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!