Oluşturulma Tarihi: Şubat 03, 2003 00:008dk okuma
Bağışıklık hastalıklarını engellemeye başaran Avustralyalı araştırmacılar romatizmaya bağlı eklem romatizması ve diyabet Tip 1 hastalığına karşı geliştirilebilecek aşıların yolunu açtılar. Ancak Queensland Üniversitesi bilim adamlarının Immunity dergisindeki raporlarına göre çalışma, henüz başlangıç safhasında ve aşı maddesinin üretilmesi yıllar sonra mümkün olacak. Alerjinin de dahil olduğu bağışıklık hastalıklarında hatalı işleyen bağışıklık sistemi kendi dokularına saldırmakta. Bağışıklık hastalıkları genelde 20-50 yaşlarında ortaya çıkar ve yaşam boyu kalıcıdır. Ranjeny Thomas son araştırmaları sırasında hatalı işleyen savunma mekanizmasını değiştiren moleküler bir kontrol mekanizması keşfetti. Gerçi bağışıklık sistemini değiştirmek yeni bir fikir değil ama, yeni yöntemle ilk kez hatalı işleyen bir savunma merkezinin halihazırdaki reaksiyonunu engelleyebildik diyor Thomas. Bu da bağışlık hastalıklarının tedavisinde en büyük zorluktu. Sonuçlar, bağışıklık sistemindeki hatalı girişimlerin uzmanlaşmış dendrit hücreleriyle önlenebileceğini gösteriyor. Dendrit hücreleri bağışıklık sistemindeki T-hücrelerini çalıştırırlar. Araştırma ekibi aşının laboratuar örneğini kısa süre önce patentleştirdi. Osteoporoz hastalık değilmişBugüne değin sanıldığı gibi hastalık olmadığı ortaya çıkan osteoporozun (kemik erimesi), bedenin yaşlılığa uyum sağlayamamasına bağlı olarak geliştiği bildirildi. Amerikalı bilim adamlarına göre spor ve kalsiyum takviyesiyle, kaybolan kemik yapısının yenilenebiliyor olması da bunu doğrulamakta. Binghamton Üniversitesi’nde yapılan bir konferansta kemik erimesine karşı alınan önlemlerin önemi vurgulandı. Kemik yoğunluğunun azalması sinsi bir süreç ve özellikle de 50 yaşın üzerindeki kadınlarda ortaya çıkmakta diyor Binghamton Üniversitesi biyoloji mühendisi Kenneth McLeod. Kemik yoğunluğu düşük olan kişilerde kalça, leğen ve sırt kemiklerinde kırılma riski daha yüksek. McLeod’a göre kemik erimesinin, organizmada yaşanan bir değişiklik olarak kabul edilmesi durumunda bu süreci engellemek mümkün. Buna göre uygun dozda kalsiyum tüketimi oldukça iyi bir önlem sayılıyor. Çünkü kalsiyum yetersizliği sağlıklı kemiklerdeki metabolizma süreçlerini de olumsuz yönde etkilemekte. Bu açıdan kemik etrafındaki sıvıyı hareketlendiren egzersizler yararlı görülmekte. Araştırmacı ayrıca Tip II A lifleri olarak bilinen ve yavaş yorulan enerjik kas liflerinin de kemik erimesini engellediğini bulmuş. Fakat bu liflerin güçlendirilmesinde yürüyüş gibi sıradan hareketler etkili olmadığından, kontrol altında yapılan özel egzersizler önerilmekte. Sırık çekirgesi uçmayı iki kez keşfetmişSırık çekirgesi sınıfına ait türlerden bazıları evrim süresince uçmayı öğrendikten sonra kanatlarını yitirmişler. Ancak Nature dergisindeki
haber 50 yıl sonra uçma yetilerini yeniden kazandıklarını söylüyor. Brigham Üniversitesi bilim adamı Michael F.Whiting’in açıklamasına göre, uçuş yetisinin yok olup yeniden kazanılması olayına ilk kez rastlanmakta. Biyolog, kanatların yok oluşunu daha iyi kamuflaj olanağına bağlıyor. Fakat uçuş yetisi milyonlarca yıl sonra bazı türlerde tekrar avantajlı haline gelince kanatlar yeniden gelişmiş. Afrika savanlarını böcekler gübreliyorLondra’daki Doğa Tarihi Müzesi entomoloji uzmanlarından Frank-Thorsten Krell, Geotrupes stercorarius böceğinin (gübre böceği), dışkıyı topak haline getirerek batı Afrika savanlarını gübrelediğini keşfetti. Dışkıyla beslenen bu böceklerin bazı türleri kendi ağırlıklarından 40 misli daha ağır olan topakları, 70m kadar uzağa yuvarlayarak toprağı gübreliyor. Ve gübre etkisi özellikle de yağmur dönemlerinde daha etkili bir biçimde ortaya çıkmakta. Çünkü böceğin beslendiği dışkı kalıntısı savan bitkilerinin tohumlarını da içerdiğinden, larvalar için toprağa gömülen dışkı topakları şiddetli yağışlardan sonra filizlenmekte.Televizyondan verilen mesajlar bebekleri bile etkiliyorAmerikalı psikologların son araştırması on iki aylık bebeklerin dahi televizyonda izledikleri olayları kavrayarak taklit edebileceklerini kanıtladı. Ancak iki ay daha küçük olan bebekler Donna Mumme’ın Child Development dergisindeki yazısına göre henüz bu yetiye sahip değiller. Tufts Üniversitesi araştırmacısı on ve on iki aylık bebeklerin televizyondaki oyuncuların davranışlarını akılda tutup tutamadıklarını eğer hatırlıyorlarsa da bunu ne şekilde yaptıklarını öğrenmek için bebeklere, elinde kırmızı spiral biçiminde bir kağıt tutacağı ya da mavi bir topla görünen bir kadının video kaydını izletmiş. Kadın, objelere bazen olumlu bazen de olumsuz tepki gösteriyordu. Bebeklere daha sonra aynı objelerle oynama imkanı verilmiş. Sonuçta on iki aylık bebeklerin yetişkinlerin duygusal tepkilerinden etkilendikleri ortaya çıkmış. Oyuncunun olumlu olarak yaklaştığı objelerle bebekler de severek oynamışlar. Fakat oyuncunun beğenmeyerek kullandığı objeleri gördüklerinde bebekler bu objeyi geri çevirerek başka bir objeyi tercih etmişler. Araştırmalar on aylık bebeklerin henüz bu tür davranışlardan etkilenmediklerini de ortaya koymuş.Nasa yeni bir roket yakıtı deniyorBalmumuna benzer yapay bir madde gelecekte roket yakıtı yerine geçebilecek. Söz konusu yakıt halihazırdaki roket yakıtlarından daha ucuz olduğu gibi çevreye de daha az vermesi bekleniyor. Yakıt, petrolden elde edilen ve mum yapımında da kullanılan parafinden üretilmekte. Moffet Field Araştırma Merkezi’nden Greg Zilliac’ın açıklamasına göre parafin yakıtı gayet güvenilir. Yanma sırasında önemli ölçüde daha az karbondioksit ve su açığa çıkacağı için çevreye daha az zarar verecek. Oysa halihazırdaki yakıtlarla alüminyumoksit ve klor bileşimleri gibi zararlı maddeler açığa çıkmakta. Erkek bebeğin doğumu daha zorİrlanda’da yapılan bir araştırma erkek bebek doğumlarının daha zor olduğunu ve istenmeyen komplikasyonları da beraberinde getirdiğini gösterdi. Bir erkek bebeğin doğumu ortalama olarak altı saat 16 dakika kadar sürerken kız bebek doğumu, 24 dakika önce tamamlanmakta. Üstelik erkek bebeklerin %6’sı sezaryenle dünyaya gelmekte. (Kız bebek doğumlarında bu oran yarı yarıya daha az). Ulusal Maternity Hastanesi araştırmacılarından Maeve Eogan’ın British Medical Journal dergisinde yayımlanan raporuna göre erkek bebek doğuran kadınlara kız bebek doğuranlara kıyasla daha fazla (ağrı dindirici) anestezi verilmekte. Bilim adamları buna neden olarak erkek bebeğin daha büyük kafatasına sahip olduğunu gösterseler de bu faktör tüm nedenleri açıklamaktan uzak. Eogan, araştırması için 1997-2000 yılları arasında dünyaya gelen 4070 erkek ve 4005 kız bebeğin doğumunu değerlendirmiş. İlk kez anne olan kadınların tümü normal doğum yapmıştı. Andropoz enfarktüs riskini yükseltiyorTestosteron hormonu seviyesindeki düşüşün dolaşım bozukluklarına yol açtığı dolayısıyla da enfarktüs riskini yükselttiği bildirildi. İngiliz araştırmacılar Kevin Channer ve Tim Jones’in raporları ‘Heart’ dergisinde yayımlandı. Bilim adamları her ne kadar erkekte değişim yıllarının yaşandığından emin olmasalar da ilerleyen yaşla birlikte testosteron seviyesinin düştüğünü ve kalp enfarktüsü riskinin yükseldiğini açıkladılar. Cinsellik hormonunun azalmasına bağlı olarak kandaki zararlı yağ asitleri çoğalırken koruyucu yağ oranı düşmekte. Bunun sonucunda da damarlar daha kolay tıkanabilmekte. Bilim adamlarının verdikleri bilgiye göre ayrıca testosteron hormonu damaları genişlettiğinden kan dolaşımını düzenlemekte. Araştırmacılar bu tezin yakın bir gelecekte klinik deneylerle de kanıtlanmasını umuyorlar. Şişmanlık genleri çözüldüBilim adamlarının yassı solucanlarda keşfettikleri 400’den fazla şişmanlık geni obezlere umut oldu. Amerikalı bilim adamlarının Nature dergisinde yayımlanan araştırma yazısına göre bu genlerden birçoğu insanda da bulunmakta ve olasılıkla yağların alınması ve depolanmasından sorumlular. Araştırma, Caenorhabditis elegans gibi basit bir organizmada bile yağ metabolizmasının ne kadar karmaşık olduğunu göstermiş. Fakat bilim adamları buna rağmen yeni keşfettikleri genler sayesinde obezliğe karşı ilaç üretebileceklerini tahmin ediyorlar. Harvard Tıp Okulu araştırmacılarından Gary Ruvkun, solucanın 19 757 geninden 16 000 tanesini devre dışı bırakınca genlerin hangi görevleri üstlendiklerini bulmuş. Buna göre 305 gen iptal edildiğinde bedendeki yağ oranı düşmekte, 112 genin devre dışı bırakılmasıyla da artmakta. Özellikle de yağ oranını düşüren genler sayesinde obez ve buna bağlı hastalıkların tedavi edilebileceği sanılıyor. Gözde yeni bir solunum proteini keşfedildiJohannes Gutenberg Üniversitesi bilim adamları fare gözünde, ağtabakasının oksijen ihtiyacını karşılayan bir protein keşfettiler. Söz konusu protein bundan üç yıl önce zoolog Thorsten Burmester ve moleküler genetikçi Thomas Hankeln tarafından saptanan beyin dokusu nöroglobinle aynı. Nöroglobin, kandaki oksijeni göze aktaran hemoglobine benzemekte. Bugüne değin gözdeki oksijenin mitokondrilere ne şekilde ulaştığı bilinmiyordu. Tahminlere göre nöroglobin mesela inme sırasında meydana gelen kısa süreli oksijen kaybı sırasında sinir hücrelerini koruyor. Son incelemelerle ağtabakadaki nöroglobin yoğunluğunun beyinden 100 misli daha yüksek olduğu anlaşıldı. Protein, özellikle de en fazla enerji sarf eden tabakalarda bulunmakta. Işık ve renklerin algılanmasından sorumlu olan ağtabakanın normalde önemli ölçüde oksijene ihtiyacı vardır. Karanlıkta dahi çok sayıda enerji sarf eden metabolizma süreçleri işlediğinden oksijenin kesintisiz olarak ağtabakaya ulaşması gerekiyor. Mesela bir dağcı oksijen kaybına uğradığında ilk önce görme yetisi zayıflar. Araştırmacılar yeni bulgunun göz hastalıkları tanısında yararlı olabileceğini sanıyorlar. Konuyla ilgili ayrıntılı rapor Journal of Biological Chemistry dergisinde yayımlandı.Bilim, felçli hastayı ayağa kaldırdıİskoç mühendisler elektrik tepileriyle bir mucize yarattı. Belden aşağısı felçli olan bir hasta yedi dakika kadar, hiçbir yere tutunmadan ayakta durabiliyor. Hasta ayrıca beden dengesini de ayarlayabilmiş. İskoçya Üniversitesi Rehabilitasyon Mühendisliği Merkezi’nden Ken Hunt, böyle bir şeyin daha önce hiçbir araştırmada gerçekleşmediğini ve gelişmenin önemli bir adım olduğunu vurguladı. Bilim adamı, felçli hastanın hareket mekanizmasını canlandırabilmek için hasarlı belkemiği kaslarını elektrikle uyardı. Belden aşağısı felçli olan hastaların belkemiğindeki ağır hasarlar, beyindeki sinirsel uyarıların kaslara ulaşmasını engellemekte. İşte bilim adamları hastada eksik olan beyin sinyallerini elektrik tepileriyle canlandırarak, bedendeki kas hareketlerinden sorumlu sinir hücrelerini etkinleştirdiler. Hastanın daha uzun bir süre güvenli bir biçimde ayakta kalabilmesi için ayrıca ‘Feedback Control’ olarak bilinen bir yöntemden yararlanıldı. Bilgisayar, ayakların durumuna göre gerekli uyarı kuvvetini hesapladıktan sonra kaslar bu veriye göre uyarılmakta. Sonuç: Hasta öne doğru düşecek gibi olduğunda sinyaller, kasları, aksi harekete göre uyararak hastanın düşmesini önlüyor. Bu başarılı sonuç felç tedavisi üzerine yapılan araştırmaları hızlandıracağa benziyor. Mesela Griffith Üniversitesi bilim adamları da ‘Queensland Spinal Cord Regeneration’ projesi çerçevesinde omuriliğin yenilenmesi üzerinde çalışıyorlar. Şu anda sekiz gönüllüyle sürmekte olan araştırmayla omurilik zedelenmesi için yeni tedavi yöntemleri aranmakta. Bilim adamları felçli hastanın burnundan aldıkları sinir hücrelerini laboratuarda çoğalttıktan sonra sekiz saatlik bir ameliyatla omuriliğe aktarıyorlar. Omuriliğe aktarılan ‘implant’, sinir sistemindeki diğer hücrelerin aksine burun mukozası tarafından yaşam boyu yenilenen Glia-hücrelerinden oluşmakta. Alternatif bir yöntemden yararlanan Royal North Shore hastanesi araştırmacıları ise elde yapılan cerrahi girişimden sonra organın iyileşmesini sağlayan bir rehabilitasyon eldiveni geliştirdiler. Yapay kaslarla donatılı eldiven kullanıcının hareketlerini desteklemekte. Bu teknikle felçli hastalara uygun protezlerin de üretilebileceği sanılmakta. �
button