Oluşturulma Tarihi: Nisan 15, 2005 00:00
PAPA’nın ölümü münasebetiyle geçen hafta yazdığımız yazıdan sonra okurlarımızdan dinlerarası diyaloğun ne olduğunu ve hangi amaçla yapıldığını konu alan çok sayıda soru aldık. Bu nedenle, bugünkü yazımızın konusunu buna ayırdık.Diyalog, kelime olarak iki veya daha fazla kişinin karşılıklı konuşması ve anlaşması için gösterdiği çaba anlamına gelir. Dini literatürde diyalog, aynı veya farklı dinlere mensup insanların inanç ve düşüncelerini birbirlerine empoze etmeden, ortak noktalar etrafında konuşması, tartışması ve işbirliği yollarını araması şeklinde tanımlanır.* * *Günümüzde, sistemli bir faaliyet olarak dinlerarası diyaloğun temeli Hıristiyan Katoliklere dayanır. 1962-1965 yılları arasında üç yıl devam eden II. Vatikan Konsülü’nde Hıristiyanlık dışındaki dinlerin mensuplarıyla diyaloğa girilmesi kararlaştırılmıştır. Bu konsülde, başta Yahudiler ve Müslümanlar olmak üzere diğer din mensuplarından ilk defa saygıyla bahsedilmiş, onlarla diyaloğa girilmesi konusunda Hıristiyanlara tavsiyelerde bulunulmuştur. Katolikler, dinlerarası diyaloğu, daha doğrusu din adamları arasındaki diyaloğu gerçekleştirmek için çeşitli birimler oluşturmuşlar, yüksek lisans ve doktora düzeyinde uzmanlar yetiştirmişlerdir.Papa 6. Paul tarafından ‘Hıristiyan Olmayan Topluluklar Sekreteryası’ kurulmuş ve bu sekreterya 1989’da dinlerarası diyalogla ilgili Papalık Konseyi haline dönüştürülmüştür. Arap-İslam Araştırmaları Enstitüsü, Protestanlar Ortadoğu Kiliseler Birliği, İngiltere İslam ve Hıristiyan İlişkilerini Araştırma Merkezi birimleri bunlar arasındadır.Hıristiyanların geçmişte Haçlı Seferleri düzenleyerek binlerce Müslüman kanını dökmüş olmaları, hummalı bir şekilde misyonerlik faaliyetlerine girişmeleri, Katoliklerin bu yaklaşımlarına İslam dünyasında uzun zaman şüpheyle bakılmasına sebep olmuştur. Ancak son yıllarda küreselleşen ve iletişimin de süratle yaygınlaşmasıyla küçülen dünyamızda bu diyalog önem kazanmış, hatta bir zorunluluk halini almıştır. Artık, çağımızın bir ihtiyacı olarak ortaya çıkan dinlerarası diyaloğa Müslümanlar kayıtsız kalamaz. Çünkü diyalog, barış demektir. Diyalog olmadan barış ve huzurdan, savaşsız bir dünyadan söz etmek imkánsızdır.İslam açısından, Müslümanların diğer din mensuplarıyla diyalog içinde olmasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Esasen, Müslümanlar ile diğer din mensupları arasındaki diyalog, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden hemen sonra başlar. İlk resmi diyalog, Necran Hıristiyanlarının Peygamberimizi ziyaretiyle gerçekleşmiştir. Bu diyalog, inanç esaslarıyla başlamış ve siyasi durumlarla bağlantılı olarak devam etmiştir. Yahudiler’le ilgili olarak da Medine Sözleşmesi’nin 25. Maddesi’nde ‘Beni Avf Yahudileri Müslümanlarla bir topluluk teşkil ederler. Onların dini kendilerine, Müslümanların dini de kendilerinedir’ ifadeleri yer almaktadır.* * *Osmanlı tarihi de bu tür diyalog örnekleriyle doludur. 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudileri, Osmanlı topraklarına kabul eden İkinci Bayezid’in davranışı bunun en güzel örneğidir. Müslümanlar geçmişte hem Yahudilerle hem de Hıristiyanlarla diyalog kurmuşlardır. Hatta denilebilir ki, İslam’ın yapısı gerçek bir dinlerarası diyaloğa Hıristiyanlardan daha uygundur.Hıristiyanlık, kilise dışında kurtuluşun olmadığını vurgularken İslam diğer dinlerde de birtakım doğruların ve zenginliklerin bulunduğunu kabul eder. Bu dinlerin mensuplarının doğru inançlarını ve güzel davranışlarını över. Nitekim, Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:‘Ehli kitabın hepsi bir değildir. Onların içinde geceleri ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan insanlar vardır. Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emreder, kötülükten men ederler. Hayır işlerine koşarlar. Onlar iyilerdendir. Onların yapacakları hiçbir iyilik karşılıksız kalmayacaktır.’ (Al-i İmran 113, 115).* * *Kuran, kitap ehlini ortak noktalarda buluşmaya çağırır. Kuran ayetlerinde bunun daha birçok örnekleri vardır. Önemli olan, diyaloğa katılacak insanların durumudur. Başlatılan diyalog çalışmalarında din bilginlerinin, muhataplarının dinlerini ve kültürlerini gerçek kaynaklarından öğrenmeleri ve diyaloğa hazır hale gelmeleri gerekir. Bu konuda toplumlara da sağlıklı ve şuurlu bir din eğitimi verilmelidir.Dünyada barışın korunmasını, cehalet, yoksulluk ve terörle mücadeleyi amaç edinen samimi bir diyaloğa bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu açıktır. Bizim diyalogdan anladığımız, bir kültürün diğer kültür içerisinde yok olması değil, kültürel farklılıklarının dünya insanlığı için bir zenginlik kaynağı olduğunun ortaya konulmasıdır. Kuran-ı Kerim’in bir diyalog çağrısıyla yazımı noktalıyorum:‘De ki; bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir. Biz ona teslim olanlarız.’SORALIM ÖĞRENELİMKuran’da bazı ayetlerde insanların da yarattıklarından söz ederken, bazı ayetlerde de yaratanın sadece Allah olduğu geçmektedir. Bu çelişki değil midir?Fuat MERT/İSTANBULKuran’da yaratma kelimesinin insanlar için de kullanıldığını görüyoruz. Müminun Suresi’nin 14. Ayeti’nde ‘Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur’ denmektedir. Maide Suresi’nin 110. Ayeti’nde Hz. İsa’ya hitaben ‘Sen iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratmış ve ona üflemiştin de kuş olmuştu’ buyurulmuştur. Zumer Suresi 62. Ayet’te ise ‘Allah her şeyi yaratandır’ denilmektedir. Bu ayetler arasında çelişki varmış gibi görülse de aslında bir çelişki yoktur. Zira, yaratma (halk) kelimesi yoktan var etme ve vardan var etme anlamına gelmektedir. Hammaddesi, malzemesi bulunmayan şeyi var etmek yalnız Allah’a aittir ve buna yoktan var etme denilir. İnsanların yaratması ise var olan şeyler üzerinde tasarrufta bulunması, şekil vermesi veya şekil değiştirmesi anlamına gelir. Burada yaratma, şekil verme ve yapma anlamında kullanılır. İki yaratma arasındaki fark budur.İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin hadislere itibar etmediği şeklindeki bir görüşe katılıyor musunuz, bu doğru mudur?Sadettin ALPTEKİN/İSTANBULEbu Hanife’nin hadislere itibar etmediği görüşü doğru değildir. Ancak, Ebu Hanife hadisler arasında Kuran’a, akla, örfe, maslahata ve maksada uygun olanı tercih etmiş, zamanla ortaya çıkan gelişmeleri de dikkate almayı ihmal etmemiştir.Farz namazı kılarken üçüncü ve dördüncü rekatlarda hiçbir şey okumasam olur mu?İlyas TURHAN/MANİSAFarz namazların birinci ve ikinci rekatlarında okumak farzdır. Üçüncü ve dördüncü rekatlarında ise sünnettir. Okumadığınız takdirde namazınıza bir zararı olmaz.
button