Dinin güdüme alınması

Güncelleme Tarihi:

Dinin güdüme alınması
Oluşturulma Tarihi: Ekim 17, 2008 07:18

Dinin güdüme alınması, eğer dine önem veren bir toplumdan söz ediyorsak hayatın güdüme alınmasıyla eşanlamlıdır.

Haberin Devamı

Dinin güdüme alınmasıyla kast ettiğimiz, dinin devlet veya yönetimce kontrol edilmesi değildir.

 

Böyle bir kontrol varsa orada ‘dinin güdüme alınması’ değil, ‘dinle devletin kavgası’ söz konusu olur.

 

Güdüme almak tâbiri, dinin savunuculuğunu ve avukatlığını yapanlar için geçerli ve uygundur. Bir güdümden söz etmek için güdülenlerin bundan şikâyetçi olmamaları gerekir.

 

Şikâyet varsa güdümden değil, kavgadan söz etmeliyiz.

 

Türkiye’de din güdümdedir ve dini güdüme alanlar dinin avukatlığını yapanlardır.

 

Haberin Devamı

Son yıllardaki gelişmeler, özellikle son zamanlardaki Deniz Feneri ve benzeri soygun olayları göstermiştir ki, Türkiye’de dini güdüme alanlar, din üzerinden düyalık ve saltanat devşirenlerdir.

 

Dine, Tanrı’nın rızasını kazanmak için sarılanlar dini güdüme almayı akıllarından bile geçirmezler. Çünkü dini güdüme almak dine de insana da ihanettir. ‘Dini güdüme almak’ tâbiri, eğer Kur’an’ın dininden söz ediyorsak, Kur’an’ın asla izin vermediği bir namertliktir.

 

Allah ile aldatanların bu namertliğe tevessül etmeleri, Deniz Feneri soygununda görüldüğü gibi, insanları din perdesi altında sömürmeyi kolaylaştırmak içindir.

 

Kur’an, size tebliğ ve öğüt iletme hakkı, hatta görevi verir ama insanla Allah arasına girerek insanları gütme hakkı asla vermez. Söyleyeceğinizi söyler, düşündürür, kenara çekilirsiniz; gerisi Allah ile kul arasındadır. Allah ile kul arasına girmeye kalkmak, Kur’an’a göre, Allah’a da dine de insana da ihanettir.

 

Hiçbir samimi mümin dinine ve dindar kardeşine ihanet etmez.

 

Haberin Devamı

Dindara ihanet edenler dini güdüme alan dincilerdir. Dini güdüme almak dinciliğin terimlerindendir, dindarlığın değil.

 

Din bahsinde güdüm varsa, Allah rızası ve samimiyet yoktur. Bu bir varlık ve din kanunudur.

 

Güdümle din bir arada bulunamaz. Çünkü güdüm, tamamıyla bir ikrah kurumudur.

Oysaki dinde ikrah (baskı, zorlama, manipülasyon), Allah’ın iradesine aykırıdır, yasaklanmıştır (Bakara, 256)

 

Gü­düm­lü kül­tür top­lum­la­rın­da, yozlaşmış ku­rum­la­rın baş­ta ge­len­le­rin­den bi­ri de dindir.

 

Di­nin gü­dü­me alı­nı­şı, ka­rak­te­ris­tik iki gö­rü­nüm ar­z e­der:

 

1. Di­nin, kay­na­ğın­dan uzak­laş­tı­rı­lıp ge­le­nek­sel yo­rum­la­ra bağ­lan­ma­sı,

Haberin Devamı

2. Di­nin po­li­tik-ti­carî is­tis­ma­rlara âlet edil­me­si.

 

Di­nin po­li­tik-ti­carî sö­mü­rü­ye âlet edil­me­si­nin ti­pik ör­nek­le­ri­ni ya­şa­yan, bel­ki de bir nu­ma­ra­lı top­lu­muz.

 

Dini sömürü aracı olarak tutmanın, tarihin çok iyi tanıdığı iki yo­lu var­dır:

 

1. Kit­le­nin ger­çek di­ni öğ­ren­me­si­ni en­gel­le­mek (mesela, dinin kaynağı olan kitabın tercümesinin okunamayacağını iddia etmek),

 

2. Ger­çek di­ni öğ­re­ten­le­ri slo­gan ve­ya ta­bu­lar­la ka­ra­la­ya­rak et­ki­le­ri­ni yok et­mek ve­ya azalt­mak.

 

Bu yollarda ba­şa­rı­lı olun­ca, şu slo­ga­nı hâ­kim kı­la­cak­lar­dır:

 

Di­ni, bi­zim gü­dü­mü­müz­de öğ­re­ne­cek­si­niz. Bi­zim gös­ter­di­ği­miz şe­kil­de inan­maz­sa­nız afo­roz edi­lir­si­niz; dindarların hoş­lan­ma­dı­ğı ne ka­dar yaf­ta var­sa, aç­tı­ğı­mız if­ti­ra kam­pan­ya­la­rıy­la hep­si­ni üs­tü­nü­ze ata­rız.

 

Haberin Devamı

Böy­le bir gi­diş, la­ik­lik ve hür dü­şün­ce­yi koruyan kav­ram ve ku­rum­la­rın şem­si­ye­si de de­li­nir­se, açık söy­le­ye­lim, en­gi­zis­yon­la nok­ta­la­nır.

 

Kur'an'ın baş düş­man­la­rın­dan bi­ri olan en­gi­zis­yon ve afo­roz, ör­tü­lü-giz­li bir bi­çim­de, bir­çok Mu­ham­medî dü­şü­nü­re, yıl­lar­dan be­ri ve ne ya­zık ki, İslam'ı sa­vun­du­ğu­nu söy­le­yen­ler­ce uy­gu­lan­mak­ta­dır. Bu uy­gu­la­ma; ba­zen gaf­le­tin, ba­zen di­ni kul­la­na­rak ül­ke in­sa­nı­nı bo­ğuş­ma­ya it­mek is­te­yen dış güç­le­rin, fa­kat da­ha çok kıs­kanç­lık komp­lek­si­ne ye­nik düş­müş ba­sit in­san­la­rın ese­ri ol­mak­ta­dır.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nda yetişmiş en büyük düşünce adamlarından biri olan Mol­la Lüt­fi (ölm. 1494) gi­bi bir değerin ida­mı­na fet­va ve­ren Ha­tip-zâde isim­li şe­ref­siz yo­baz, in­fazdan son­ra, sa­dist bir zevk­le şu­nu söy­lü­yor­du:

 

Haberin Devamı

“Şü­kür­ler ol­sun; yakında çıkacak olan ki­ta­bım, Lüt­fi'nin ten­ki­di­ne uğ­ra­mak­tan kur­tul­du.”

 

Yavuz Sultan Selim, sonraki yıllarda, Şeyhülislam İbn Kemal ile sarayda yemek yediği bir sırada, Molla Lütfi’nin haksız yere idam edildiğini iğneli bir ifadeyle ima ettiğinde İbn Kemal (ölm. 1533) şu anlamlı cevabı vermiştir:

 

“Molla Lütfi, hased-i akrana (meslekdaşlarının hasedine) kurban gitmiştir, Sultanım!”

 

Ça­ğın en bü­yük İslam dü­şü­nü­rü ve İsl­am’ın en bü­yük vic­dan­la­rın­dan bi­ri olan Mu­ham­med İk­bal hak­kın­da, hu­ra­fe­ci yo­baz­lar ‘kâfir’ fet­va­sı çı­kar­mış­lar­dı.

 

İb­ret al­mak için bu ka­da­rı yet­mez mi?

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!