Din kul değil onurlu birey ister

Güncelleme Tarihi:

Din kul değil onurlu birey ister
Oluşturulma Tarihi: Haziran 30, 2014 01:42

“Allah’ın, özenerek yarattığı insanı tek tipleştirmesi veya insanın kendisini tek tipleştirmesini istemesi mümkün değildir” diyen Çetin, aklın önemine vurgu yapıyor.

Haberin Devamı

DİSİPLİNLER arası bir insan tanımı yapmaya kalktığımızda tek ortak noktamız, insanın düşünen canlı olmasıdır. Bunun dışında onu hisseden, hislerini ifade eden, dil, kültür, değer ve bilim üreten, sosyal, vs. varlık olarak tanımlarız. Ancak unutmamak gerekir ki diğer tanımlar varlığını kendisini ilk tanımdaki düşünme niteliğine yani akla borçludur. Belki tam da bu noktada aklın işlevini ya da kendi aklımızın hayatımızdaki işlevini sorgulamak yerinde olacaktır.
Melek ile insan arasındaki fark nedir?
? Kuran, Hz. Âdem’in yaratılışından bahseden ayetlerde melek ile insan arasındaki farkın, insanın akıllı ve özgür iradeli bir varlık olarak iyiyi de kötüyü de yapabilecek güce sahip olması olduğunu belirtmektedir. Kuran’da insan akıllı, vicdan sahibi, özgür, sorumlu, bir varlık olarak sunulmakta ve onun bu yapısına atıfla en iyi şekilde yaratıldığı ifade edilmektedir (Tîn 95/4). Kuran, insanın bu verili doğasını aktüel hale getirerek, insanın kendisini hemcinslerinden ayıran özgün yönleriyle ortaya koymasını ve kendini her an yeniden inşa etmesini, yani birey olmasını hedeflemektedir. Bu hedef insanın onurunu korumaya yöneliktir. Bu yönüyle din insandan Allah dışında hiçbir varlığa tanrısal güç atfetmesini istememekte; yaşamını kendi onurunu hiçe sayan bir kullukla değil de onurlu bir birey olarak sürdürmesini, kendisini özgürleştirmesini istemektedir.
Dinin insandan talebi nedir?
? Dinin insandan talebi, genelin içinde özel olmanın, biricik ve eşsiz olmanın yolunun birey olmaktan, kendi olmaktan, farklılıklarını sevmekten ve bunların ‘seni sen’ yaptığının bilincinde olmaktan geçtiğine inanmasını ve bu inancı pratiğe dökmesini sağlamaktır. Doğadaki bitki ve hayvan çeşitliliğine baktığımızda hayrete düşmekten kendimizi alamayız. Yaşam alanı olarak sunulan evrendeki bu çeşitliliği yaratan Allah’ın özenerek yarattığı insanı tek tipleştirmesi veya insanın kendisini tek tipleştirmesini istemesi mümkün değildir. Verili yapısı yani fıtrat açısından bütün insanlar ortaklık taşırken, bu ortaklığın ötesine geçmesi, çeşitliliği yaratması ve üretmesi kendisinden beklenmektedir. İnsan bu çeşitliliğe imkân verdiği, desteklediği ve var ettiği düzeyde bireyselliğini gerçekleştirmiş olacaktır. Bu sürecin eyleyeni AKIL’dır. Akıl sayesinde verili yapımızın ötesine geçerek kendimize has ayırt edici özelliklerimizi gün yüzüne çıkartmak mümkündür. “Kendi aklını kendin kullan, kendin kadar, birikimin kadar kullan” bu sürecin mottosu konumundadır. Kendin kadar, birikimin kadar kullan ifadesi kulağa biraz tuhaf gelebilir ancak bireyin birikiminin ve aklını kullanma kapasitenin farkına varabilmenin ve hatalarından ders çıkarabilmenin tek yol olmasını ifade etmesi bakımından önemlidir. Bu fikir, söylem ve eylem tutarlılığının, bireysel iç tutarlığının, başka bir ifadeyle iç huzurun adıdır. İç tutarlılığın ve huzurun sağlanamaması kişinin değerlerle çatışmasının, kendine yabancılaşmasının ve bunun sonucunda birey olamamasının temelidir. Bu yönüyle din, insanı özgürleştirmekte, kendi olmasını sağlamakta ve bu süreçte yalnız Allah’a karşı sorumlu olduğu bilincini aşılamaktadır.
Bu süreçte insanın kılavuzu nedir?
? Genelde tüm insanların, özelde Müslümanların aklını kullanma cesareti göstererek, bir aydınlanma yaşamaya ihtiyacı olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. İslam dünyasını rüştünü ispatlaması, başka bir deyişle aklı etkin kullanmayı başarıp başaramaması, yüzleşilmesi gereken en önemli gerçektir. Bu süreçte başvurulacak kılavuz, bir başkasının aklından ziyade, öncelikle herkesin kendi aklıdır. Din, insandan kendisini “Kendisi” yapan şeylerin nedenlerini ve niçinlerini bilerek var etmesini istemektedir. Bu durumda insana düşen tek şey buna cesaret gösterebilmesi, yani birey olmayı istemesi ve başarmasıdır. Bu talep, insan yaşamının tümünü içeren uzun soluklu bir süreçtir. Bu süreci gerçekleştirme amacıyla yola çıkan, yolda olan herkese Allah’tan yardım diliyorum.

Uçakta iftar nasıl yapılır

Haberin Devamı

Seyahate çıkan kişilerin, imsak ve iftarları bulundukları yere göre yapmaları gerekir. Uçakla seyahat eden oruçlu kişiler de, uçuş esnasında uçağın üzerinde bulunduğu yere göre imsak ve iftar yapmalıdırlar. Ancak çok hızlı uçaklarla kıtalararası yolculuk yapılması durumunda, imsak ile iftar arasında süre, anormal ölçüde kısa veya uzun olabilmektedir. Bu durumda, yolculuk yapacak kişi orucunu kazaya bırakabilir. Ancak oruca başlamış ise, bir takdir yaparak (mesela imsake başladığı yere göre) iftar edebilir. (Oruç- Sıkça Sorulan Sorular/ Diyanet İşleri Başkanlığı)

Ölümü ve hayatı yaratan O’dur

Haberin Devamı

Mülk Suresi: Mekke Döneminde nazil olmuştur, 30 ayettir. Adını, Allah’ın hükümranlığın mutlak sahibi olduğunu belirten, ilk ayetteki “mülk” ifadesinden alır. Surenin ana fikri, insanın vahye olan ihtiyacıdır. “Bütün bu sure boyunca işlenen temel fikir, insanın dünyevi /fiziki şartlarla sınırlı olan bilgisi ile evrenin bilinmezlerini kavrayamayacağı ve bu nedenle, ilahi vahyin rehberliğine zorunlu olarak muhtaç olduğudur.” (Esed, 1167) Surenin ilk iki ayeti şöyledir: “Hükümranlığın sahibi olan Allah kutludur, yücedir. O, her dilediğini yapmaya kadirdir. O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tabi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin) ve yalnız O’nun kudret sahibi ve çok bağışlayıcı (olduğuna sizi inandırsın.)” (Mülk/1-2)

Kuran’dan Dualar

Haberin Devamı

Hz. Süleyman Allah’a şöyle yalvarır: “Rabbim, beni bağışla. Bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir hükümdarlık/iktidar lütfet. Hiç şüphesiz Sen sonsuz lütuf ve ihsan sahibisin”. (Sad/35)

Oruç tutmaya ihtiyacımız var

ORUÇ tuttuğumuzda, öncelikle beslenme alışkanlığımız farklılaşıyor. Kendi hür irademizle yemek yemiyor, su içmiyor, orucu bozan her şeyden uzak duruyoruz. Başta uyku düzenimiz olmak üzere gündelik yaşam tarzımız da büyük ölçüde değişiyor. Aynı şekilde algımız, düşünme biçimimiz de biraz da olsa farklılaşmıyor mu? İşte tam burada, diyoruz ki, gelin hep birlikte düşünme konusundaki alışkanlıklarımızı, düşünme tarzımızı gözden geçirelim; ön yargılarımızı konuşalım. Hoşumuza gitmese de, bu fırsatı değerlendirerek, biraz özeleştiri yapalım.
Öncelikle bir tespitle işe başlayalım. Yüce Allah bizden oruç tutmamızı istiyor. Ancak Allah’ın bizim orucumuza ihtiyacı var mı? Allah, faydasını bizim göreceğimiz bir ibadeti, bize farz kılmış. Oruç tutan bir kimse, Allah’ın bir emrini yerine getirirken, kendisi için oruç tuttuğunu bilmek durumunda. Oruç tutmaya bizim ihtiyacımız var. Demek istiyoruz ki, oruç tutmakla, ne Allah’ı –haşa- minnet altında bırakmak gibi bir duyguya kapı aralayalım; ne de öfke, sinirlilik vb. olumsuzlukları oruçla ilişkilendirelim. Hele iftara yakın trafikteysek, orucun bize kazandıracağı en mühim hasletlerden birinin sabır olduğunu aklımızdan çıkartmayalım.

Haberin Devamı

Gökyüzünün başka rengi de varmış

Temel İslami ibadetlerin, insana kendi varlığının farkına varma fırsatı sağladığını, pek çoğumuz fark etmiştir. İşin gerçeği, kendi varlığımızın ne kadar farkında olduğumuzu hiç sorguluyor muyuz? İnsan belleği, sadece verileri değil, yaşadığımız tecrübeleri de kaydeder. Şimdiye kadar, her sabah güneşin doğduğunu gördük. Güneşin doğmayabileceğini hiç düşünmüyoruz. Oysa, Cahit Sıtkı’nın dediği gibi: “Gökyüzünün başka rengi de varmış!/Geç fark ettim taşın sert olduğunu/ Su insanı boğar, ateş yakarmış!/ Her doğan günün bir dert olduğunu/İnsan bu yaşa gelince anlarmış.” Hiç kuşkusuz, her yaşın kendine özgü bir anlama biçimi vardır. Ancak, ateşin yakıcı olduğunu bilmek için, izi kalacak şekilde elimizin yanmasını beklemek gerekmez. Günümüz insanı, özellikle de gençler, her şeyi tecrübe ederek öğrenmek istiyor. Her şeyin tecrübe yoluyla öğrenilmesi mümkün olmadığı gibi, tecrübenin en pahalı öğrenme biçimi olduğunu hatırlamakta fayda var. Akıllı insanlar, başkalarının tecrübesinden en iyi şekilde yararlanmasını bilen kimselerdir. Kendimizin dışındakilerle ilgilenirken, kendimizi unutmamalıyız. Kendi varlığımızın farkında olmak, neye niçin inandığımızı, neyi niçin yaptığımızı bilmeyi, hayatın anlamı konusunda kafa yormayı gerektirir.

ORUÇ ÖZELEŞTİRİ İMKÂNI SAĞLAR

Haberin Devamı

Kendi varlığımızın farkındaysak, kendimizi önemsiyorsak, en azından önemli bulduğumuz konulardaki bilgimizin ne kadar doğru bilgi olduğunu sorgulamamız gerekmez mi? Örneğin din konusundaki bilgimizin kaynaklarını biliyor muyuz? İnancımız Kuran temelli mi? Hz. Muhammed hakkında, onu örnek alacak kadar doğru bilgi sahibi miyiz? Din, öncelikle bilgi işidir; bildiğimiz kadar İslam’ı yaşayabiliriz. Kuran, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını bize hatırlatmaktadır.

Oruç tutan bir kimse, sadece orucu bozan şeylerden uzak durmakla kalmaz, düşünce ve duygularını da terbiye etme imkanı bulur. Bu da bize özeleştiri imkanı sağlar. Özeleştiri, özellikle hayatın anlamı, yapıp ettiklerimiz, ürettiklerimiz, başardıklarımız konusunda yoğunlaşmalıdır. Eğer öncelikler sıralaması yapmamışsak, ömrümüzün önemli bir kısmını boşa harcamış olabiliriz. İnsan, öncelikle varlığını sürdürebilmek için beslenir. Yemeğin hiç kuşkusuz zevk boyutu da vardır. Bu boyut, var olmanın önüne geçerse, obezite başımızın belası olabilir; sırada bekleyen hastalıklar kapımızı çalabilir. Varlığımızın farkındaysak, var olmayı, onurla yaşamayı her şeyin önünde tutmamız gerektiğini biliriz.
Hayatın anlamı, insanın yaratıcı yetilerinde gizlidir. Bu yetileri ne kadar etkin kullanabilirsek, o kadar anlamlı bir hayatımız olur. Öyle ise, Kuran’ın ısrarla vurguladığı “salih amel”i, yani iyi işleri de yeniden düşünmek gerekir. Allah zekâtı farz kıldığına göre, Müslüman’ın asgari hedefi çalışarak, üreterek zekât verecek konuma gelmek olmalıdır. İçinde bulunduğumuz güzel günler, biraz özeleştiri için eşi bulunmaz bir fırsattır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!