Güncelleme Tarihi:
Ziyaret ettiğim evlerde dikkatimi, televizyonlar çekiyordu. Çoğu evde, çanak antenler kurulmuş, Türkiye'deki televizyon kanalları izleniyordu. İbrahim Tatlıses, Sibel Can ve Hülya Avşar'ın programları ve bazı diziler epey ilgi görüyordu. Dayanamadım, birkaç kez sordum:
Siz bu programlardan ne anlıyorsunuz? Yoksa benim için mi bu kanalı açtınız?
‘‘Hayır’’ diyorlardı, ‘‘Biz her zaman bu programları izliyoruz. Hoşlanıyoruz.’’ Yarışma programlarını, belgeselleri büyük bir zevkle izliyorlardı. O programlarda, kendi ülkelerinin televizyon kanallarında olmayan herşeyi bulabiliyorlardı!
Çünkü İran televizyonlarında hep soluk, cansız programlar vardı. Mollaların bitmek tükenmek bilmez konuşmaları kaplıyordu ekranları. Hem de hep birbirine benzeyen konuşmalardı. Bu sıkıcı programlardan kurtulmanın yolunu çanak antenlerinin yönünü Türkiye'ye çevirmekte buluyorlardı. Gerçi çanak antenler serbest değildi; ama artık komşular birbirlerinin antenlerine göz yummayı öğrendikleri için fazla sorun çıkmıyordu. Hatemi yönetimi de bu konuda eskisi kadar katı davranmıyordu.
Zaten halkın eğlence yaşamı çok ama çok sınırlıydı. İran kentlerinde akşam hava karardıktan sonra sokaklar, caddeler boşalıyor; ev ziyaretleri başlıyordu. Gerçi bir süredir bazı Batılı filmlerin gösterimine izin veriliyordu ama yine de İslami sınırlamaların cenderesinden tam kurtulamayan sinemalar çok az ilgi görüyordu.
Hafta sonlarının tek eğlencesi ise piknik, kent dışındaki bağlara, bahçelere gitmekti. Zenginlerin villaları ise hafta sonları adeta birer sığınak işlevi görüyordu. Tanıdık aileler bu villaların dışarıya tamamen kapalı bahçelerinde gönüllerince eğleniyor; havuza girebiliyorlardı. Hatta kimileri, alkollü içki bile içebiliyordu.
Tabii alkollü içkinin cezası çok ağırdı. Hatta yakalandığında uyuşturucudan bile daha ağır şekilde cezalandırılıyordu. Alkolle yakalanmak, kırbaçlanmak demekti... Yasakların listesi uzundu. Tavla ve kağıt oyunlarını bile kapsıyordu. Tümü kumar sayılıyordu. Bir tane bile iskambil kağıdının bulunması büyük suçtu. Bu alandaki tek olumlu gelişme, satrancın serbest bırakılması...
TESETTÜRDE TAHRAN FARKI
Büyük şehirlerde giyim konusunda bir rahatlama olmuştu. Örneğin Tahran'da kadınların saçının bir kısmının görünmesi ya da renkli eşarp takmaları sorun olmuyordu.
Ancak öbür bölgelerde eski katı kurallar hala hüküm sürüyordu. Kadınlar, tesettüre uygun giyinmekle kalmıyor; renkli manto bile giyemiyorlardı. Hatta küçük kentlerdeki üniversitelerde genç kızlar siyah mantoların üzerine ilaveten bir de siyah çarşaf giymek zorunda kalıyorlardı. Bir fırsatını bulup, siyahlar içindeki genç kızlardan birine sordum:
Neden böyle giyiniyorsunuz, mantonuz var, eşarbınız var. Neden ayrıca siyah çarşaf örtünüyorsunuz?
- Maalesef bu üniversitelerin talimatıdır. Böyle örtünmezsek üniversiteye giremeyiz.
Sadece kadınlar değil, erkekler de kısa kollu gömlek giyemiyorlardı. Üstelik canlı, parlak renkli gömlekler giymeleri de yasaktı. Muharrem aylarında 45 gün tamamen siyaha bürünen insanlar, öbür dönemlerde de soluk renkleri seçmek zorunda kalıyorlardı.
En önemli yenilik, genç kız ve erkeklerin sokakta yanyana yürüyebilmeleriydi. Devrimin ilk günlerinde gençlerin yanyana görülmeleri bile yasaktı. Bir kadın ve erkek yanyana görülünce devrim muhafızları durdurup, evlenme cüzdanlarını soruyordu. Bunlar, fuhuşun yaygınlaşmasını önleyemiyordu...
PROFESYONEL FUTBOL YASAK
Dünya Kupası maçında İran futbol takımının Amerika'yı yendiği akşam, sokaklar görülmeye değerdi. Kadını, erkeği, genci, yaşlısı herkes sokaklara döküldü. Davul zurnalı eğlence sabaha kadar sürdü.
Milyonlarca insan, meğer ne kadar başarıya susamış. Böylesi bir coşku, İslam devriminden bu yana ilk kez yaşanıyordu! Tüm İran, futbol takımıyla bütünleşmişti.
Oysa futbol, o güne değin İran'da, bu kadar ilgi görmemişti. Futbola ciddi bir yatırım yapıldığı da söylenemezdi. Profesyonel futbol yasaktı. Avrupa liglerinde oynayan birkaç kişi dışında amatör olan futbolcuların çoğu 150-200 dolar maaşlarla başka işlerde çalışan kişilerdi. Hiçbiri de el üstünde tutulan büyük şöhretler değildi.
İran milli takımının futbolcuları, Avustralya'da eleme grubunda oynadıkları maçı kazandıktan sonra ülkelerine dönerken gümrük kapısında ciddi sorunlar yaşamışlardı. Ayrıcalıklı davranılmasını bırakın beraberlerinde getirdikleri bilgisayar, video, televizyon gibi elektronik eşyalara el konmuştu... Amerika'yı yenince birden tüm ülkenin bağrına bastığı şöhretler haline geliverdiler. Futbola daha olumlu gözle bakılmaya başlandı...
ÜNİVERSİTEDE MOLLA TORPİLİ
Hatemi yönetimi, Batı ülkelerine kaçtıktan sonra İslam Devrimi aleyhine faaliyette bulunmayanları İran'a geri getirme çabası bir ölçüde başarılı olmuş. Ancak Şah döneminin ünlülerinden dönenler İran'da uzun süre kalamamış, yine ayrılmışlar. Çünkü İran'daki ortama uyum sağlayamamış; öğretim üyeleri de üniversitelerdeki düzene ayak uyduramamışlar.
Üniversiteler, İslam Devrimi'nin tahakkümünün tam olarak hissedildiği kurumlar. Her şeyden önce üniversiteye girişte, şehit ve gazi ailelerine yüzde 40-50'ye varan büyük bir kontenjan ayrılmış. Bu kontenjan engelini aşanlar, ciddi bir güvenlik soruşturmasından geçiriliyor. Hem kendisi hem de ailesi. Bu engeli aşanlar, ayrıca ideoloji ve din sınavına tabi tutuluyor.
Üniversite yönetimi, öğretim üyelerine dönem sonunda bir liste veriyor; ‘‘Bu listedekilere geçer not verin.’’ Listedeki gençler tabii ki, molla yönetimine yakın ailelerin çocukları... Yönetimin isteğini kabul etmeyen hocaların yapabileceği tek şey, üniversiteden ayrılmak. İlk fırsatta da bir Batı üniversitesinde iş bulup, ülkesinden ayrılmak. Üniversitelerdeki profesör ve doçentlerin sayısı parmakla sayılabilecek kadar azalmış durumda. Ülke dışına çıkan bilim adamlarının çoğunun ilk durağı Türkiye. Ama Türkiye'de de beklediklerini bulamayan İranlı bilim adamlarının asıl hedefi, Kanada ya da Amerika...
RÜŞVETÇİ MOLLALAR
Din adamları, ülkenin tüm zenginliklerini ele geçirmişti. Mollaları, hiçbir yerde kuyrukta görmek mümkün olamıyordu. Özel teşkilatları aracılığıyla tüm gereksinimlerini halktan daha ucuz biçimde karşılayabilen din adamları ile halkın arasında büyük bir uçurum oluşmuştu. Lüks binalarda oturuyorlar, son model arabalara biniyorlardı. Üstelik din adamlarının çoğu da sadece medrese eğitimi görmüştü, en fazla yüzde 10'u üniversiteliydi.
Şah zamanında kaçanların evlerine konmuşlar, rahat içinde yaşıyorlardı. Bu zenginliğin nedenini soranlara cevapları çoğu zaman aynıydı:
- İmamın hediyesidir.
Mollalar, ticarete de atılmış; ekonominin ağırlığını ele geçirmişlerdi. Ekonominin tüm zenginlikleri din adamları arasında paylaşılmıştı. Onlar ülkenin mutlu azınlığı. Büyük bir kesim ise geçim sıkıntısı içerisindeydi. Örneğin 20-25 yıllık bir mühendis, devletten 100-150 dolar maaş alabiliyor. Ev kiraları, giyim kuşam ise çok pahalıydı. Devlet sadece ekmek ve ulaşımı sübvanse ediyordu.
Bu durum da devlet dairelerinde rüşvetin yaygınlaşmasına neden oluyordu. Neredeyse rüşvet ödemeden iş yaptırmak imkansız. Sadece trafik ve emniyette rüşvete rastlanmıyordu. Rüşvet çarkına bulaşan mollaların sayısı da azımsanamayacak kadardı. Bu durumun farkında olan Hatemi yönetimi de bu dosyaları yargının gündemine getirmeye çalışıyordu.
Karşı gelenin dilini keseriz!
Sokaklar, Hatemi rejiminden çok şey bekliyordu. ‘‘İran'a demokrasi getirecek’’ beklentisi içinde olan halk, özgürlük isteğini her fırsatta açığa vuruyordu. Tahran belediye başkanını destekleyen üniversite öğrencileri de sokaklarda özgürlük ve daha fazla serbestlik sloganları atıyorlardı. Ertesi gün Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Serdar Safavipur, halka gözdağı vermeye kalktı:
- İslama karşı gelenler ve beğenmeyenlerin dilini keseriz. Bu hususta hiç tereddüdümüz yoktur.
Bu açıklamaya karşı yükselen tepkiyi Cumhurbaşkanı Hatemi ve diğer yetkililer, yumuşatmaya çalıştılar:
- Bu sözler yanlış anlaşılmıştır. Bu sözün gayesi iç değil, dıştan İslama karşı gelen tehditlerdir.
Bu örneğin de gösterdiği gibi Hatemi yönetimi radikallerle büyük bir siyasi çekişme içerisindeydi. Bir tür senato işlevi gören ‘‘Şurayı Negehban’’ seçimlerinin yaklaşması siyasi çekişmeyi daha da tırmandırdı. Hatemi, bu seçimlerde Ayetullah Ali Hamaney'in başını çektiği radikallere karşı bir zafer kazanmayı hedefliyor. Bu seçimleri Hatemi kanadı kazanırsa, Meclis'te çoğunluğu sağlayabilecek. Bu çoğunluk, Hatemi'nin başarıya ulaşma şansını güçlendirecek...
Büyük şehirlerde giyim konusunda bir rahatlama olmuş. Ancak öbür bölgelerde eski katı kurallar hala hüküm sürüyor. Kadınlar, tesettüre uygun giyinmekle kalmıyor; renkli manto bile giyemiyorlar.
Din adamları, ülkenin tüm zenginliklerini ele geçirmiş. Lüks binalarda oturuyorlar, son model arabalara biniyorlar. Bu zenginliğin nedenini soranlara cevapları çoğu zaman aynı: ‘‘İmamın hediyesidir.’’