OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 16, 2001 00:00
DİLOMATİK Ben bir mucidim. Geçen hafta yeni icadıma son şeklini verdim ve bu sabah patent bürosuna götürmek üzere erkenden kalkıp duşumu almak üzere banyoya gittim. Uzun ve hüsranlarla dolu mucitlik hayatımın, ilk büyük patlaması olacağını hissediyordum. Küvete adımımı atar atmaz sağ ayağımın altında bir karıncalanma hissettim. Panikle ayağımı kaldırdım ve evcil karıncam Kararınca'nın üzerine bastığımı gördüm. Onu nerede olsa tanırdım çünkü tek bacağı diğerlerinden kısa olduğu için yürürken sevimli sevimli topallardı. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Duşun ayarını yine yapamamıştım ve dumanlar fışkırtan su korkunç sıcaktı. Canı sıkılınca kafesinden çıkıp dolaşmasına izin verirdim ve böyle korkunç bir son aklımın ucundan bile geçmezdi. Kararınca'nın arkasında cenazesine geldikleri belli olan, tek sıra halinde dizilmiş, üzgün görünümlü yüzlerce karınca belirdi birden. Moral bozukluğuyla günün geri kalanında başka terslikler olmamasını dileyerek duşumu aldım ve evden çıktım.Evet, mucidim dedim ama, hayatımı hiç de kolay kazandığımı söyleyemem. Gladyatörlere ne kadar talep varsa bizlere de o kadar var bu ekonomik koşullarda. Şu anda serbest çalışıyorum ama iki sene öncesine kadar TÜBİTAK'da kadrolu bilim adamıydım. Fakat "Ormanda düşen ağaç, etrafta duyacak kimse yoksa ses yapar mı?" konusundaki deneyde, kendimi tutamayıp devamlı ormana giderek deneyin sonuçlarını etkilediğim için kovdular beni. O gün bugündür, ufak tefek icatlarla hayatımı kazanmaya çalışıyorum. Hiçbiri fazla tutmayan icatlarımdan bazılarını duymuş olabilirsiniz. Banyodan sonra burun kıllarını kurutmak üzere mini kıl kurutma makinesi, taksiciler için likid gaz bebek, çamaşır yıkamak için arka bahçeye kurulan yapay nehir, bunlardan bazıları. Başarmaya en çok yaklaştığım icadım ise, tetiği çekince tabancadan çıkan sopanın ucundaki bez parçasıydı. O zamanlar bu bez parçasının üstüne 'BANG' yazmayı akıl edemeyip
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni yazmıştım ve bazı okullar, bayrak törenlerinde kullanmak üzere yüksek miktarlarda satın almışlardı. Ancak tabancayı oyuncak yapmak da o iş yoğunluğunda aklımdan uçuvermiş ve birkaç öğrenci yaralanınca buluşumu piyasadan çekmek zorunda kalmıştım.Bu sefer turnayı gözünden vurduğuma emindim. Talebin cok yüksek olacağı garanti olan bir buluş vardı elimde. Adını Dilomatik koyduğum bu minik buluş, dilsizlerin kullanımı için postanelere konulacak olan ve içinde pul yalama fonksiyonlu gerçek diller ve dilin kurumamasi için, küçük bir dürüm döner bulunan camekanlardı. Elimdeki tek örnek olan ve geliştirmesi bir buçuk yılımı alan küçük cam kutuyu yanıma alarak evden çıktım. Nişanlım Selin, hep çağın gerisinde yaşadığımı söyleyip başımın etini yer dururdu. Ona yanıldığını ıspatlamak ve diğer mucitlerin yeni buluşlarını da kullanabileceğimi göstermek için, Bell diye bir adamın telefon adını verdiği aletten almıştım bir tane. Ne yazik ki, alet bozuk çıktığından aldığım dükkana uğrayıp geri verecektim buluşmamızdan önce. İçeri girdim ve tezgahta duran genç adama:"İyi günler. Sizden aldığım bu telefon bozuk çıktı. Hangi tuşa basarsam basayım farklı bir dit sesi geliyor ve bir de kafasına esen garip anlarda zır zır çalıp duruyor. Bunu geri vermek istiyorum lütfen!" dedim. Satıcı binbir özür diledikten sonra telefonu geri aldı ve fark almadan yerine bir cep telefonu verdi. Koca aleti verip ufacık seyi almak biraz zoruma gitse de satıcının telefonun her tür cebe uyabilen bir model olduğunu soylemesi ve benim cebime de cuk oturması üzerine kabul edip sevinçle dükkandan çıktım. Kaldırımda adamın numaram olduğunu soylediği numarayı çevirdim ve kulaklarıma inanamadım. İnsanlarin istedikleri zaman bana ulaşabilmelerini sağlamakla yükümlü şımarık alet, meşgul çalıyordu. Sinirle en yakındaki çöpe attım ve Selin'le buluşacağımız kafeye doğru sürmeye başladım arabamı.Selin kucağında bir kedi ve dudaklarında bir gülümseme ile bekliyordu. Beni görünce ayağa kalkıp yanıma koştu ve:"Bak annemin sana hediyesi, sevdin mi?" dedi.Onsekiz yaşımdayken, beden dersinde üzerinden atlamak üzere olduğum beygirin yana çekilmesi üzerine leğen kemiğimi kırmıştım. Köyde yaşadığımız için okulun beygir aleti alacak parası yoktu ve gerçek beygir kullanıyorduk. Hatta derslerde fiş olarak hocanın KDV fişlerinin arkasına yazdığı cümlelerle sökmüştük okumayı da. Neyse konuyu dağıtmayım, köyün tek doktor/berber/nalbant/muhtarı olan Dr. Recep Emmi, köy çamaşırhanesinden getirttiği plastik bir leğeni takarak iyileştirdi beni. O günden beri hayvanlara hiç kanım ısınmadı."Ama hayatım, hayvanlara karşı duygularımı biliyorsun. Hem bugün karıncam Kararınca'nın üzerine bastım. Anısına saygısızlık olmaz mı?" dedim şaşkın bir ifadeyle."Onu bunu bilmem. Annemle aranızın düzelmesi için bu hediyeyi kesinlikle kabul etmek zorundasın." dedi Selin kollarını kavuşturarak."Ama aramız bozuk değil ki…" diye yanıtladım sıcaktan bunaldığı belli olan Selin'i kızdırmamaya özen göstererek."Nasıl değil? Yıllardır annemin elini öpmeye sadece cadılar bayramında gelmene bozulmadığı mı sanıyorsun? Hem bu kediyi çok seveceğine eminim, korkunç zeki. İngilizce konuşuyor hayvan. Seni beklerken my love dedi bana""Saçmalama Selin. Miyav demiştir sadece. Senin Amerikan Kültürdeki İngilizce derslerinden beynin sulandı sanırım." dedim onun için hafiften endişelenerek."Dersler dedin de noldu biliyor musun? Son iki dönemin parasını ödeyemediğim için eve haciz memurları geldi. Para edecek hiçbir sey bulamadıkları için öğrettikleri İngilizceyi geri almaya karar verdiler. Bir hafta içinde tüm öğrendiklerimi unutmam gerekiyor." dedikten sonra mahzun bakışlarını kahve fincanına yönellti hemen.Selin hayatı boyunca sadece hayır kurumları ve gönüllü yardım derneklerinde çalıştığı için asla eli para görmemişti. Geçen yıl gençlere alkolün zararlarını anlatmak için Yeşilay'a alternatif Tekilay adında bir dernek kurdu. Slogan olarak kendilerine "Tekilay'la elele, daha güzel günlere" cümlesini seçince kapatıldılar. Bu anıyı hatırladığımda yüzüme yayılmak üzere olan gülümsemeyi zor bastırarak:"Hiç üzülme aşkım. Bugün şu patenti bir alayım, Dilomatik anında peynir ekmek gibi satılmaya başlayacak ve tüm dertlerimiz bitecek" dedim kolunu sıvazlayarak."Bilmiyorum, sen geçen sene geçici olarak seyyar arabayla ekmek arası peynir sattığın zaman da böyle demiştin ama noldu gördün. Neyse, sen geç kalacaksın hadi gidelim. Yolda beni kuaföre bırakırsın değil mi? Bu kısa saça bir türlü alışamadım, atmadılarsa kestirdiğim saçlarımı geri alacağım." diyerek ayağa kalktı ve arabaya yürümeye başladık.Taksimden asağı inerken
trafik ışıklarında camı silmek için arabanın üzerine orta yaÅŸlı bir adam eÄŸildi. Robinson Crusoe'nun gemilere el etmediÄŸi bir ÅŸiddetle kollarımı saÄŸa sola sallayıp "Ä°stemem!" diye bağırmama raÄŸmen, elindeki bezi cama sürdü ve bir parmak çamur ön cama yayılarak görüş alanımı sıfırladı. Yandaki arabaların hareket etmesi üzerine, yeÅŸil ışığın yandığını anlayıp ayağımı gaza basmamla boÄŸuk bir ses geldi arabanın önünden. Hemen asağı inip baktıgımızda cam silici adamı ön tekerleklerin arasında yatarken bulduk. Acıyla diÅŸlerini sıkarak bana baktı ve:"Abi bujiler meme yapmış gibi gözüküyor, bir bakıma götür istersen arabayı!" dedi.Selin'le adamı kollarından tutarak arka koltuÄŸa yatırıp Taksim Devlet Hastanesi'ne doÄŸru son hızla yola çıktık. Adamcağız inleyerek arka koltuktan:"Zahmet olacak size de. Ben buradan bir dolmuÅŸa atlar giderdim!" dedi. Åžok olmuÅŸ bir halde dönüp:"Saçmalamayın, hiç konuÅŸup gücünüzü de harcamayın! Sadece bağırsaklarınızı kedinin tarafından toplamanız yeterli" derken adamın çok tanıdık bir tipi olduÄŸu dikkatimi çekti. Adam da bakışımdan onu tanıdığımı anlamış olmalı ki hemen yanıtladı:"Evet ben aktörüm oradan tanıdınız herhalde. ÇekeceÄŸimiz yeni dizide cam silici rolü oynayacağım için üç aydır onlarla yaÅŸayıp rolüme konsantre oluyordum. Sanırım fazla kaptırdım kendimi." dedi acıyla sıktığı diÅŸlerinin arasından.O sırada hastaneye gelmiÅŸtik bile. Adamı sedyeye yerleÅŸtirdik ve kaydını yaptırdık. Giderken "Buyurmaz mısınız? Benim operasyondan sonra size çay ikram ederdim" diyordu hala zavallı.Dışarı çıkarken Selin'e o akÅŸam arkadaÅŸlarla her Salı olduÄŸu gibi buluÅŸup benim evde eÅŸÅŸek oynayacağımızı hatırlattığımda, birden sinirle patladı ve:"Tombalayı sana bıraktırmam dört yılımı aldı, ÅŸimdi de bu eÅŸÅŸeÄŸe sardırdın. Senin sonun kötü. Artık seninle hayatımı paylaÅŸmak istediÄŸimden bile emin deÄŸilim!" diyerek aÄŸlayarak koÅŸmaya basladı. Tam arkasından fırlamıştım ki bir taksiye atlayıp uzaklaÅŸtı. Panikle saatime baktim ve patent ofisindeki randevuma sadece 20 dakika kaldığını gördüm. KoÅŸarak arabaya bindiÄŸimde kötü giden günün son darbesini yedim. Kayınvalidemin hediyesi kedi, arka koltukta bıraktığım Dilomatik'in tek numunesinin içindeki dilin, son parçasını aÄŸzına atmış yalanıyordu. Direksiyona yığılıp kaldım ve yarım saat kadar radyoda çalan beyin uyuÅŸturan pop ÅŸarkısının da etkisiyle kıpırdayamadım.AkÅŸam, dokuz buçuk civarlarında arkadaÅŸlar teker teker damlamaya baÅŸladılar. Oyun baÅŸladı ve yarım saat sonra hiç konuÅŸmadığımı farkeden Murat bana dönerek:"Noldu olum? Dilini kedi yuttu galiba bu akÅŸam!" dedi.Sencer BERRAK - 16 Nisan 2001, Pazartesi Â
button