Güncelleme Tarihi:
Vampir filmi deyince akıllara genellikle korku türü gelir diye düşünüyorum. Çok yakın bir geçmişe kadar korku sinemasının hayaletler ve kurtadamlarla birlikte en korkunç bulduğu üçüncü canlı türü olan vampirler artık bu tahtlarından iniyor. Yavaş yavaş insanın insana yapabileceklerinin çok daha korkunç, çok daha tehlikeli olabileceğinin anlaşıldığı bir döneme geliyoruz.
“Lat den Ratte Komma in” de ikinci dalgaya ait filmlerden biri. Yalnız ve ezilen bir çocuk olan Oskar’ın (Kare Hedebrant), en az kendisi kadar yalnız, beyaz yüzlü, hiç üşümeyen Eli’de (Lina Leandresson) dostluğu, korunma duygusunu ve aşkı bulmasının hikayesi.
İsveç’in işçi sınıfının oturduğu apartmanlardan birinde yaşayan Oskar’ın hayatının pek özenilecek bir tarafı yoktur. Ne okulda ne de okul dışında arkadaşı vardır, diğer çocuklar kendisiyle sadece dalga geçmek için konuşurlar, sürekli dayak yiyen Oskar’ın tek eğlencesi akşamları apartmanlarının önündeki karla kaplı çocuk parkında dolaşmaktır.
Yan daireye taşınan “baba-kız” bir anda Oskar’ın hayatını değiştirir. Siyah saçlı beyaz yüzlü bu küçük kız çocuğu da en az Oskar kadar yalnızdır. Karla kaplı parkta akşamları artık bir değil iki çocuk vardır. Oskar, Eli’nin gündüzleri hiç ortalıkta görünmemesinden ve hiç üşümemesinden biraz şüphelense de önce arkadaş sayısını sıfırdan bire çekebildiğine sevinir, sonra da aşık oluverir.
Bu arada tam bu dönemde şehirde kanlı cinayetler işlenmeye başlar. Pek çok yerde genç, güçlü kuvvetli insanlar sokaklarda ağaçlara asılmış ve kanları süzülmüş halde bulunur. Şehir sakinleri katilin kim olduğunu bilmez, aslına bakılırsa pek de merak etmez. Yerel gazetelerde çıkan birkaç minik üçüncü sayfa haberi ve Oskar’ın öğretmeninin “Aman çocuklar dikkat!” şeklindeki bir uyarısı dışında kimse cinayetlerden rahatsız olmuş gibi görünmemektedir. İnsanlar geceleri dışarı çıkmaya, en sevdikleri barlarda, sevdikleri arkadaşlarıyla içki içmeye, sohbet etmeye, eğlenmeye devam eder.
KATİL KİM?
Katilin kim olduğunu şehir sakinleri bilmez ancak seyirci bilir. Katil, elinde parlak bıçakları, boruları ve bidonlarıyla her akşam ava çıkan Eli’nin “babası”dır. Bu arada “babasıdır”ı sürekli tırnak içinde yazıyorum çünkü Hakan (Per Ragnar) isimli bu karakteri şehirde herkes Eli’nin babası olarak bilse de seyirci filmin ilk 15 dakikasında işlerin bambaşka olduğunu bilir. Hakan yıllarca Eli’yle yaşamış onun vampir olmayan insanların dünyasıyla ilişki kurmasını sağlamış hayat arkadaşı, hizmetkarı ve belki de biraz da aşığıdır.
Bu arada Oskar Eli’ye ona aşık olduğunu söyler, Eli de “Ben kız değilim” diyerek aralarında bir şey olamayacağını net bir dille ortaya koyar. Ancak birlikte geçirdikleri bir gecede verilen küçük bir öpücük o kadar da kesin konuşmamak gerektiğini bizlere öğretir.
Filmin sonunda Eli, Oskar’ı bir saldırganın elnden kurtarır ve birlikte kimsenin bilmediği bir geleceğe doğru yola çıkarlar. Trende Eli tabutunun içinde yatar, Oskar da koltuğunda otururken tabutun kapağı üzerinden birbirlerine Mors koduyla İsveççe öpücükler gönderirler ve mutlu son...
SORULARLA DOLU BİR FİLM
Yoksa o kadar da mutlu bir son değil mi? Oskar geleceğin Hakan’ı olacak mı? Eli’ye kan bulmak için katil olup 40 sene sonra asit içerek kendi kendini bitirecek mi? Zevk için değil ihtiyaç için öldürdüğünü, Oskar’ı korumak için kendini tehlikeye attığını düşündüğümüz Eli yoksa o kadar da iyi bir vampir değil mi? Eli neden birlikte yaşamak için hep birini öldürmek isteyecek ama gücünü ve cesaretini toplayamayacak erkekleri seçiyor?
Film bittiğinde akıllarda böyle pek çok soru kalıyor. Bunlar hikayenin seyirciye sordurmak istediği sorular olabilir ancak bunun dışında hikayedeki kopukluklardan da kaynaklanan pek çok soru işareti var ortada. Bu sorun en çok filmin yan karakterleriyle ilgili olarak yaşanıyor.
Filmde kimi karakterler senaryonun içinde önümüze fırlatılıyor. Örneğin Oskar’ın babası. Alkolik mi eşcinsel mi karar veremediğimiz bu adamın Oskar’ı ihmal ettiğini ve çocuğun bu yüzden bu kadar ürkek ve ezik olduğunu anlıyoruz ama hakkında başka detaylar elde edemeden onu gözden kaybediyoruz. Aynı şey Oskar’ın annesi için de geçerli tabii ki. Hiçbir şey için vakti olmayan, çalışan bir anne olduğunu biliyoruz bu kadının ama o kadar. Kocasıyla neden boşandıkları, neden bu kadar mutsuz bir insan olduğu gibi detayları hiç bilmiyoruz.
Sanırım bu durumun sebebi filmin aynı isimli kitaptan uyarlama olması. John Ajvide Lindqvist’in aynı isimli kitabından hareketle yine Lindqvist tarafından yazılmış filmin senaryosu ve koskoca kitap iki saate olabildiğince sığdırılmaya çalışılmış. Ancak yetmemiş. Çünkü kitapta da eksik bırakılan noktalar söz konusu.
Buna rağmen kitabı okuyanlar bazı şeyleri daha net anlayabiliyor. Örneğin Hakan’ın pedofil olduğunu, Eli’ye aşık olduğunu, Eli’nin Hakan’a kendisiyle çalışması için para teklif ettiğini ancak Hakan’ın kuracakları ilişki karşılığında bu parayı almayı reddettiğini, buna rağmen Eli’nin parayı kutular içinde evin çeşitli yerlerine bıraktığını ve küçük hazine avı oyunları kurduğunu öğreniyoruz.
O BİR “KUZEY IŞIĞI”
Bu arada ben Lat den Ratte Komma in’i yeni bir filmmiş gibi anlatıyorum ama değil; 2008 yapımı. Ancak Türkiye’de henüz geçen hafta vizyona girdi. Ancak Türk sinema seyircisi bu filmi daha önce !f 2009’da “Kuzey Işıkları” başlığı altında izleme fırsatı bulmuştu.
Filmin ismi Türkçe’ye “Gir Kanıma” diye çevrilmiş ancak direkt çevirisi “Doğru Kişiyi İçeri Al” gibi bir anlama geliyor. Bu da hem Morrissey’in “Viva Hate” albümündeki “Let the Right One Slip in” şarkısına hem de Eli’nin vampir oluşuna yapılan bir gönderme. Vampirlerin bir eve girebilmeleri için o evin sahibi tarafından davet edilmeleri gerekiyor. Dolayısıyla kişinin kimi içeri aldığına dikkat etmesi gerekiyor.
Son olarak bu filmin Matt Reeves tarafından yönetilmiş Hollywood versiyonunun 2010 yılında vizyona gireceğini de söyleyelim.