Güncelleme Tarihi:
SEVDA Akyüz henüz üç aylıkken, ablası (2.5) ve abisi (5) ile birlikte Yozgat’ta devlet korumasına alındı. Babasıyla ilk kez 9 yaşında tanıştı, şizofren olan annesi ile 24 yaşındayken yüzleşmeye karar verdi. Bir süre Ankara Yetiştirme Yurtlarından Ayrılanlar Derneği’nin genel sekreterliğini de yapan Akyüz, aynı zamanda 18 yaşından bu yana devlet memuru. Devlet yurdunda yaşadığı dönemde ve sonrasında edindiği tecrübeleri “Devletin Kızı Lülü” ve “Hangisi Senin Hikâyen” kitaplarında topladı.
KIVIRCIK SAÇLI LÜLÜ
Devletin bakım konusunda çok bonkör ancak duygu paylaşımı konusunda yetersiz olduğunu belirten Akyüz, “Koruma altındaki çocukların hâlâ benim o dönemde hissettiklerimi hissediyor olmasından dolayı üzgünüm. Tek istedikleri konuşmak ve anlaşılmak. Kitaplarımı buna çözüm aramak için yazdım. Devletin Kızı Lülü kitabımda, çocuk yuvası ve yetiştirme yurdunda yaşadığım anılarımı kaleme aldım. Lülü benim lâkabımdı. Kıvırcık saçlarıma lüle diyemeyen çocukların hitabıydı” diyor.
KADINLAR GİDER, PASTALAR KALIRDI
Akyüz, yetiştirme yurdunda geçen bayramları hâlâ dün gibi hatırlıyor: “Bizim için bayramlar çok önemliydi. Heyecanla beklerdik. Bayramdan bir gün önce hep birlikte yıkanırdık. Oradaki Arap sabunu kokusunu çok özlüyorum. Bizim bakıcı annelerimizden Sabiha anne her bayram öncesi kına yakardı ellerimize. Kendi çocuklarına da yakarmış. O kokuyu hiç unutmuyorum. Sabah kına kokusuyla mutlu uyanırdık. Herkes bunu yapmazdı.
O nedenle Sabiha annenin yeri ayrıdır. Bayram sabahı Sümerbank’tan yepyeni ama aynı kıyafetlerin farklı renklerini giyinirdik. Şeker yemek için sabırsızlanırdık. Sonra ellerinde börekler, pastalar mis kokulu kadınlar gelirdi. Mis kokulu diyorum çünkü yurttaki annelerden farklı bir kokuları vardı. Çok bakımlıydılar. Ama onlardan çok ellerindeki yiyeceklerle ilgilenirdik. Zaten çocukken tek eksiğimiz pasta sanırdık. O kadınların kaybolacağını bilirdik. Yine de kendi çocuklarına ayıracakları vakti bize ayırmalarını hep çok değerli bulmuşumdur.”
ANNEYLE İLK KARŞILAŞMA
“Annemle 24 yaşında tanıştım. İlk çocuğuma hamileydim. Ona ihtiyacım olduğu zamanlar geride kalmıştı. Ya da ben öyle sanıyordum. Annem şizofreni hastasıydı. Onu ilk gördüğümde adımı ağzından duymak istemiştim. Sarıldığımızda, ki annem daha güçlü sarıldı, ‘Bu anı kim daha çok beklemişti’ diye sordum içimden. Çocukken rüyalarıma giren kadından çok farklıydı. Kara saçlarının arasına aklar düşmüştü. Güçsüz ve zayıftı. İyileşmek için içtiği ilaçlar dişlerini dökmüştü. Yıllar öncesindeydi hâlâ, hep orada kaldı belki de. Yanımdaydı ama kaybolmuş gibiydi. Bundan sonra hayatımda olmayacaktı.”
KARŞILIKSIZ KORUNDUK
“Dünyaya geldiği andan itibaren karşılıksız bir şekilde sahiplenilen, korunan, kollanan, reşit olduğunda devlete vefa borcunu hep içinde tutarak, memur atanan bir gençtim. Devletin 18 yıl boyunca baktığı, devlet elinde büyümüş, artık yaşadıklarını gönüllü olarak topluma tecrübeleri ile hizmet etmek için yazan bir yazarım.”
HANGİSİ SENİN HİKÂYEN?
Akyüz, ikinci kitabı ‘Hangisi Senin Hikâyen’de çok yönlü ilişkiler ağını örmüş. “Kimsenin tek başına bir hikâyesi olmayacağını söylüyorum kitabımda. Lülü, çocukken kendisi için ne istediyse bir başkası için onu istiyor. Onların, özellikle çocukların, söylemek isteyip söyleyemediklerini yazıyor. Özellikle siyaset üreten, fikir üreten ve hizmet üreten insanların kitabımı okumalarını umut ediyorum.” diyor.
BİR ÇOCUĞUN GÖZÜNDEN
“Uzunca bir süre sivil toplum örgütünde yöneticilik yaptım. Bu koşuşturmada, iletişim kurduğum kurumların, siyasetçilerin hatta sivil toplum örgütlerinin, kurum bakımındaki gençler, onların beklentileri, hissettikleri ile ilgili çok da doğru bir donanıma sahip olmadıklarını fark ettim. Bu nedenle çocuğun gözünden kendisine sunulan hizmeti, kurulan iletişimi kendi hissettiklerim üzerinden; hüznümü, özlemlerimi, yaşama olan merakımı, beklentilerimi, hayallerimi yazmaya çalıştım. Bir anne ve eş olduğumu unutmadan, devlet kurumunda çalışan bir memur ve beni tanıyan insanların olabildiğince doğru anlamalarını umarak yazdım.”