Emel ARMUTÇU
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 12, 2009 00:00
Bilge Köyü’ne doğru yol alırken, kafamızda dönüp duran pek çok sorudan biri şuydu: "Şimdi orası kalabalık, hatta söylenene göre bu inanılmaz travmayı yaşayan köylüler ilgiden rahatsız olmaya başlamış. Ama sonra? Herkes gidince?"
GEÇMİŞTE sık sık yaşadığımız gibi, bu olayı ve sonrasını kaygıyla izleyen çoğu insanın da sorduğu, ortak bir sorunun dillenmesi bu: "Şimdi başta medya, herkesin ilgisi köyün üzerinde. Ama hep böyle olur, bir süre sonra hepsi bırakıp gider, olay unutulur. Onlar da kaderleriyle baş başa kalırlar."
Karşımıza ne çıkacak
Mardin’in Mazıdağı İlçesi’ne bağlı, uzun yıllar anıldığı Kürtçe adıyla Zankırt köyüne bu düşüncelerle giriyoruz. Ekibimizde, daha önce 1999 Marmara Depremi, HSBC ve Güngören patlamaları sonrasında mağdurlarla psikolojik destek çalışması yapmış olan Uzman Psikolog Nazan Ürkmez, Pedagog Suay Kantoğlu ve Psikolog Cumhur Amasyalı var. Televizyonlarda izlediğimiz görüntüler yetmemiş hiçbirimize, nasıl bir manzarayla karşılaşacağımızın merakı ve kaygısı içindeyiz.
Ve daha köydeki ilk 15 dakikamızda, acı ve üzüntü dışında hissettiğimiz ilk duygu şaşkınlık! İyi anlamda bir şaşırma bu: Devlet, tüm kurumları ve olaydan sonra anında soluğu orada alan sivil toplum kuruluşlarıyla organize olmuş çalışıyor. Taziye ve dua çadırları dışında, çocuk oyun çadırları, toplantı çadırları,
yemek çadırları, seyyar tuvaletler, yemek ve çay dağıtan Kızılay görevlileri, gezici sağlık ekipleri, psikiyatrlar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, bakıcı anneler, hemşireler...
30’a yakın uzman var
Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği ve Psikologlar Derneği, Valilik Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakfı, Kızılay, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Anabilim Dalı öğretim üyesi Doçent Nilgün Küçükkaraca ve Bilkent Üniversitesi Psikoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Dr. Nedret Öztan’ın eşkoordinatörlüğünde ortaklaşa çalışıyor. Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Urfa ve Mardin’den gelen, çoğu genç 30’a yakın insan da işin bir ucundan tutmak üzere orada. Mağdur ve mağdur yakını olarak, günde ortalama 300 kişiyle kontakt kuruyorlar.
Şimdi, mağdurların ve ziyaretçilerin fiziksel ihtiyaçları karşılanabiliyor ama ya ruhlardaki yaralar? Onlara hemen ulaşabilmek ve bir dokunuşla iyileştirebilmek imkánsız. İşte o yüzden, bütün bu uzmanlar bazen sadece kadınların ya da gençlerin yanında, hiçbir şey yapmadan oturuyor, sadece onların yanında olduklarını hissettiriyorlar. "Yaptığımız acil psikolojik yardım" diyor bir uzman: "Henüz travmanın anlamlandırılmasını yapamıyoruz, çünkü bu yaşanan şeyi öyle çabucak açıklayabilmek mümkün değil." Bir başkası, "Güçlendirme yaklaşımı" olarak açıklıyor bunu. Acı çok taze, yaslarını da yaşamaları gerekiyor.
Bu psikososyal yardım kısa bir süre daha devam edecek. Sonra, tüm çadırlar toplanacak, çünkü köyün bir an önce eski hayatlarına dönmeleri gerekiyor. Ama bu demek değil ki, herkes gidecek, onları kaderine terk edecek.
Hayır. Tersine asıl çalışma ondan sonra başlayacak. Organizasyon sorumlularının takibinde, yerel kaynaklar sürdürecek destek ve terapi çalışmasını. Çocuklar okullarında, kadınlar evlerinde takip edilecek. Asıl travma terapisi ondan sonra başlayacak belki; kaybetme duygusuna, yeniden oluşmaya başlayan nefret ve intikam duygularına o zaman sıra gelecek.
Devlet Mardin’i de önemsiyorDoçent Nilgün Küçükkaraca, basamak basamak giden çalışmaların kesinlikle uzun süreli olarak devam edeceğini söylüyor. Ve biz Aile İçi Şiddete Son Kampanyası olarak -bu çalışmalara katkıda bulunmak için yeniden gelmek üzere- köyden ayrılırken şu duygu içindeyiz: Galiba devlet ve sivil toplum "Mardin Katliamı"nı da Türkiye’nin batısında yaşanıp, ardından ulusal ve uluslararası pek çok çalışmanın yapıldığı travma yaratıcı büyük afetler, terör saldırıları gibi önemsiyor artık.