Güncelleme Tarihi:
9 Ekim 1978 günü. Günlerden pazartesiydi. Kızılay’dan geçerken bir şey dikkatimi çekti; insanlar başları önlerine eğik geçiyorlar. Ağır bir hava çökmüştü Ankara’nın üstüne. Bu havanın nedenini ıl Başkanlığı’na gelince öğrendim. Partinin kurucu üyesi olarak, öldürülen gençlerin hepsini tanıyordum. Katliamda yaralanan gençlerden Serdar Alten bir hafta kadar yaşadı, daha sonra öldü.
Serdar’ın öldürülmesinden sonra küçük kardeşinin yanında bu cinayetten hiç bahsetmediler. Yıllar sonra öğrendi ama küçükken onun yanında bu ölüm hiç konuşulmadı. Haluk Kırcı’nın telle boğmaya çalışıp, sonra yastıkla nefesini kesip öldürdüğü Osman Nuri Uzunlar, Bursalıydı. Babası ıbrahim Uzunlar, katliamdan sonra doğan çocuğuna öldürülen oğlunun anısını yaşatmak için Osman Nuri’nin adını verdi.
REİS 5-6-2 TAMAM
Bahçelievler katliamı davasına ilk andan itibaren müdahil avukat oldum. 34 yıldır da çok sayıdaki meslekdaşımızla birlikte takip ediyoruz. Bu davanın aydınlanmasında önemli ipuçları vardı. Mesela Serdar Alten, ölümünden önce otomobilin plakasını verdi, eve giren dört kişiyi tarif etti. Bir önemli tanık da katliamdan iki gün önce pazardan alışveriş yapan yaşlı bir kadındı. İki gencin konuşmalarını duymuş. Bir genç diğerine, “Reis baktım. 5-6-2 tamam” demiş. Reis dediği, “Git bir daha bak yanlışlık olmasın” demiş. Bir daha gidip gelmiş, “Tamam Reis” demiş. 56/2 numaralı adreste katliam meydana gelince o gün pazarda duyduklarıyla bağlantı kurmuş. Fotoğraflardan teşhis yaparak iki kişiyi gösterdi. MHP’nin Bahçelievler sorumlusu Ercüment Gedikli ile Tokat Yurdu’nun Reisi Duran Demirkıran’dı o gün konuşanlar. Abdullah Çatlı, organizasyonun başındaki ‘Büyük Reis!’
Son tahliye kararında da AK Parti suskun kalarak katliamı onayladı, MHP açıkça savundu. Bu katillerin serbest bırakılmalarıyla adalet sağlandığını söyleyenler, önce evlerinde ders çalışan silahsız gençlerin saatler süren işkencelerle neden öldürüldüğünün cevabını vermeliler. Bahçelievler katliamının yargı sürecinde ve hapishanede kaldıkları süreçte haksızlıklar oldu. Haluk Kırcı nedense üç kere yanlışlıkla tahliye edildi. Üçünde de itiraz dilekçeleri verip kararın düzeltilmesini sağladık. Tansu Çiller, başbakan olarak çıkıp “Devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de” dedi. Kenan Evren, Abdullah Çatlı için, “Devletine milletine bağlı bu gençten istifade edelim” demiş. ışte o yargıyı tahakküm altına alma anlayışı günümüzde de devam eden bir 12 Eylül anlayışı olarak kendisini gösteriyor. şimdi tahliye edilen Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu, 1999’da yakalanmışlardı. Bünyamin Adanalı daha önce kısa bir dönem yatmıştı. Onunla birlikte 14 yıl yatmış oluyor. ılginçtir ki, daha sonra yedi kez ölüm cezasına çarptırılacak olan Bünyamin Adanalı, altı ay kadar tutuklu kaldıktan sonra mahkemece tahliye edilmişti.
TİP devam etseydi toparlayıcı olabilirdi
27 Mayıs öncesi gençlik hareketlerinde aktif olarak bulunmadım. Ama önemli olayların hepsini izledim. 1961’de İstanbul’da TıP (Türkiye İşçi Partisi) kuruldu. Ankara İl Örgütü de 1962’de kurulunca oraya geçtik. Böylece siyasetle tanışmış oldum. 21 yaşımdaydım. O tarihten bu yana da aynı siyasi çizgiyi sürdürüyorum. O zaman bildiri dağıtmak, 1963 seçiminde gözlemcilik yapmak, mitinglerde görevli olmak gibi işlerden gele gele 1975’te ikinci TİP’in kurucularından biri oldum. Maalesef 1980 ile birlikte TıP de tarihe karıştı. TıP de CHP gibi ana parti oldu. ıkisinde de doğurganlıklar oldu, içlerinden yeni partiler çıktı. TıP devam etseydi, belki de bütün bu sol bölünmüşlükleri toparlayıcı rol oynayabilirdi.
İdama önceden karar verilmişti
Denizler’in yargılandığı dava 24 sanıklıydı. Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülüyordu. 11 avukat olarak davadaki bütün gençlerin vekaletini aldık. ıddianame okunduktan sonra sorgular başladı. Mahkemenin başında Ali Elverdi vardı. Topu topu iki buçuk ay süren yargılama sürecinde ne bizim ne de sanıkların sözünü kestiler. Askerler sert davranıyordu hatta bir defasında dipçikle vurup gençlerden birinin kafasını yardılar ama mahkeme heyeti duruşma salonunda bir olay çıkmasından özellikle kaçınıyordu. ıdama önceden karar verdikleri oradan seziliyordu. Mamak Askeri Cezaevi’nde ziyarete gittiğimizde Hüseyin İnan’ın bize, “Sakın yanılmayın, bizi asacaklar” demesi hiç gözümün önünden gitmez. Ali Elverdi, bir telefon konuşması sırasında, “Yahu bunları bize niye gönderiyorsunuz? Siz halledin” demiş. Rahmetli Halit Çelenk’in eşi meslektaşımız şekibe Abla da ilk duruşmalardan birinde bir astsubayın Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in fotoğrafını çekip gittiğini fark etmiş. Oradan anlamış idam kararı verileceğini.
Olağanüstü mahkemeler acı çektirdi
Gerek 12 Mart, gerekse 12 Eylül’de ve DGM’ler gibi olağanüstü mahkemelerde bütün ülkeye acı çektiren yargılamalar yapıldı. Günümüzde de bir yargı sorunu var Türkiye’de. Hangi davaya baksak öyle, Sivas davası kanayan yara halinde. Bahçelievler katliamı davasında aradan geçen 34 yıla rağmen hâlâ yara kanatılılıyor. Mekanizma ilginç işliyor; siyaset savcılarımızı, hakimlerimizi çağırıp da “şöyle dava aç, böyle karar ver” demiyor elbette. Açıktan talimat verilmiyor. Hangi yargıcın, savcının ne yapacağı onun idrakine bırakılıyor. Bir de hakim ve savcılar, en üst düzeyde gelire sahip kamu kesimi. Bu memnun edilme onlarda şükranlarını ifade etme duygusu yaratıyor. Kuşkusuz bu sözümüz hepsi için geçerli değil.
Trafik kazasıyla öğrencİ davaları aynı kefeye konuldu
Sarıkamış’ta askerlik yaptım. Döndüğümde siyasi ortam hareketliydi, 68 olayları başlamıştı. Askerlik dönüşü girdiğim ilk davalardan biri ODTÜ’de bir direnişle ilgiliydi. Asliye ceza mahkemesinde bir dava görüldü. Sağ tandanslı ve siyasi yakınlığını açığa vurmaktan çekinmeyen bir hakim vardı. Kararı şu ibareyle yazmıştı: “Tıpkı Karayolları’nda geçerli trafik kuralları olduğu gibi hayat yollarında da yürürken birtakım kurallara uymak gereklidir.” Ben de, “Sayın mahkeme bu davayı bir trafik kazasıyla karıştırdı galiba” diye temyiz ettim. Öğrencilere iki ay hapis cezası verdi o hakim. Görülmüş bir şey değildi, tecil de etmedi. O olaydan iki buçuk sene sonra öğrenciler, idam sehpalarına çıkarıldı. Adliye, öğrenci davalarıyla dolup taşıyordu. 1969 başında, 6 Ocak günü ODTÜ’de Amerikan Büyükelçisi Robert Commer’in arabası yakıldı. Onunla ilgili davanın olduğu günkü kalabalığı adliye hiç yaşamamıştı.