Güncelleme Tarihi:
ALMANYA'NIN GÖÇMEN İŞÇİ TARİHİ - FOTO GALERİ
Dergide yayımlanan “Kendini kandıranların ve boşa giden fırsatların acıklı hikayesi” başlıklı makalesinin özetinin tercümesi şu şekilde:
“Türk göçmenler 1960’lardan beri Almanya’ya geliyor. Ama Alman halkı yıllardır bu “misafir işçilerin” bir gün evlerine döneceğini düşünüyordu. Ülkenin gerçeklerle yüzleşmekteki isteksizliği ve uygun bir göçmen politikasının yokluğu bugünün toplumunda uyum sorunlarına neden oluyor.
Keşke hayat diğer göçmenlerine de, İsmail Tipi’ye olduğu gibi cömert davransaydı. Tipi, 1972 yılında Türkiye’den Almanya’ya göç ettiğinde 13 yaşındaydı ve tek kelime Almanca bilmiyordu. Münih tren istasyonunda gergin ve hüzünlü bir ruh hali içindeydi. Arkadaşlarını, İzmir’in denizini ve son dört yıldır ona bakan dedesiyle ninesini özlüyordu.
Tipi, Almanya’daki milyonlarca Türk göçmenden biri olsa da benzersiz hikayesi var. Türkiye’de 5 yıl okuduktan sonra annesiyle babası, beraber yaşamaları için Tipi’yi babasının 1968 yılından beri çalıştığı Siemens’in bulunduğu Regensburg şehrine getirdi.
Tipi bugün, sağ görüşlü Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) üyesi ve Hesse Eyaleti’nde Parlamento temsilcisi olarak görev yapıyor. Ayrıca, gönüllü itfaiye teşkilatının da aktif bir üyesi olduğu kadar yerel bir spor kulübünde uyum görevlisi olarak çalışıyor. Tipi, yaşadığı şehrin tarih derneğinin de aktif bir üyesi ve kızının okuduğu lise için bağış toplayan bir gruba dahil.
HATALAR VE ANLAŞMAZLIKLAR
Eğer Türk göçmenlerin büyük bir bölümünün hayatı İsmail Tipi’ninki gibi olsaydı, Almanya’da bugün kimse Türklerin ve Müslümanların uyum sorununu ya da Thilo Sarrazin’in çeşitli etnik grupların genetik yapılarıyla ilgili tuhaf teorilerini tartışıyor olmazdı.
Ancak Berlin Nüfus ve Geliştirme İdaresi’nin yaptığı araştırmaya göre, yaklaşık 3 milyon kişinin oluşturduğu Türk göçmenler, uyum sağlama konusunda diğer göçmen gruplara kıyasla daha az başarılı. Türkler daha eğitimsiz, daha az para kazanıyor ve işsiz.
Bütün bu uyumsuzluğun altındaki sebep, uzun yıllardır devam eden hatalar, yanlış anlamalar ve kaçırılan fırsatlar, öngörüsüz politik stratejiler ve gerçeği görmezden gelmekte edilen inat.
30 Ekim 1961’de Türkiye ve Batı Almanya arasında iş gücü takviyesi anlaşması imzalandı. Batı Almanya ekonomisi patlama yaşamıştı ve iş gücü isteği adeta sonsuzdu. Aşıları yapıldıktan ve tıbbi testlerden geçtikten sonra 100 binlerce Türk özel trenlerle Ankara ve İstanbul’dan, Almanya’ya gitmek üzere ayrıldı.
Hükümet başlarda Türk işçilerden çok memnundu. 18 ve 45 yaş arasındaki işçiler tam da çalışma kapasitelerinin zirvesindeydi. Vergi gelirleri tavan yaptı, üretim rakamları arttı ve sosyal güvenli katkısı yükselişe geçti.
Dolayısıyla dönemin Federal İşçi Ajansı Başkanı Josef Stingl Kasım 1969’da, Avrupa’nın güneydoğusundan gelen 1 milyonuncu “konuk işçiyi” karşıladığında kelimenin tam anlamıyla sevinçten havalara uçuyordu.
Alman firmalar, düşük maaşlı, revaçta olmayan veya vardiyalı işler için niteliksiz veya yarı nitelikli işçilere ilgi gösteriyordu. Türkiye’nin gelişmemiş, ücra bölgeleri tercih edilen işe alım alanlarıydı. O zamanlar Almanya’da kimse yeni gelenlerin zar zor okuyup yazıyor olmasını ve Alman toplumuyla uyum sağlayamamasını önemsemiyordu. Misafir işçilerin çalıştıkları fabrikaların yanında yeni inşa edilen yurtlarda kalması ve birkaç yıl çalıştıktan sonra ülkelerine dönmesi bekleniyordu.
GERİ DÖNÜŞ GECİKTİ
Ancak bütün bu süreç etkin biçimde yönetilmedi. Anlaşmadaki “rotasyon maddesi” yabancıların Almanya’da yaşama hakkını 2 yılla sınırlıyordu. Fakat bu madde 1964’te Alman hükümetinin baskısıyla kaldırıldı. Hükümet sürekli yeni işçi eğitmek için masraf etmek istemiyordu.
Bunun yanı sıra, Türk işçiler de Almanlardan çok daha güvenilir çalışanlar olduklarını kanıtlamıştı. 1966’da hazırlanan bir raporda, Türklerin, kendilerine göre daha az üretken olan Alman işçilere kıyasla daha az talepte bulunduklarını ortaya koydu.
Birçok Türk sürekli olarak ülkesine dönüşünü erteledi. Türkiye’deki ekonomik ve siyasi durum belirsizdi. Ülkede askeri darbe meydana gelmişti. Birçok Türk’ün çalıştığı fabrikalarda tercümanlar vardı, dolayısıyla Almanca öğrenmelerine gerek yoktu.
GÖÇMEN BÖLGELERİNİN YÜKSELİŞİ
1973 yılında yağ krizi ekonomiyi tehdit etmeye başladığında, konuk işçiler aniden ekonomik bir yük olarak görülmeye başlandı. Dönemin başbakanı Willy Brandt’in merkez solcu Sosyal Demokratlar ve liberal Demokratlardan oluşan koalisyon hükümeti, konuk işçilerin işe alımını geciktirmek üzere bir yasa çıkardı. Bu yasa, aksi yönde etki ederek göçmen sayısında artışa yol açtı.
Türkiye’de karşılaşacakları hayatın bekledikleri gibi olmayacağından ve bir daha Almanya’ya dönemeyeceklerinden korkan Türkler, Almanya’da kalmaya karar verdi ve işlerini sağlama almak için ailelerini de göç ettikleri ülkeye getirdi.
Ancak artık daha fazla alana ihtiyaç duyduklarından, yurtlarından taşınmaya ve fabrika yakınlarında ucuz dairelere yerleşmeye başladılar. Halihazırda ülkede bulunan yabancılar “uyum sağlamak” zorunda bırakılırken, 1990’ların sonlarına kadar resmi politika, dönemin para birimiyle 10 bin 500 marka kadar çıkan para teklifleriyle “eve dönme arzusu” uyandırmaktı.
“SİYAH TÜRKLER”
Alman endüstrisi modernleşirken ve firmalar nitelikli eleman talebinde bulunurken, Türk işçilerin çoğunlukla eğitimsiz kesimden seçilmesinin dezavantajları da günışığına çıkmaya başladı. İstanbul ve Ankara’daki seçkin kesim tarafından kullanılan isimleriyle bu “siyah Türkler” Türkiye’nin büyük şehirlerinde de tutucu ve cahil olarak görülüyorlar.
Anadolu’dan gelen dindar göçmenler ve çocukları, Türklerin Almanya’daki imajını bozuyor. Amerika gibi daha ileri görüşlü bir göçmen politikası izleyen ülkeler, iyi eğitilmiş uzmanlar işe aldılar. Örneğin İngiltere’de, Türklerin oldukça uyumlu olduğu düşünülüyor. Cambridge Üniversitesi’nden Sosyal bilimci Sara Silvestri, “İngiliz hayat tarzına uyum sağlıyorlar, İngilizceyi genellikle iyi biliyorlar. Ülkenin siyasetiyle ilgililer ve dinlerini daha modern tarzda yaşıyorlar” dedi.
YABANCI KORKUSU
Diğer yandan Almanların, Türk göçmenlerle araları gittikçe açılıyor. Göçmenlerin ve çok sayıda mültecinin varlığı CDU’nun yabancı korkusu ve Green Party’nin çok kültürlü bir toplum isteği arasında gidip gelen politik bir tartışmaya neden oldu.
Dönemin CDU Hesse Eyaleti temsilcisi Alfred Degger 1982’de “yabancıların eve dönüşü istisna değil kural olmalıdır” dedi.Degger’e göre Almanya’nın kaynaklarının sadece Almanların olmasını istemek ahlak dışı değil. Dönemin İçişleri Bakanı Manfred Kanther 1990’larda benzer görüşlerini dile getirmişti.
1999 yılının sonlarına doğru tartışma doruk noktasına ulaştı. O dönem CDU’nun başında olan Roland Koch, seçim öncesi çift vatandaşlığa karşı propaganda yaptı. Halk CDU tanıtım çadırları önünde “yabancılara karşı imza” için kuyruk oluşturdu.
Bugün, on yıldan fazla zaman sonra, uyum politikası çok daha fazla destekçiye sahip. CDU üyesi Armin Laschet, göç üzerine ideolojik olmaksızın destek veren ilk muhafazakar. 2005’te Almanya’daki ilk, Kuzey Rhine-Westphalia Entegrasyon Bakanı oldu. Laschet bugün “Uyum politikasının keşfi, uzun yıllar süren inkar dönemine bir nokta koydu” dedi.
UYUMUN SEMBOLÜ
2006 yılında, dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble İslam üzerine düzenlediği bir konferans sırasında dinle ilgili sorular sordu. Hatta yakın zamana kadar Hesse Valisi olan Roland Koch göçmen ailelerin okulöncesi çocuklarına Almanca dersleri koydu.
Uzmanlar, toplumun tamamen farklı bir kesiminden umutlu. Örneğin, dini araştırmalar profesörü Rauf Ceylan, umutlarını Türk kökenli bir futbol oyuncusu olan Mesut Özil’e bağlamış. Özil, bu yıl Dünya Kupası’nda Alman Milli Takımı’nda oynadı ve izleyicilerin favorisi oldu. Ceylan, bu tip kişilerin uyum sürecini hızlandırmada en az akademik ve politik fikirler kadar önemli olduğunu belirtti."
Bu makale Der Spiegel'de "A Sorry History of Self-Deception and Wasted Opportunities" başlığıyla yayımlanmıştır.
Hürriyet'i Facebook'ta takip etmek istiyorsanız:
http://www.facebook.com/#!/HurriyetPlanet
Hürriyet'i Twitter'da takip etmek istiyorsanız:
http://twitter.com/HurriyetPlanet