Depremin çevresel etkileri

Güncelleme Tarihi:

Depremin çevresel etkileri
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 29, 1999 00:00

Rezzan HASANBEŞOĞLU
Haberin Devamı

Depremin çevresel etkileri ve deprem sonrası yaşanan çevre kirliliği de ek bir sorun

Doğanın uyarılarına kulak vermeliyiz

Körfez Savaşı sırasında petrol kuyuları yandı. Aylar sonra Adana'nın Çukurova bölgesine katranımsı bir yağmur yağdı. Uzun vadeli etkiler de var. Petrolün uçucu olan kesimi hemen buharlaşıp havaya karışıyor ve bunlar kanserojen maddeler içeriyor. Uçucu olmayan kısım ise katran olarak dibe çöküyor ve Körfez'in tabanının yapısı değişiyor, balık yuvaları yok oluyor.

Molozun su, toprak, deniz gibi alıcı ortamlara deşarj edilmemesi lazım. Sularla mikroplar daha hızlı yayılıyor, böcekler çoğalıyor. En doğrusu Çevre Bakanlığı'nın uyardığı gibi eski maden ocaklarına, çöp alanlarına taşınması, ilaçlanması, bu mümkün değilse az geçirimli bir ortamda ilaçlanmak suretiyle dolgu maddesi olarak bertaraf edilmesidir.

Çevre korunmasına yaşamını adayan, İTÜ Maden Fakültesi'nden Prof.Orhan Kural, Belfast'ta depremi öğrendi, hemen Türkiye'ye döndü, afet yörelerini gezdi ve depreme karşı önlemleri sıraladı:

Hızlı müdahaleyi getirecek Afet Bakanlığı kurulmalı.

Okullarda deprem dersi olmalı.

İnşaatlar durdurulmalı ve depreme karşı dayanıklılık denetiminden geçirilmeli.

Japonya'daki gibi herkesin ‘‘acil deprem paketi’’ olmalı. Bu pakette su, hazır gıda, fener gibi acil gereksinimler bulunuyor.

İnşaat Mühendisleri Odası gönüllü olarak ön hasar tespit çalışmalarını sürdürüyor. Deprem testi konusunda ancak bir ay sonra yardımcı olabilir.

Bitişik nizam yerine binalar arasında bahçeler, parklar olmalı. Binaların sallanım payları değişik ve birbirlerini etkilemeleri önlenmeli.

BM verilerine göre, kişi başına silah için yılda 183 dolar ayrılırken, doğal afetler için ayrılan kişi başına 25 doları geçmiyor. Bu büyük bir haksızlık ve dünyanın işbirliğiyle düzeltilmesi gerekiyor.

Depreme karşı ne gibi önlemler alınabilir?

Yerkabuğunun öfkeyle kükremesinin, doğanın bir canavar misali ezip geçmesinin yarın ikinci haftası doluyor. 17 Ağustos'tan bu yana hayatımızın bir parçası olan depremin İstanbul'u da vuracağı söyleniyor. Son yer sarsıntısındaki korkunç bilanço, insanoğlunun ancak ‘‘bilim ve teknoloji’’ desteğinde doğayla başa çıkabileceğini hatırlatıyor. Şimdi bilim çevreleri şu görüşte birleşiyor ve uyarıyor: ‘‘Felaket tellallığı yapmak yerine depremle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Kaçacak bir başka gezegen yok. Doğanın uyarılarına kulak verin. Deprem sinyalleri öncelikle canlılar ve doğal kaynaklardan geliyor. Deprem eğitimi, depreme dayanıklılık testleri, doğru alanlarda sağlam binaların yükselmesiyle ve Toprak Kanunu ile bu doğal afete direnebiliriz. Deprem kader değildir. Gün, paniği, karamsarlığı bir kenara bırakıp serinkanlı, iyimser, güçlü, tedbirli olma zamanı...’’

MUHABBET KUŞLARINI DİNLEYİN

İzmit'ten Kaniye Topal, 14 Ağustos sabaha karşı köpeklerin ulumasıyla uyandı. Köpekler kurtlar gibi uluyordu. Pazar, pazartesi de uludular. Tuhaftı, havlamıyorlardı. Kedi de halıyı tırmalıyordu. Yalova'da ise kuşlar apansız susuverdi, daldan dala, ağaçtan ağaca çırpınarak uçtu. Yay gibi gergindiler. Durmaksızın kanat çırpıyorlardı. Karıncalar ortadan kayboldular. Yeraltındaki yuvaları daha sağlamdı. Maden ocakları depremden etkilenmedi. İTÜ Maden Fakültesi'nden bir asistan, İstanbul'un geceyi sokakta geçirdiği 19 Ağustos'ta karıncaları görünce evinde uyumayı tercih etti. Jeolog, biyolog, Çevre Bakanlığı Eski Danışmanı, Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) Ankara temsilcisi Tansu Gürpınar bu konudaki gözlemlerini şöyle aktarıyor: Manyas'taki Kuş Cenneti Milli Parkı tektoniktir. Yirmi yıl önce yörede deprem ve artçı depremler yaşadık. Yer sarsıntısı akşamları vuruyordu. Öğle saatlerinde ise kuşlar bir garipleşiyor, gruptan ayrılıyor, çığlık çığlığa uzaklara uçuyorlardı. Kuşlar ve böcekler depremden hiç zarar görmeyecek yaratıklar. Bunun nedeni şöyle açıklanabilir. Kuşların bacaklarındaki pullar evrim teorisine göre sürüngenlerden kalma ve halen üçüncü zaman sürüngenlerinden kalan korkuları var. Bu yüzden ufak bir sarsıntıda paniğe kapılıp havalanıyor. Günler sonra Yalova'daki enkazdan muhabbet kuşu çıkartıldı. En hassas sürüngenler yılanlar. Deprem sonrasında ortalığı yılanlar sarmış. Yer sarsıntısını önceden ve daha şiddetli algıladıklarından yuvalarından fırlıyorlar. Çinliler deprem öncesinde köpeklerin uluduklarını ciddi araştırmalarla belirlemiş. Depremle savaşımın önderi Japonlar ise hamam böceklerini yakın takibe alıyor ve davranış değişikliğinde derhal harekete geçiyor. Ayrıca yeraltı suları sinyal veriyor. Kuyularda sular yükseliyor, sıcak su kaynakları oluşuyor, olanlar artıyor, radon gazı ortaya çıkıyor.

KÖRFEZ NE ALEMDE?

‘‘Petrole bulanan İzmit Körfezi'ndeki su ölçümlerini yapmaya hazırız. Marmara'daki kirlilik düzelmeye başlamıştı. Balık tüketmeyin demek bilimsel bir yaklaşım olmaz. Ölçüm yapılmadan ezbere karar verilmemeli ve konuşulmamalı. Zarar tespit edilmeden balıkların etkilendiği söylenemez. Şimdilik herşey belirsiz...’’ Bu sözlerin sahibesi Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü'nden Prof.Günay Kocasoy'a, TÜPRAŞ'taki yangından sonra Körfez'de çevre açısından bir mucize olup olmayacağını, petrol kirliliğinin bir çırpıda kaybolup kaybolamayacağını sorduk. İşte yanıtı: Yağmur yağdı, rüzgar esti ve TÜPRAŞ üzerindeki hava kirliliği dağıldı. Havadaki partikül, kükürt oranı, asit yağmurunu ölçebiliriz. Çevre Bakanlığı'nın elinde seyyar ölçüm aletleri var. Yağmur suyunu alıp turnusol kağıda batırmak bile yeterli, asit etkisi derhal belirlenebilir. Körfez Savaşı sırasında petrol kuyuları yandı. Aylar sonra Adana'nın Çukurova bölgesine katranımsı bir yağmur yağdı. Uzun vadeli etkiler de var. Petrolün uçucu olan kesimi hemen buharlaşıp havaya karışıyor ve bunlar kanserojen maddeler içeriyor. Uçucu olmayan kısım ise katran olarak dibe çöküyor ve Körfez'in tabanının yapısı değişiyor, balık yuvaları yok oluyor. Petrol kirliliğine iki yıl süreyle çözüm aradık. Türkiye'de bulunabilecek maddeleri inceledik. Balıklara zarar vermeden petrolü temizleyen kimyasal tozların Henkel'in ürünü ‘‘dehydrophen C-4’’ ve ‘‘emulgine ET-2’’ olduklarını belirledik.

MOLOZ YIĞINI NE YAPILMALI?

Katı Atık Kirlenmesi Araştırma ve Denetimi Türk Milli Komitesi Başkanı Prof.Günay Kocasoy, enkazın herşeyden önce ilaçlanması gerektiğine işaret ediyor. Tonlarca moloz, çöp alanlarının örtü malzemesi olarak kullanılabilir. Türkiye'nin Katı Atık Yönetmeliği, çöplerin biriktiği deponi alanlarının her gün örtülmesini ve sıkıştırılmasını gerektiriyor. Molozdaki demir ve beton ayrıştırılabilirse ekonomik olarak muazzam kazanç sağlayabilir. Ahşap malzeme ise yakacak olarak değerlendirilebilir. Böylece atık miktarı da hayli azaltılabilir. Geriye kalan molozu denize dökmek cinayettir ve tehlikeli atıklar rastgele yok edilemez, daha büyük facialara yol açabilir.

Çevre Koruma ve Ambalaj Atıklarını Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO) Genel Sekreteri Dr.Erol Metin şu hatırlatmaları yapıyor: İnşaat atıkları tehlikesiz atıklardır. Yüzde 90'ı çimento, tuğla, kiremitten oluştuğundan genelde dolgu malzemesi olarak kullanılabilir. Yük taşımada değil de asfalt dolgusunda yararlanılabilir. Salgın hastalık tehdidi bu molozun kısa sürede kaldırılması, çevreye düzen verilmesi zorunluluğunu getiriyor. Ancak bu yığının su, toprak, deniz gibi alıcı ortamlara deşarj edilmemesi lazım. Sularla mikroplar daha hızlı yayılıyor, böcekler çoğalıyor. En doğrusu Çevre Bakanlığı'nın uyardığı gibi eski maden ocaklarına, çöp alanlarına taşınması, ilaçlanması, bu mümkün değilse az geçirimli bir ortamda ilaçlanmak suretiyle dolgu maddesi olarak bertaraf edilmesidir. İdeali demir, çimento gibi yeniden kullanılabilir maddeleri değerlendirmek, böylece çöpleri de azaltmaktır. Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında tonlarca inşaat artığını değerlendirip, ekonomisine müthiş bir katkı sağladı.

DHKD İstanbul Doğal Alanlar Projesi Sorumlusu, Şehir ve Bölge Planlamacısı Gökmen ARGUN ise Sapanca Gölü, Küçükçekmece Gölü kıyılarına moloz yığını taşındığı haberleri geldiğini ve bunun yeni bir facia yaratacağı uyarısı yapıyor ve şöyle konuşuyor: Bu enkazdan sızıntılar denize karışırsa yaşamı tehdit eder. Moloz için ideal yerler kömür ocakları, kör vadiler (içinde kuru dere yatağı olan, bir tarafı kapalı, 60-70 m. yütksekliğinde ve en yakın su kaynağına 1-2 km uzaklıktaki vadiler), fay hattının üzerinde ve bundan sonra yapılaşmaya izin verilmeyecek alanlar. Depremin mirası asla ve asla ormanlara, sulak alanlara, içme suyu kaynakları çevresine, fundalıklara, geri dönülmez bozulmalara yaratacak doğal ortamlara boca edilmemeli. Aksi halde ekolojik açıdan hassas alanları, başka canlıların mekanlarını yok ederiz. Yeni yerleşim alanları çok titizlikle seçilmeli ve en azından bu kez yeşile saygılı olmalıyız.

PATATES TARLASINDA SIRADAN İNŞAAT

Tekfen Holding Eşbaşkanı, TEMA Vakfı Başkan Vekili Nihat Gökyiğit 35 yıllık sanayici, 43 yıllık inşaatçı ve 10 yıldır da çevreye hizmet veriyor. Gökyiğit, birinci derece deprem bölgelerinde sıradan inşaatların yükselmesini, patates tarlalarının talan edilmesini ‘‘çifte katliam’’ olarak görüyor. Doğanın topraklarını geri aldığını söyleyen Gökyiğit şöyle yakınıyor: Ford Şirketi, İzmit'te inşa edilmekte olan yeni fabrikasının sadece temel takviyesi için 15 milyon dolar harcıyor. Binalar tarımdışı alanlarda, temel bakımından dayanıklı, meyilli arazilerde yükselmeli. Düzce Ovası, Adapazarı alüvyoldur. Sakarya nehrinin ikiye ayırdığı Adapazarı sonradan taşıma toprakla dolmuştur. Topraklarımız koparılmış, taşınmış, birikmiş ve ova oluşmuştur. Adapazarı'nın yerel adı Akova. Trakya'dan sonra en verimli topraklarımız sınırlı ve bunlardan her sene birkaç kez mahsül alabiliyoruz ve herşeyi yetiştirebiliyoruz. Taban suyu seviyesi Adapazarı'nda, Gölcük'te bir metre. Bu topraklar su tutma kapasitesi çok yüksek alanlar.

İnşaatin hem projelendirmesinde hem uygulamada daha disiplinli olunması lazım. Halkımız da bilinçlendirilmeli. Müteahhitlik sektörünü topyekun karalamak büyük bir yanlış. Her meslek grubunda çıkar peşinde koşan, ahlak değerlerini göz ardı edenler var. İnşaat sektörü ülkemizde iki önemli iş yapar. Büyük bir istihdam yaratır ve müteşebbis yetiştirir.z Müteahhitlerimizin uluslararası itibarı da dikkate alınmalı.

TOPRAK KANUNU TASARISI HAZIR

TEMA Vakfı Başkan Vekili Nihat Gökyiğit'in Cumhurbaşkanı Demirel'e sunduğu Toprak Koruma ve Arazi İyileştirme Kanunu taslağı üzerinde yaklaşım bir buçuk yıldır çalışılıyor. Taslak geniş katılımlı danışmalar sonucu titiz bir şekilde hazırlandı. Ziraat Mühendisleri Odası Eski Başkanı, TEMA sorumlusu Mahir Gürbüz'ün verdiği bilgiye göre, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ziraat Fakülteleri, meslek odaları, hukukçular, uzmanlar ve ilgili diğer kamu kuruluşlarından görüş alındı. Temel amaç toprağın erozyondan, amaçdışı kullanımdan, kirlenme ve bozulmadan korunmasını, sürdürülebilirlik doğrultusunda geliştirilmesini ve verimli kullanılmasını sağlayacak ilkelerin kuralların belirlenmesi, bu amaca yönelik fonksiyonların tanımlanması. Yasa devleti ve toplum kesimlerini ortaklaşa sorumlu kılıyor. Yani katılımcılığı öngörüyor. Devletin yanında başta tarım üreticileri olmak üzere toprakla ilişkili toplum kesimlerinin ortaklaşa rol aldıkları özerk bir yapılanma hedefleniyor. Toplum sahip çıkarsa devlet öncülüğünde tarım alanlarımız yaşatılabilir. Devlet adına Tarım ve Köy işleri Bakanlığı ile bu kuruma bağlı olarak kurulması öngörülen Toprak Koruma ve Sulama Genel Müdürü sorumluluk üstlenecek. Türkiye'de birçok yasada toprakla ilgili hüküm var. Birçok kamu kuruluşunda da toprakla ilgili görev de var. Ama ne yasa hükümleri yeterli ne de kamu örgütlenmeleri etkili. Tam tersine fazla yasadan çok sayıda örgütten ötürü kargaşa var. Hatta çözümü amaçlayan bu düzenlemeler yeni sorunlara sebep olmuşlar. O nedenle günün ve geleceğin koşullarını doğru gören, toprağı hem korumayı, hem sürdürülebilirlik doğrultusunda birlikte verimli kullanmayı öngören bir hukuki yapıya ACİLEN gereksinim var.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!