Güncelleme Tarihi:
Lüminesans Tarihlendirme Araştırma Laboratuvarında kullanılan teknikle bir bölgede yaşanmış depremin aralıklarının belirlenmesi ya da bir sanat eserinin orijinal olup olmadığı da test edilebiliyor.
Fizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Niyazi Meriç'in başkanlığındaki araştırma grubu, Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Müdürlüğü (BAP), Bilim İnsanı Yetiştirme Projesi (BİYEP) ve TÜBİTAK'tan alınan kaynaklarla kurulan Lüminesans Tarihlendirme Araştırma Laboratuvarında gerçekleştirdikleri çalışmalarla nesnelerin yaşını hesaplıyor.
Yaptıkları çalışmalarla ilgili soruları yanıtlayan Meriç, ”Bugüne kadar lüminesansla yapılan yaşlandırmalarda, yaşlar ortalama 30 yıl civarından başlayıp milyon yıl civarında çıkmıştır. Lüminesansla tarihleme, diğer yaşlandırma metotları ile karşılaştırmalı olarak yapılan birçok çalışmada başa+rılı sonuçlar vermiştir” dedi.
BİR MEZARDAKİ KEMİKLERİN AİT OLDUĞU DÖNEM
Yurt dışında tarih belirlemelerinin çok yüksek maliyetler gerektirdiğini belirten Meriç, lüminesans yönteminin Türkiye'de uygulanmasıyla maliyetin düşürüleceğini kaydetti.
Meriç, lüminesans laboratuvarlarında, daha önce “carbon 14” ve diğer yöntemlerle belirlenen yaşlandırma metotlarından daha kesin sonuçlara varıldığını ifade etti.
Lüminesans yöntemiyle topraktaki ışımayı gözlemlediklerini ve saydıklarını belirten Meriç, “Antropolojik kemikleri de carbon 14'ün yerini tutacak şekilde OSL (Optical Silimulated Luminescance - Işık Uyarlamalı Lüminenas) tekniğiyle incelemeye çalışıyoruz. Çalışmanın bundan sonraki aşamasında kemiğin hangi döneme ait olduğunu da bu yöntemle belirlemeye başlayacağız” dedi. Tarihleme için laboratuvarlarına çeşitli talepler geldiğini belirten Meriç, şöyle konuştu:
“Bunlardan birinde, hangi topluluğa ait olduğu konusunda spekülasyonlar yapılan bir mezardan alınan örnekler, tarihlendirme amacıyla laboratuvarımıza getirilmiş ve yapılan çalışmalar sonucunda bu mezarın M.Ö 50 ile 375 yılları arasındaki bir döneme ait olduğu tespit edilmiştir. Bu sonuç uzmanlar tarafından ortaya atılan geç Roma dönemi aile mezarları olduğu tezini doğrulamıştır. Aynı uzmanların açıklamalarına göre bu mezarın benzer örneklerine, çevre köylerde de sık sık rastlanılmaktadır. Anadolu mezar geleneği içerisinde kaya mezarları ayrı bir özellik sergilemektedir. Anadolu uygarlıklarına ait kaya mezarları kişilerin ekonomik durumları ve sosyal konumlarına göre farklı mimarı yapı özellikleri taşımaktadır.”
DEPREMLERİN OLUŞUM TARİHİ VE ARALIKLARI
Niyazi Meriç, Lüminesans Tarihlendirme Araştırma Laboratuvarlarında kullandıkları tekniklerle, o bölgede ne zaman deprem olacağı hakkında bilgi vermenin mümkün olduğunu belirterek, “Depremin olma periyotları bulunmaktadır. Jeologlar ve deprem uzmanları bu verilere bakarak depremin ne zaman olabileceği hakkında bilgi ediniyorlar” diye konuştu. Meriç, şu bilgileri aktardı:
“Bir fay hattının ne zaman kaydığını, o bölgenin ne zaman açıldığını bu yöntemle söyleyebiliyoruz. Eski yöntemlerle o bölgede mutlaka bir organik malzeme bulmanız gerekiyordu ve bu malzeme kullanılarak yapılan incelemelerde aşağı yukarı bir bilgi edinilmeye çalışılıyordu. Ama bu yöntemle o fay hattının ne zaman kaydığı ve gün yüzüne çıktığı tarihi, yüzde 5 ile yüzde 10 arasındaki hata payıyla söyleyebiliyoruz. Jeoloji mühendisleri ve deprem araştırmacıları bizim geçmişe ait verdiğimiz bilgilerle bu fay hattının gelecekteki hareketleri ile ilgili yorumlar üretecekler. O fay hattında daha önce meydana gelmiş ve kırık oluşturmuş 5 ve daha yukarı şiddetteki depremlerin oluşum tarihleri belirlenecektir. Bölgelerin geçmişine ait coğrafik bilgilerine net şekilde ulaşılabilecektir.”
DENİZLİ'DEKİ FAY HATTI
Batı Anadolu çöküntü sistemindeki riskli bölgelerden biri olan Denizli ilinin depremsellik açısından uzun süredir sakin olduğunu ifade eden Meriç şunları kaydetti:
“Afet İşleri Genel Müdürlüğü ile birlikte Denizli havzasına ait tarihsel ve aletsel depremler incelenmiş ve bu amaç ile Denizli-Kocadere'de iki adet hendek açılmıştır. Bu hendeklerde OSL yöntemi ile tespit edilen fayın MÖ. 584'den daha genç, diri fay olduğu belirlenmiştir.
Böylece Pamukkale Fayı üzerinde meydana gelen en son depremin çok yakın bir geçmişte olduğu (muhtemelen 1703), bir önceki olayın da M.Ö.584 yılında olduğu sonuçları ile birlikte, iki olay arasındaki sedimantasyon hızı ve tarihsel veriler de dikkate alınarak, olayların 1500-2000 yıl aralıklarla tekrarlandığı öngörülmüştür.”
Aynı yöntemle arkeolojik eserin imal tarihini, yaşını bulabildiklerini de belirten Meriç, “Sanat eserinin orijinal mi, sahte mi olduğunu da bu yöntemle net olarak tespit edebiliyoruz” dedi.