Denktaş’a haksızlık edilmemeli...

Güncelleme Tarihi:

Denktaş’a haksızlık edilmemeli...
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 11, 2002 00:00

Kıbrıs müzakerelerinde sadece Denktaş’ın, küçük dahi olsa adımlar attığı, Klerides’in ise hiç yerinden kıpırdamadığı izlenimi giderek yaygınlaşıyor. Batı dünyası ise, tam aksine inanıyor.Kıbrıs görüşmeleri en kritik dönemine giriyor.Ne olup ne bittiği hakkında ayrıntıları kimse bilmiyor. Ancak dışardan bakıldığı zaman, farklı görüntüler algılanıyor. Türkiye’den bakış, Rauf Denktaş’ın lehinde. Geçen yıldan bugüne kadarki gelişmeler alt alta yazıldığı zaman, KKTC liderinin eski tutumuna oranla önemli adımlar attığı görülüyor.KKTC bağımsız bir Devlet olarak kabul edilmeden masaya oturmayacağını söyleyen Denktaş, tutumunu esnekleştiriyor. Belki Rumların istedikleri oranda değil, ancak Dentaş “çözümü reddeden” değil, “çözüm arayan” bir tutum içinde olduğunu gösteriyor.Son öneri paketi, bu yaklaşım ipuçları taşıyor.Denktaş’ın Kıbrıs önerisi, dışa karşı tek, içerde ise iki ayrı devlet formülüne dönüştü. İkiye bölünmüş tek devlet diyebiliriz.Müzakerelerden sızan bilgilere bakılacak olursa, Merkezi Devlet (veya Ortaklık Devleti) dışişlerinden sorumlu ve AB’ye karşı Kıbrıs’ı temsil edecek.Denktaş eskiden, KKTC’nin de AB’ye başvuru yapması ve ayrı müzakere etmesini isterdi. Hatta, Türkiye tam üye olmadan, KKTC’nin de tam üyeliğe geçmemesini savunurdu. Şimdi bu iki konudaki ısrarından da vazgeçiyor.Yeni yaklaşımı farklı.Türkler ve Rumlar, iki ayrı devlet gibi kendi işlerini görsünler, birbirlerine karışmasınlar. Ada’daki bugünün gençekleri çözüme yansıtılsın.Denktaş, çözüm arıyor. Tutumunu değiştiriyor. Küçük adımlar atıyor.Türkiye’den bakıldığında, Rum tarafı ise yerinden kıpırdamıyor. Adeta Denktaş’ı izliyor ve “yetmedi, biraz daha esnekleşin ki, müzakerelerin ayrıntısına girelim” mesajı veriyor. Avrupa Birliğinin “ne olursa olsun AB’ye tam üye olarak kabul edileceksiniz” güvencesine sırtını dayamış ve hiçbir çaba göstermiyor.BATIDAN BAKILINCA DURUM DAHA FARKLIRumlar, hayatlarının fırsatını yakalamış gibi bir izlenim veriyorlar. Türk tarafını zorlayarak Merkezi hükümetin yetkilerini olduğunca genişletmeye çalışıyorlar.Batılı Başkent’ler (Washington dahil olmak üzere) Rumların yaklaşımını destekliyormuş izlenimi veriyorlar. Onlar da Merkezi hükümetin yetkilerinin daha arttırılmasından yana bir tutum içindeler.Birleşmiş Milletlerin yaklaşımı da, Türk tarafının hala aşırı isteklerle ortaya çıktığı ve Dektaş’ın çözüme yeterince destek vermediği şeklinde.BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın önümüzdeki Salı günü duruma müdahelesi önemli. Washington’un yavaş yavaş işin içine girmeye hazırlandığının da bir işareti sayılmalı. Görüşmelerin son raud’una giriliyor.DENKTAŞ’I ZORLAYARAK SONUÇ ALINAMAZEğer batı Denktaş’ı zorlayarak sonuca varmayı planlıyorsa, çok hata ediyor demektir. Kıbrıs’ta, her iki tarafın kabul edebileceği bir çözüm, bundan böyle Rumların da kıpırdamasıyla bulunabilir.Klerides, hiçbir özveri göstermeden ve sadece AB’ye sırtını dayayarak sonuç alamaz. Daha doğrusu, elde edeceği sonuç, Kıbrıs’ın sonsuza kadar ikiye bölünmesi ve bölgedeki gerginliğin sürmesi olacaktır. Bundan da herkes zararlı çıkacaktır.*** *** ***GENELKURMAY TEPKİSİ…Genelkurmay Başkanlığı’nın, Sınır Tanımayan Gazeteciler (STG) örgütünün bir eylemi ile ilgili tepkisini, ben de, Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi (9.5.2002 Hürriyet Gazetesi) gibi biraz abartılı buluyorum. Hele bu nedenle, Fransa ile ilişkilerin tümden gözden geçirilebileceği, askeri ihalelerin iptal edilebileceği yolundaki demeç ve haberlerin ciddi olabileceğine inanamıyorum.STG tanınmış bir örgüttür. Aşırı yaklaşımları, çoğu kimseyi sinirlendiren eylemleri olur. Bir Sivil Toplum örgütü olarak dikkati çekmek, sesini duyurmak ve bu sayede de kaynak elde etmek ister. Paris’teki afişleri de bu amaçlı eylemlerinden biridir.Oktay Ekşi’nin de belirttiği gibi, Genelkurmay Başkanlığı öylesine sert tepki gösterdi ki, STG amacına ulaşmış oldu. Bu kuruluş gereğinden fazla ciddiye alındı.Gayet tabii tepki gösterilmelidir. Ancak ölçüsü kaçtı mı, etkisi azalır.Hepimizi asıl rahatsız etmesi gereken husus Genelkurmay Başkanımızın resminin ayaklar altına konması kadar, Türkiye’nin o haritanın içine yerleştirilmesi olmalıydı.Türkiye bu Sivil Toplum Örgütünü dava etmekle yetinse, gereken yanıtı vermiş, STG’yi fazla ciddiye almadığını da göstermiş olurdu.AVRUPA GÜNÜ KUTLAMALARI…Bu yıl 9 Mayıs (Avrupa Günü) şimdiye kadar görülmemiş bir coşkuyla kutlandı. AB konusuyla ilgili Sivil Toplum Örgütleri’nin tümü konferanslar düzenlediler. Üniversiteler, AB ile ilişkin kollok’lara uzmanlar davet ettiler. Siyasi Partilerden ise, sadece ANAP Avrupa Günü’nü kutladı. Mesut Yılmaz , Türkiye’yi Avrupa’ya taşıma konusunda kararlılığının altını çizdi.AB aleyhtarları da boş durmadılar. Onlarda AB’nin ne kadar kötü bir fikir olduğunu ve Türkiye’nin bir tuzağa düşürülmek istendiğini işlediler.Tartışmaların yaygınlaşması çok yararlı. Ancak, bazen öyle durumlarla karşılaşıyoruz ki, cehalet dizboyuna çıkmış, zarar yok, herşeye rağmen yine de tartışalım. Tartışamadığımız konular veya kurumların ne duruma girdiği açıkça görülüyor. Hiç değilse AB’yi kurtaralım. Birgün Avrupa Günü’nü göstermelik değil de, gerçekten üye olarak kutlarsak, bütün bu çabaların boşa gitmediğini anlayacağız.FATİH TERİM’DEN KAYGILANANLAR VAR…Geçen hafta bugün, Fatih Terim’in risk almak istemeyebileceğini, karizmasını tehlikeye atmamak için Galatasaray’ın teknik direktörlüğü yerine başka bir görev isteyebileceğini yazmıştım.Fatih, bu riski aldı.Kendi başına yarattığı efsaneyi GS için tehlikeye atma pahasına kolları sıvadı. Bu, kolay bir karar değildir.Galatasaray’lıların büyük bölümü memnun. Bir bölümü ise, Terim’den kaygılanıyor. Terim’in içinde İmparatorluk yatar. Ancak akıllı insandır. Ne zaman nerede ve nasıl bir adım atacağını çok iyi bilir. Efrafındakileri gerektiğinde küçümser, gerektiğinde de yüceltir.Galatasaray’ın işte böyle bir ince ayara ihtiyacı var. Ayaklara basılmadan, abartılı büyüklük gösterileri yapılmadan, akılcı bir orkestra şefliği gerekiyor.Fatih Terim’in böyle bir performans göstereceğinden eminim. Korku ve kaygı duymaya gerek yok.Bu arada Özhan Canaydın’ı da unutmamalıyız. Klübün anahtarlarını paylaşmaz ve ne yaptığını çok iyi bilen bir başkandır. KALDER’DEN ACI GERÇEKKalDer (Kalite Derneği) ülkemizin ciddiyetteki ve kalitedeki çalışmalarıyla öne çıkan nadir kuruluşlarından biridir.Bu yıl toplanacak Kalite Kongrelerinin ama teması “Yönetim Kalitesi ve Dünya Markası Olarak Türkiye”.KalDer’in iki kaptanı, Hasan Subaşı ve Lütfi Yenel, bu yılki çalışmalarını gazetecilerle paylaştılar. Yine nefis bir programla önümüze çıktılar. Aynı zamanda Türkiye’nin acı gerçeklerine de dikkatimizi çektiler:· Ülkemizdeki iş bulma oranı yüzde 45’tir, bu oran kentlerde yüzde 39’a düşüyor, kırsal alanda yüzde 62’ye çıkıyor. Aynı oran ABD’de yüzde 75, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yüzde 61’dir.· İşsizlik oranı yüzde 8.5. Eksik istihdam içinde bulunanların oranı ise yüzde 6. Tüm bunlara ilave olarak ülkemizde 1 milyon dolayında kaçak yabancı işçi çalışıyor. Tarım’da çalışanların toplam istihdam içindeki payı yüzde 35, sanayi istihdamının payı yüzde 18.3, inşaat sektörünün payı yüzde 5.3 ve hizmetler sektörünün payı ise yüzde 40.9. ABD’de tarımın istihdamdaki payı yüzde 2.6, AB ortalamasında tarımın istihdamdaki payı yüzde 4.4’tür.· Türkiye, OECD ülkeleri arasında en düşük verimliliğe sahip ülkedir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İnsani Gelişim endeksinde de 82’inci sıradadır.· Okullaşma oranı genel lisede yüzde 42.8, orta düzeydeki mesleki ve teknik eğitim okullarında ise , yüzde 22.2’dir.Subaşı, “anlaşılan, yapılacak işimiz var” diyerek, kolların sıvanması gerektiğine iyaret ederken, Lütfi Yenel bu yılki çalışmalara katılacak Uluslararası katılımcıları tanıttı.KalDer ile gurur duyuyoruz.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!